“Resim, redd kökündendir!”... Redd: def.. Def: Atma, itme, savmak. Savunma. Himaye etmek... Def: sıcaklık... Defi: Hemen, bir anda ... Defi: Kızgın olan nesne.(1)
*
Sanatçılar eserlerini bir benzetmeyle çocuklan gibi gördüklerini söylerler, eserleri çerçevesinde yoğun bir çaba sarf ettikleri gibi, kendi içlerinde oluşan bir manayı, tuvallerinde bir takım şekil ve renklerle forma getirerek ifade ederler.
Sanat eseri (form dairesi içinde) ana karnındaki çocuğun oluşumuna benzetilebilir, sadece kısmi bir benzerlik olarak bakıldığında, görülür ki; çocuğun oluşumunda, bir bütündeki hücrelerden bazıları ölürler ve canlı hücrelerle, küçük şekiller halinde, parmaklar, gözler, burun, kulak ve derken vücut meydana gelir. Burada sonradan yaşam içinde sakatlık ifade edecek olan hücreler “def” edildiği gibi, hayatını idame ettirecek olan hücrelerin de kendini “savunması” ve “himayesı” söz konusu.
Picasso’nun: “Ah bir anlasalar; her şeyden önce sanatçının yapmaya mecbur olduğundan, zorlulukta yaptığını(2) demesi...
Tuvale- “mekan”a çekilen bir çizginin kişinin hissiyatına dair oluşu içinde ve bir “an”ın bir daha yaşanmayacağı hakikatine binaen sanatçının elinde tecelliye gelen suret, ressam için varoluşun zorun olmuş oluyor. Bütün bir düşünce, tasavvur içinde reddetmelerle ifadeye getirme. taklitçiler için belirtmek gerek: “Objektif zorunluluk” olarak değil de alışkanlık haliyle eşya ve hadiselere yanaşıldığında, olanın dışına çıkılmadığı için bu minvalde yapılan bir resimde de tecelliye gelen bir suret olmaz. Yani rastgele çizgiler çizip; “içimden geçen şu düşünceler üzerine böyle bir form yarattım” demekle olmuyor. Bizim estetik ve sanattaki ölçümüz: “Doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur ve rastgele ibda çizgi dışıdır.”
“Dar anlamıyla form, renk yüzeylerini ayıran çizgiden başka bir şey değildir. Bu onun dışsal anlamıdır. Ama farklı yoğunluklarda içsel bir anlamı da vardır. Ve doğrusunu söylemek gerekirse, form bu içsel anlamın dışsal ifadesidir. Piyano metaforunu tekrar kullanırsak, sanatçı, şu ya da bu tuşa (yani forma) dokunarak insan ruhunu şu ya da bu şekilde etkileyen eldir. Yani form armonisinin yalnızca insan ruhundaki bir titreşime dayanması gerektiği açıktır ve bu da içsel ihtiyacın ikinci yol gösterici ilkesidir”(3)
Piyano tuşlarına rastgele dokunulduğunda ortaya bir beste çıkmayacağı açık, bunun gibi rastgele çizgilerle bir resim yapıp resmi anlatırken şöyle yarattım filan demek de komik oluyor.
Formun mücerret oluşu -ki, her şekil geometrik bir formdur, bir resmin özü nasıl desende ise desenin özü de geometridir; kare, daire, üçgen, yamuk vs... Resim sanatının, çizginin gücüyle tecrit ve telkine en güzel şekilde açık oluşunu ve bu imkân içinde fırçanın ressam elinde neredeyse sihirli bir değnek olduğunu gösterir. Düşünce, tasavvur, kurgu ve estetik tavır içinde bir oyun. Bu oyun çocuğun oynadığı benzer diyebiliriz. Çocuğun oyun oynarken kendini kaptırışı ve reel dünyadan kendine has irreel bir dünya kuruşu ve kendi de farkında olmadan genel yaşam çerçevesinde oyun içinde bir oyun olarak geleceğini oluşturuyor olması gibi. Sanatçılar da bir nevi böyle ve onlar da toplumun geleceğini kendi oyunları içinde etkilerler. Birçok ilmî buluşların arkasında da sanatçıların olduğunu biliyoruz.
Nesne- obje, ilhamın sanatçıya getireceği intibaların ifade aracıdır. Dış yönüyle geometrik bir form olmasıyla beraber, kendilerine has birer anlamı vardır. Mesela bir atın insana vereceği ilham. Bu araçların iyi kullanılması ve ufuk açıcı olabilmesi için iyi tanınması, bilinmesi, daha açıkçası her yönden teşhisi gerekir. Leonardo Da Vinci’nin,
Michelangelo Buonarotı'nın ta ki, cesetleri doğramaya varan teşhis çabaları bilinmektedir. Yine bütün büyük ressamlara kulak verdiğimizde onlardan istidat sahiplerine söyledikleri şu sözü duyuyoruz: “İşe tabiatı incelemekle başlamalı” diğer ilimlerle beraber, müşahhas olarak tabiatı, nesneyi, rengi, şekli, nesnelerin birbirleriyle ilgileri, insanın tabiatla ilişkisi vs... akla bu neviden ne geliyorsa, iş böylece sanatçının onu algılamasına ve sezgi yoluyla hakikatleri arayarak tabiatın taklidinden kurtulmasına geliyor. "Resim "redd" kökündendir; ruh ve halefi -tecellisi tabiat arasındaki karşıt, zıtlık. Ressam, Mutlak Musavvir'in marifetine eristikçe, tecellisi olan resimler benzersizleşecektir."(4).
Soyut resim 20. yüzyıla damgasını vurmuştur denilebilir. Ressam Cezanne tabiata zıt olarak, geometrik biçimlerle silindir ve küplerle tabiatın resmedilmesini ister.
Kandinsky, nesnenin resimlerine zarar verdiğini söyler. Rus ressam Kazimir Malewitsch (Mutlak Hakikat anlayışındaki yanlışlıktan dolayı, resimlerini her ne kadar "hiçlik" olarak adlandırsa da) iç hakikati non-figüratif resimde aradığını belirtir. Paul Klee nesnelerin kendilerini değil, anlamlarını görünür kılmak ister.
Mücerret resimde "redd" daha belirgin görünür. Basit bir misalle; bir daire formu çizip, dairenin altına bitişik dikey bir çizgi çekildiğinde ve bu resme ağaç ismi konulduğunda artık o bir ağaç resmidir ve dallar, yapraklar resme dahil edilmeyerek reddedilmiş tecrit edilmiş olur.
Yoğunlaşma tecride dair bir mevzudur ve tecrit edilen obje de hem "red" gerçekleştirirken hem de mevzuu ve etrafı da kendi içinde ihata eder. "Redd: Geri döndürmek...
Çevirmek... Kabul etmek... Def etmek... Kerre...
Vâri... Bir şeyin karşılığını icra etmek... Aks... Yankı...
Dil tutukluğu!.."(5)
Yukarıda "objektif zorunluluk"la yapılan "şey" varoluşun zorunluluğuyla irtibatlandırdık, bu çerçeveden bakıldığında -ihata edilen şey- bir sonraya başka bir ifade biçimiyle taşınabilir; "Sanat alışkanlıkları kırmaktır!" böylece donma ve statiklik de engellenmiş olur." (...) "düşüncesinin sanat aracılığıyla aktarılması" bahsinde "sezgi" ile "düşünce-tasavvur" arasında birebir mana akrabalığı vardır; hayatin, ruhun, sezginin sürekli akışı içinde çizim gerçekleştiği anda biten, ardı ardına yeni atılımlar demektir. Bu manada çizim, sezgi ve samimiyettir; taklit edilemez."(6)
Materyalizmin insan kafasını bulandırması neticesinde, resim sanatı da ülkemizde kendi mevzuunu neredeyse yitirmiş, klişe sözler etrafında ve uçar bir tavır içinde bir hâle bürünmüş durumda diyebiliriz. Batılı gibi olma, sanatkâr tabakadan sayılma hevesi içinde ressamlar yahut bu isle ilgilenenler, almış başını gitmiş, her türlü rastgele davranış da basın ve yayınla pohpohlamış, hal böyle olmakla beraber, hakkı fikrin üstünü örtme çabası içinde de, ilericilik, moderncilik gibi kelime oyunlarıyla yanlış yanlışlar yapılmakta. Bir ressam üzerinden konuşulduğunda, onun, he dünya görüşünden, he estetik ve sanat alayından, ne hangi akımlardan geçtiğine dair ve ne de ne gibi ufuklara yol açtığından bahsedilmiyor, tok duyduğumuz, cümle, benzerleriyle beraber; “rahmetli çok güzel içerdi?”
Resim üzerine yazılmış Türk yazarların kitaplarına bakıyoruz. Resmin genel tarihi Evrim teorisi mantığı içinde işleniyor ve bizon-öküz resimlerine saplanılıp, her türlü hikmetten mahrum olarak -geçmiş çağ insanları avla uğraşıyorlardı bunun içinde öküz resmediyorlardı- diye yazıyorlar. Hani şu hafif kambur, elinde mızrak, saçı, sakalı birbirine karışık mağarada insan imajı. Kronolojik tarih olarak, bulunan en eski resimleri esas almak başka, resmin genel tarihini bu çerçevede değerlendirmek başka bir şeydir. Hakeza şekillerin ve suretlerin bir hikmeti olduğu zaviyesinden bakılınca, isin sadece avlanmaktan ibaret olmadığı görünür.
Yüzyıla hâkim fikirden yayılan ışık pırıltılarına gözümüzü çevirdiğimizde görürüz ki; “Eğer iş hikmet noktasından alınırsa, Âdem Peygamber’den bugüne uzanan bir çizgide ele alınacak insanlık tarihi, kendine bitişik resminde tarihi olur. İş resim yapan, yani ressam yönüyle değerlendirilirse, ‘herkes üzerinde bulunduğu isin zaman içindedir!’ hikmeti gereği, o iç ve dış yönüyle kendi zamanını-tarihini resmetmektedir.”(7)
*
Formun ve rengin çeşitliliği içinde şu an, zamanımızda resim sanatını sahte bir davranış ve "fantezi" olmaktan çıkarıp onu "ihya" etme mecburiyet olduğu muhakkak.
"Resmi "bir bakımlık" olmaktan ve bir bakımda fonksiyonunu yitirmiş olmaktan kurtaracak şey, onun etrafındaki her neviden edebiyattır; hikemiyat, tenkit, sır ve musikî gibi sair sanat dalları, çeşitli soydan ilimler"(8)
Zamanımızın çizgisini -formunu, estetiğini yakalayabilmek, aşikâr olarak görülüyor ki, BD-İBDA fikriyatına bağlılıktan ve ancak oradan alınan ışıkla eşya ve hadiselere tesir etme kabiliyetinden geçiyor. Bunun aksi, bir yenilik ve hamleden uzak, tekrarcı, Kandinsky’nin benzetmesiyle; “taklitçi maymun”luk durumudur.
Dipnotlar:
1- Salih Mirzabeyoğlu, Elif Sh: 14
2- a.g.e Sh: 35
3- Kandinsky, Sanatta Ruhsallık Üzerine, Sh: 84
4- Salih Mirzabeyoğlu, Elif Sh: 180
5-Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü 1.Cilt, Sh: 423
6- Salih Mirzabeyoğlu, Elif Sh: 46
7- age. Sh: 22
8 - a.g.e.Sh: 50 a
Cihat Özbolat, Aylık Dergisi 14. Sayı, Kasım 2005