Münih Güvenlik Konferansı, uzun yıllar boyunca ABD'nin NATO’ya bağlılığını teyit eden ve Batı ülkeleri için stratejik güvenliğin teminatı sayılan bir platform iken, 14-16 Şubat tarihleri arasında gerçekleşen bu yılki toplantı, ABD'nin Avrupa'ya yönelik yaklaşımında belirgin bir değişimin sinyallerini verdi. ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’ın “içeriden bir tehdit” vurgusuyla Avrupa’yı eleştiren söylemleri, ABD’nin geleneksel NATO taahhütlerinden uzaklaşma eğiliminin başlangıcı olarak yorumlandı.
Konferansta, ABD’nin yeni dış politika çizgisinin, Avrupa’nın kendi savunma mekanizmalarını güçlendirme çağrısını tetiklediği gözlemlendi. Avrupa liderleri, özellikle mevcut güvenlik paradigmasının sarsıldığını ifade etmiş, kendi askeri ve ekonomik kapasite artışlarına yönelme gerekliliğini vurgulamıştı. Tartışmaların ardından, bazı ülkeler savunma harcamalarını artırarak kendi stratejik özerkliklerini pekiştirme planlarını devreye sokma kararı almış; böylece transatlantik ittifak içinde yeni dengelerin oluşabileceği öngörülmüştü.
Eski Dünyanın Yıkımı mı?
Trump yönetiminin, klasik ABD dış politikasına ilişkin “liberal küreselciliğin ABD çıkarlarına en iyi şekilde hizmet edeceği fikrini” terk etmesi, özellikle Avrupa ve Orta Doğu ülkelerindeki ‘derin yapıların’ sarsılmasına yol açma ihtimalini ortaya çıkarmış gibi gözüküyor. Trump’ın başkanlık koltuğuna geçtiği gün yaptığı ilk icraatlar; gümrük vergilerini artırmak, mülteci yasalarını sıkılaştırmak ve USAID gibi küresel ölçekli “yardım” adı altında ajanlık fonlarını iptal etmek oldu. Ayrıca Kanada, Meksika ve Grönland topraklarında hak ilan ederek bu ülkelerdeki petrol ve doğal gazları sahiplenmesi; Ukrayna’da savaşın bitmesi karşılığında yerel kaynakların yarısının ABD’ye istenmesi; Rusya ile (AB’nin hiçbir dahli olmaksızın) Ukrayna için barış görüşmelerinde bulunulması gibi gündemler, ABD'nin yeni bir dünya peşinde olduğunu alenen göstermiş oldu.
ABD, içeride on binlerce kişiyi işten çıkarırken “sistemi revize etme” gerekçesiyle, küresel çapta etkin olan kuruluşlarını teker teker ortadan kaldırmaya; dışarıda ise uluslararası üst kurumları benzer biçimde yok ederek, devletler ve milletler topluluğu için kısıtlayıcı, düzenleyici tüm yapıları yıkmaya başladı.
Fırsatlar Dünyasında Türkiye
Trump’ın bu yeni adımlarını okuduğumuzda bile, gidişatın hangi yöne doğru olduğunu görebiliyoruz. Zira, istihbarat uzantıları olan ülke içindeki ‘sabit yapıların’ yıkılması gerçeği, Türkiye ve İslam alemi için çok büyük fırsatlar sunmaktadır. İngiltere ve ABD’nin 150 yılda dünyayı yönetmek için inşa ettiği bu yapının son 20 yılda daha da spesifik hale gelmesiyle, sistemin artık kime hizmet ettiği sorusu gündeme gelmiş; Trump da, doğrudan bu statükoyu yıkacağı beyan ederek başkanlığa seçilmişti. Türkiye gibi, ekonomiden siyasete; kültürden askeriye kadar, göbeğinden ABD “derin yapısına” bağlı bir devlette, sistemin hareketsiz kaldığı anlarda adım atmak oldukça güçken, yeni statüko ile birlikte korkularından azade hareket edebilecek bir ülke ortaya çıkabilir hale gelmiştir.
Hükümetin son birkaç aydaki adımlarının en önemli dayanak noktalarından biri de, muhtemelen Trump’ın bu siyaseti gibi gözüküyor. Özellikle, Trump’ın kendi ağzından takdir edilmiş bir lider olması, Erdoğan’ın elinde güçlü bir koz bulunmasını sağlıyor. Bunu, son günlerde AB liderlerinin Erdoğan’a müspet yaklaşımlarından ve Zelenski’nin dün itibariyle Türkiye’ye gelmesinden (ki, Rusya ile ABD’nin barış görüşmeleri yaptığı anlarda Erdoğan ile görüşüyordu) görmek mümkündür.
Türkiye’nin son yirmi üç yıllık dönemde belirli kırılma anları yaşamasına rağmen bunları değerlendirememesinin acısını her geçen gün daha fazla hissediyor. Kader planında, insanın eline nadir geçen fırsatlar, kişinin yapacağı hamlelerle müspet ya da menfi şekilleneceği ortada iken, yeniden ele geçen imkanları doğru değerlendirmek artık zaruri bir hal almıştır. Başta ekonomi ve siyaset olmak üzere, tüm sahalarda yeniden bir inşanın adımları için, artık mani sayılabilecek engeller bir bir ortadan kalkmaktadır.
Bu noktada, her ne kadar Erdoğan mevcut siyasete adapte olmuş görünse de, kendisinin “muvazaacı” tavrı sebebiyle gereken adımları atmama tehlikesi bulunmaktadır. Nitekim, 15 Temmuz sonrası askeriyede Kemalist kesimin tasfiye edilmesi beklenirken, bugün orduda tekrar darbe fısıltıları dolaşıyor. Alanen CIA ile ilişkili olan CHP siyasetçileri, sanki hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ediyor. Doğrudan Elon Musk’ın ifadesiyle, “yabancı ülkelere fon sağlayan USAID” beslemesi, vakıflar ülke içinde cirit atıyor. Batı sisteminin burjuva ayağı, TÜSİAD, hükümete parmak sallayabiliyor. DİSK, eskisine göre belki de daha şiddetli şekilde propagandasına devam edebiliyor. Daha sayamayacağımız kadar yaşanan olayların sebebi ise, 15 Temmuz ile birlikte ele geçen fırsatın kullanılmamasından kaynaklanmaktadır.
Yukarıda saymış olduğumuz CIA uzantısı yapının devre dışı bırakılması için gerekli şartlar oluşmuş, sınır komşumuz olan Suriye ile birlikte ortak bir çatı altında birleşme imkanı artık hiç olmadığı kadar kuvvetlenmiştir. Suriye’de, ABD ve İsrail uydusu PKK devletine imkan vermeden yapılacak bir operasyon ile bölgesel şartlar Türkiye lehine döndürülebilir.
Dünyanın gelmekte olduğu bu ahval, Türkiye açısından da belli şeylerin sonuna gelindiği bir döneme denk düşerken, yeni bir fırsat olarak kendini gösteriyor. Türkiye’nin proaktif bir tavır almasıyla hem AB hem de Arap dünyası için alternatif olma imkanı olacaktır. Erdoğan, “tacirlik” maharetlerini kullanarak Trump ve Putin ile masaya oturup kazanç elde etme ihtimalini hiç olmadığı kadar artırmıştır. Mevcut hali, Erdoğan’a siyasi hayatında eline geçmeyecek bir fırsatı değerlendirip tarihi adımlar atabilecek imkanlar sunmuş gibi gözüküyor.
Baran Haber Görüş