Yusuf Kaplan, “Göçebe toplum”dan, İslâm’a gebe “sanal göçebe insan”a..." başlıklı yazısında modern zamanların göç kavramını nasıl dönüştürdüğünü ele alıyor. Göç olgusunun son beş yüzyılda köklü anlam değişiklikleri geçirdiğine dikkat çekiyor.
Kaplan'a göre, geçmişte mekânsal bir eylem olarak tanımlanan göç, bugün çok daha karmaşık bir hal alarak zihinsel bir sürece dönüşmüş durumda. Bu süreçte insanlar, fiziksel mekânlardan çok, zihinsel ve dijital alanlarda göç ediyorlar.
Kaplan, küreselleşme sürecinin insan üzerindeki etkilerini derinlemesine incelerken, bu sürecin ekonomik ve kültürel sınırların ortadan kalkmasıyla beraber insanlığı ontolojik bir felakete sürüklediğini vurguluyor. Bu süreçte insanın ufkunun daraldığını, insanaltı bir varlığa dönüşme riskiyle karşı karşıya kaldığını belirtiyor. Kaplan'a göre, modern dünya, insanı hız, haz ve ayartma peşinde koşan bir varlık haline getiriyor, bu da insanın temel insanlık değerlerinden uzaklaşmasına neden oluyor.
Yazar, küreselleşmenin tarihsel bağlamını ele alırken, modernite projesinin insanın tanrılaştırılması çabası olduğunu ortaya koyuyor. Martin Heidegger ve René Descartes gibi filozofların bu süreci nasıl şekillendirdiğini tartışıyor. Modern insanın, Descartes'ın "tabiatın efendileri ve hâkimleri olacağız" sözüyle simgelenen tanrılaşma çabasının, küresel çapta toplumlar ve medeniyetler üzerinde yıkıcı etkiler oluşturduğunu söylüyor. Kaplan, bu yıkıcı etkilerin, 16. yüzyıldan itibaren milyonlarca insanın sömürgeleştirilmesi, katledilmesi ve sürgün edilmesi gibi tarihsel trajedilerle sonuçlandığını dile getiriyor.
20. ve 21. yüzyıllarda yaşanan küresel trajedilere de değinen Kaplan, Bosna'daki katliamlar, Irak ve Suriye'deki savaşlar gibi olayların modern dünya düzeninin nasıl barbarca nitelikler sergilediğini ifade ediyor. Gazze'de yaşananların canlı yayında insanlık dışı bir soykırım olarak dünya çapında gösterildiğini belirten Kaplan, bu olayların dünya çapında insanlığın İslâm'ın adalet ve ahlak ilkelerine olan ihtiyacını gözler önüne serdiğini vurguluyor.
Kaplan, dünyanın İslâm’a bu kadar gebe kaldığı ve aynı zamanda İslâm’a bu kadar saldırıldığı bir zaman diliminde yaşadığımızı belirtiyor ve şunları dile getiriyor:
"Göçebe toplum kavramı, tarihe karıştı artık: Mekân duygusunu, aidiyet şuurunu yitiren sanal bir dünyada göçebe olarak yaşayan daha doğrusu sanal dünyanın labirentlerinde oraya buraya yuvarlanan kimliksiz yığınlardan oluşan, ruhu çalınmış bir “dünyasız insan” ve “insansız dünya”nın tam ortasındayız.
İnsana yerini, konumunu, kimliğini, ruhunu, emaneti üstlendiği şuuruyla yaşayan, insanlığın yükünü omuzlarında taşıma şuurunu koruyan tek insan tipi Müslüman İnsan›ın önü alabildiğine açılıyor aslında.
Tam da İslâm’ın hayata değen hakikatinin insanlığa yeniden hayat sunacak ilkelerine bütün insanlığın ekmek kadar su kadar ihtiyaç hissettiği bir ontolojik felâketin orta yerinde, nefes alıp verme savaşı, insan kalma, insanca bir hayat sürdürme mücadelesi veriyor bütün insanlık...
Dünya’nın İslâm’a bu kadar gebe kaldığı ender bir zaman diliminin tam ortasındayız.
Ama öte yandan da İslâm’a bu kadar saldırıldığı ve Müslümanların dünyanın İslâm’a ekmek kadar su kadar ihtiyaç hissettiği gerçeğini görebilmelerinin bu kadar zorlaştığı zaman dilimi yaşanmadı tarihte.
Dünyanın nereye gittiğini, nasıl bir ontolojik yok oluş felâketinin eşiğine sürüklendiğini kavrayabilirsek ve İslâm’ın bize yüklediği emaneti bihakkın taşıma şuuruna kavuşabilirsek, gelecek
İslâm’a dünden daha fazla gebedir.
Küre ölçeğinde yaşanan bu hem sosyo-kültürel göç hem de ontolojik sanal göçebelik hâlini ancak o zaman insanlığın kendine gelebileceği, âdil bir dünyanın kurulması imkânına dönüştürebiliriz Allah’ın (cc) lûtfu ve keremiyle..."