Kitabın Adı: Sevme Sanatı

Yazar: Erich Fromm

Yayıncı: Say Yayınevi, Eylül 1985, 1. Baskı 126 sayfa

Yazar Hakkında Bilgi: Erich Fromm, (23 Mart 1990, Frankfurt – 18 Mart 1980), yahudi kökenli, Almanya doğumlu, Amerikalı meşhur bir psikanalist ve sosyolog. Psikolojinin marksist, sosyalist ve hümanist yaklaşımının en önemli temsilcilerinden. Heidelberg ve Münih üniversitelerinde sosyal bilim ve psikanaliz eğitimi gördü. Doktora eğitimini Heidelberg Üniversitesi’nde 1992 yılında tamamladı. Yazarın, 19 eseri bulunmaktadır.

Fromm’un “Sevme Sanatı” adlı eseri, öncelikle sevmenin insanlar için vazgeçilmez bir duygu olduğunu ve sevmek için çaba sarfedilmesi gerektiğini vurgular. Bu çerçevede, insanların “sevme”yi sanatlaştırması lüzûmu üzerinde durur. Nasıl herhangi bir sanat alanında başarılı olmak için bazı şartların yerine getirilmesi gerekiyorsa, sevgi sahasında da bunun geçerli olduğunu söyler. “Sevgi teorisi” ise, kitabta, müşahhaslaştırılıp çeşitlendirilerek anlatılır. Sevgiyi doğuran içtimaî ve fizikî unsurlar, bu vesileyle ifade edilip değerlendirilir.

Kitab, dört bölümden oluşmaktadır. Bunlar, “Sevmek Bir Sanat mıdır”, “Sevgi Teorisi”, “Sevgi ve Çağdaş Batı Toplumunda Sevginin Yozlaştırılması”, son olarak da “Sevginin Uygulanması”dır. Dilerseniz bu bölümlere, kısaca özetleyerek biraz daha yakından bakalım.

I. SEVMEK BİR SANAT MIDIR?

 Yazar, bu ilk bölümde, sevgi konusunda insanların birbirlerine takındıkları tutumları anlatır. Kadın ve erkeklerin nasıl sevdiklerine ve sevileceklerine, böylece nasıl mutlu olacaklarına temas eder. Nihâyet, sevginin yaşamak veya düşünmek gibi bir “sanat” olduğu sonucuna varır. Bu te Fromm’un şu tesbiti dikkat çekicidir:

- «Atılacak ilk adım, sevginin de, yaşamak gibi bir sanat olduğunun farkına varmaktır. Eğer nasıl sevmemiz gerektiğini öğreneceksek, müzik, resim, marangozluk, doktorluk yahud mühendislik sanatlarını, mesleklerini öğrenmek için ne yapıyorsak onun aynısını yapmamız gerekecektir.

Bu, ferdin, o sanata ulaşmayı en önemli işi olarak kabul etmesi, dünyada ondan daha önemli hiçbir şeyin bulunmamasıdır. Müzik için, doktorluk için, marangozluk için –ve sevgi için- bu bir gerçektir. Muhtemelen bizim medeniyetimizdeki insanların, -sevgi bahsinde- bu kadar açık başarısızlığa uğramalarına karşılık, bu sanatı öğrenmeyi niçin böylesine nâdir denedikleri sorusunun cevabı da burada yatmaktadır: başarı, itibar, para, güç, hemen hemen tüm enerjimizi bunları nasıl gerçekleştireceğimizi öğrenmeye harcarız. Sevmeyi öğrenmeye ise verecek hiç bir şeyimiz kalmaz.» (s. 14-15)

II. SEVGİ TEORİSİ

Fromm, burada, sevginin insan için ne kadar önemli olduğuna dair tesbitlerine yer verir. Aynı çizgide, insanların niçin birbirlerine karşı sevme duygusu hissettiğini anlatır. Yazar, bu bahsi iki alt başlık dahilinde billurlaştırmaya çalışır: “Anne–Babayla Çocuk Arasındaki Sevgi” ve “Sevginin Nesneleri.”

a) Anne–Babayla Çocuk Arasındaki Sevgi

Çocukların anne–babasıyla sevgi bağının, bebekliğinden, hattâ ana rahminden başladığını vurgular Fromm. Bunun sonucu olarak, çocuğun korunma güdüsünün annesinin kendisine gösterdiği sevgiyle nasıl tatmin edildiğini ve annesinin bu sevgisine çocuğun ne kadar muhtaç olduğunu, şayet bu sevgiyi göremezse çocuğun hayatının bile nasıl tehlikeye girdiğini bu kısımda ifade eder.

“Bir Adam Yaratmak” İngilizce ve İspanyolcaya çevrildi “Bir Adam Yaratmak” İngilizce ve İspanyolcaya çevrildi

Babayı ele alan yazar, onu çocuğun hayattaki yol göstericisi olarak tarif etmektedir. Baba, sosyal meselelerle başa çıkabilmesi için çözüm yollarını çocuğa gösteren temel şahsiyettir. Bu çerçevede Fromm’un kanaati şudur:

- «Eğer bebek, anadan ve ana rahminin derinliklerinden ayrılmanın verdiği ürküntüden Allah’ın bir lütfuyla korunmasaydı, doğum ânında korkudan ölüverirdi.

Doğduktan sonra dahi, bebek, doğum öncesi durumundan çok farklıdır; nesneleri göremez, henüz kendinin ve kendi dışında yer alan dünyanın farkında değildir.

Birçok şeyin farklı olduğunu, kendilerine has bir yapıları bulunduğunu şuura çıkartır. Bu noktada, onlara isim vermeyi öğrenir. İnsanlara yaklaşmayı da öğrenmektedir; annem yemeğimi yersem gülümser, ağlarsam beni kucağına alır, kakamı yaparsam beni över. Tüm bu deneyimler netleşerek şu hükümde toplanır: Seviliyorum. Seviliyorum, çünkü annemin çocuğuyum. Seviliyorum, çünkü çaresizim…

Eğer duruyorsa orada, varsa anne sevgisi, bir nimettir o. Eğer yitirilmişse durduğu yerden, hayatın tüm güzellikleri de yitirilmiştir onunla, onu yaratmak için hiç bir şey gelmez elden.» (s. 45-46)

Fromm için, çocuğun babayla olan ilişkisi çok farklıdır. Ana, içinden çıktığımız yuva, tabiat, toprak, okyanustur. Baba, bu tabiî yuvada hiçbir şeyi temsil etmez. Çocukla hayatın ilk yıllarında “şöyle bir” ilişkisi olmuştur, o ilk dönemlerde çocuk için taşıdığı önemin, anneninkiyle karşılaştırılması mümkün değildir. Ana, tabiî dünyayı temsil ediyorsa da; baba, insan varlığının diğer kutbunun, düşünceler dünyasının, insan yapısı şeylerin, kural ve emirlerin, disiplinin, gezme ve maceranın temsilcisidir. Baba, çocuğun öğretmeni, hayattaki yol göstericisidir.

b) Sevgi Nesneleri

Sevginin tek bir kişiye değil, sevgi dairesindeki tüm insanlara karşı beslenen bir duygu olduğunu; ayrıca, şayet sevgi karşılıklı değilse, bunun bencil bir davranış olacağını ifade eder Fromm. Yazar, bu temel tesbitleri beş başlık altında toplar ve çeşitli sevgi türlerine temas eder:

- Kardeşlik Sevgisi,

- Anne Sevgisi,

- Cinsî Sevgi,

- Kendine Sevgi,

- Allah Sevgisi.

Fromm’un sözkonusu sevgi türlerini nasıl değerlendirdiğini, kitabın kendisinden gösterelim.

Kardeşlik Sevgisi:

- «Kardeşlik sevgisi, tüm insanları sevmektir. Ve tek kişiye ait olmaması en büyük özelliğidir. Eğer sevme kabiliyetimi geliştirmişsem, (insan) kardeşlerimi sevmekten kendimi alamam. Kardeşlik sevgisinde, tüm insanlıkla birleşme, dayanışma ve kaynaşma vardır. Kardeş sevgisi, hepimizin bir ve aynı olduğu düşüncesine dayanır. Hüner, zekâ, bilgi farklılıkları, tüm insanlarda ortak olan insanlık özünün yanında, önemsiz bir ayrıntıdır.» (s. 53)

Anne Sevgisi:

- «Annelerin büyük çoğunluğu, bebek küçük ve onlara tümüyle bağlıyken seven annelerdir. Kadınların çoğunluğu çocuk isterler; yeni doğan bebek onları mutlu eder. Can-ı gönülden bakarlar bebeğe. Karşılığında, bebeğin yüzünde beliren bir gülücük yahud doygunluk ifadesinden başka hiçbir şey “olmamasına” rağmen böyledir bu.» (s. 56)

Cinsî Sevgi:

- «Her şeyden önce, bu sevgi biçimi, iki yabancı arasında o âna kadar var olan barikatların birden yıkılmasıyla, “âşık olmanın” yakıcı tecrübesiyle karıştırılır. Daha önce de bu noktaya temas ettiğim gibi, bu âni yakınlaşma ânı, yapısı gereği kısa ömürlüdür. Yabancı yakından tanınan bir kişi hâline geldikten sonra, arada yıkılacak barikat kalmaz. Artık üstesinden gelinecek bir yakınlaşma yoktur ortada. “Sevilen” kişi, kendimiz kadar yakından tanıdığımız kişi olmuştur.» (s. 58)

Kendine Sevgi:

- «Kendini sevme üzerine düşünceler, Meister Eckhart’tan daha güzel özetlenemez. Eğer kendinizi severseniz, başkalarını da kendiniz kadar seversiniz. Bir başkasını kendinizi sevdiğinizden daha az seviyorsanız, kendinizi sevmekte gerçek bir başarı sağlayamazsınız. Fakat kendiniz de dahil herkesi bir severseniz, onları tek bir kişi gibi severseniz, bu kişi hem Allah, hem insandır. Böylece, kendini ve diğerlerini aynı şekilde seven kişi, yüce ve dürüst bir kişidir.» (s. 67)

Allah Sevgisi:

- «Allah sevgisinin ana ve babaya dair özlerle arasındaki fark, bu sevginin yapısını belirleyen faktörlerden sadece bir tanesidir. Diğer faktör, ferdin Allah sevgisi ve Allah kavramına ilişkin ulaştığı olgunluk seviyesidir.» (s. 71-72)

III. SEVGİ VE ÇAĞDAŞ BATI

TOPLUMUNDA SEVGİNİN YOZLAŞTIRILMASI

Fromm, çağdaş Batılı toplumların sevgi anlayışının insanları nasıl köleleştirdiğini; âdeta meta hâline getirerek insanların sevgi duygularını nasıl yozlaştırdığını anlatmaktadır burada. Bizim de hemfikir olduğumuz hükmü şudur Fromm’un:

- «Çağdaş Batı medeniyetinden söz ettiğimize göre, Batı medeniyetinin içtimaî yapısının ve onun sonucu olarak ortaya çıkan ruhî yapısının sevginin gelişmesine uygun olup olmadığını sormak gerekir. Bu soruya verilecek cevab olumsuzdur. Batıdaki yaşamamızı izleyen tarafsız bir gözlemci, kardeşlik sevgisinin, anne sevgisinin ve cinsî sevginin az rastlanan olgular olduğunu görecek ve bunların yerlerinin, gerçekte yozlaşmış sevgi biçimleri olan birçok sahte sevgiyle doldurulduğuna kuşku duymayacaktır.» (s. 85)

IV. SEVGİNİN UYGULANMASI

Bu son bölümde yazar, gerçekten “sevmek” için, insanların hayatında sevgiye yer vermesi ve ancak bizzat tecrübe ederek sevme kabiliyeti kazanması gerekliliğini vurgular. Şöyle demektedir Fromm:

- «Sevginin uygulanmasında izlenecek yol, sevme sanatının önermelerinin, bu konuya daha önceki yaklaşımların tartışmasını yapmak ve bu önermelerle yaklaşımların tecrübesine geçmektir. Bu amaca yönelik atılan adımlar, ancak kişinin kendisi tarafından uygulanabilir; ve tartışma, kesin sonuç alınmadan sona erer. Ancak, yaklaşımları tartışmanın, sanatın sırlarının öğrenilmesinde en azından “hazır reçete” beklemeyenler için çok yararlı olacağı kanaatindeyim.» (s. 105)

Sonuç olarak, Fromm’un bölüm bölüm kısaca özetlemeye çalıştığımız yukarıdaki kitabında işlenen konular ve yazarın onlara dair kıymet hükümleri, bizi şu düşünceye götürmektedir:

“Sevme Sanatı” adlı eseri okuyunca anlarız ki, “çağdaş” toplumlarda insanlar, her şeyi değersizleştirdikleri gibi, sevgiyi de hastalıklı bir hâle sokmuşlardır. Sevgi, sanki puta taparmış ve karşısındakine köle olacakmış gibi, ferdin benliğini yitirdiği bir ilişki hâlini almıştır. Ferd, kendi varlığının özünü kavrayamamış ve kendisine yabancılaşmışsa, ne başkasını ne de kendisini gerçek anlamda sevebilir bu durumda.

Son sözümüz şudur: Bir gün gelip her şey yok olsa da, hakiki “sevgi” her daim sonsuzlukla son bulacaktır, yâni aslında sonlanmayacaktır. Buysa, fâni dünyanın cenderesinden çıkamayan Batının anlayabileceği nesne değil.

Yazı: Abdurrahman Danış

Aylık Dergisi 82. Sayı Temmuz 2011