1856 yılında Liverpool’da dünyaya gelen William Henry Quilliam, köklü ve varlıklı bir Hristiyan ailede büyüdü. Metodist mezhebine bağlı olan ailesinin etkisiyle dindar bir çocukluk geçirdi. Henüz genç yaşta alkolizm karşıtı cemiyetlerde aktif rol alarak sosyal sorumluluk bilinci geliştirdi. Liverpool Institute’te aldığı kaliteli eğitimin ardından hukuk okuyarak avukat oldu ve kısa sürede “fakirlerin avukatı” olarak ün kazandı. Zira adalet arayışında zorluk çekenlerin haklarını savunmaktan çekinmeyen, vicdanlı bir hukuk adamıydı. Ancak Quilliam’ın meraklı ve araştırmacı ruhu onu mesleki başarının ötesinde yeni ufuklara yöneltti. Jeoloji, antropoloji ve zooloji gibi farklı bilim dallarına ilgi duydu, dünyayı gezerek farklı kültürleri ve inanç sistemlerini yakından tanıma fırsatı buldu. Bu entelektüel arayışı, onu sonunda manevi bir yolculuğa çıkaracaktı.
Quilliam’ın hayatını değiştiren dönüm noktası ise 1887 yılında gerçekleştirdiği Fas seyahati oldu. Kuzey Afrika’nın egzotik atmosferi ve karşılaştığı farklı dinî inançlar, onda derin bir etki bıraktı. Özellikle İslâm dini ve Müslümanların yaşam tarzı, Quilliam'ın zihninde yer etmiş Hristiyan dogmalarını sorgulamasına neden oldu. İngiltere'ye döndüğünde İslâm dini hakkında detaylı araştırmalar yapmaya başlayan Quilliam, Kuran-ı Kerim'i okudu, İslam alimlerinin eserlerini inceledi ve Müslümanlarla birebir görüşerek sorularına cevap aradı. Sonunda büyük bir karar alarak 31 yaşında Müslüman oldu ve Abdullah ismini aldı. Bu karar, sadece kişisel bir dönüşüm değil, aynı zamanda İngiliz toplumunda da büyük yankı uyandıracak bir hareketin başlangıcıydı.
İngiltere’de İslâm’ın Öncüsü ve Osmanlı Hayranlığı
Abdullah Quilliam, İslâm’ı seçtikten sonra inançlarını yaymak ve İngiltere’de Müslümanlara bir merkez oluşturmak için büyük bir özveriyle çalışmaya başladı. 1887 yılında Liverpool’da kendi evini camiye çevirerek ülkenin ilk camisini kurdu. Bu, İngiliz tarihinde bir ilk olmanın ötesinde, Quilliam'ın cesaretinin ve kararlılığının da bir göstergesiydi. Daha sonra Brougham Terrace’da satın aldığı bir binayı genişleterek cami, kütüphane, müze, yatılı ve gündüzlü okullardan oluşan küçük bir külliyeye dönüştürdü. Bu külliye, sadece ibadet yeri olarak değil, aynı zamanda bir eğitim ve kültür merkezi olarak da hizmet veriyordu. Burada İslâmî ilimlerin yanı sıra fen bilimleri, sanat ve yabancı dil dersleri de veriliyordu. Quilliam’ın kurduğu bu merkez, İngiltere’de İslâm’ı öğrenmek ve yaşamak isteyenler için önemli bir çekim merkezi haline geldi ve kısa sürede ülkenin dört bir yanından Müslümanlar buraya akın etmeye başladı.
Quilliam, sadece Liverpool’da değil, İngiltere’nin farklı bölgelerinde de konferanslar vererek İslâm’ı anlatmaya ve önyargıları kırmaya çalıştı. O dönemde İngiltere'de İslâm hakkında yaygın olan yanlış bilgileri ve önyargıları düzeltmek için büyük çaba sarf etti. “The Crescent” ve “The Islamic World” adlı iki dergi çıkardı ve bu dergiler aracılığıyla İslâm dünyasındaki gelişmeleri İngiltere’ye taşıdı. Bu yayınlar, İngiliz toplumuna İslâm'ı daha yakından tanıma ve Müslüman dünyasıyla bağ kurma fırsatı sundu. Quilliam'ın bu çabalarının en önemli yönlerinden biri ise Osmanlı İmparatorluğu'na ve özellikle de 2. Abdülhamid'e duyduğu derin saygı ve hayranlıktı. Quilliam, Osmanlı Hilafetini İslam birliğinin sembolü olarak görüyordu ve Müslümanların halife etrafında kenetlenmesi gerektiğine inanıyordu. Bu inancı, hem yazılarında hem de eylemlerinde açıkça görülüyordu.
Quilliam’ın çabaları sayesinde, Viktorya dönemi İngiltere’sinde 600’den fazla kişi İslâm’ı seçti. Bu dönüşümler, sadece dini bir tercihin ötesinde, aynı zamanda Quilliam'ın liderliğine ve İngiliz toplumundaki değişimlere de işaret ediyordu.
2. Abdülhamid ve Şeyhülislamlık Unvanı
Abdullah Quilliam’ın İngiltere’de İslâm’ı yaymak için gösterdiği çabalar ve Osmanlı Hilafetine olan bağlılığı, dönemin Osmanlı Padişahı 2. Abdülhamid’in dikkatini çekti. Panislâmizm fikrini benimseyen ve Müslümanların birliği için çalışan 2. Abdülhamid, Quilliam'ı hem takdir ediyor hem de İngiltere'deki Müslümanları örgütlemek ve İslam birliğini güçlendirmek için önemli bir figür olarak görüyordu. Bu nedenle Quilliam'ı İstanbul’a davet etti. 1891 yılında İstanbul’a giden Quilliam, Yıldız Sarayı’nda büyük bir törenle karşılandı. Bu, sadece bir din adamının değil, aynı zamanda İngiltere'deki Müslüman topluluğunun da Osmanlı Devleti tarafından tanındığının bir göstergesiydi. Quilliam, 2. Abdülhamid ile görüşerek İngiltere'deki Müslümanların durumu hakkında bilgi verdi ve Osmanlı hükümetinden destek istedi. 2. Abdülhamid tarafından Mecidi Nişanı ile taltif edildi. Bu nişan, Quilliam'ın hem İngiltere'deki Müslümanlar hem de Osmanlı Devleti nezdinde prestijini artırdı.
1894 yılında ise 2. Abdülhamid, Quilliam’a “Britanya Adaları Şeyhülislâmı” unvanını verdi. Bu unvan, son derece önemli ve sembolik bir anlam taşıyordu. Quilliam’ın İngiltere’deki Müslümanlar üzerindeki dinî otoritesini pekiştiriyor, aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin ona verdiği desteği de açıkça ortaya koyuyordu. Quilliam, bu unvanla birlikte, sadece bir din adamı değil, aynı zamanda İngiltere'deki Müslümanların siyasi temsilcisi konumuna da yükselmişti. Bu durum, İngiliz hükümetinin tepkisini çekse de, Quilliam, Osmanlı Hilafetine olan bağlılığından asla vazgeçmedi. Quilliam, bu unvanla birlikte, Lagos’ta bir caminin açılışında 2. Abdülhamid’i temsil etti ve İngiltere’de Osmanlı Devleti’nin çıkarlarını savunmaya devam etti. Bu görevi, hem dini liderliğini hem de siyasi etkisini kullanarak yerine getirdi.
Zorluklar ve İngiltere’den Ayrılış: Bir Mücadelenin Sonu
Abdullah Quilliam’ın faaliyetleri, İngiliz toplumunda ve basınında da zamanla tepkilere yol açtı. İslâm’ı yaymaya çalışması, Osmanlı Devleti ile yakın ilişkileri ve İngiltere’nin sömürge politikalarını eleştirmesi, onu “vatan haini” olarak suçlayanların sayısını artırdı. Özellikle İngiliz basını, Quilliam'ı hedef alan karalama kampanyaları başlattı ve onu toplum nezdinde itibarsızlaştırmaya çalıştı. Ayrıca Quilliam’ın karıştığı bir boşanma davasında usulsüzlük yaptığı iddiaları da gündeme geldi. Bu iddialar, Quilliam'ın düşmanları tarafından aleyhine kullanıldı ve kamuoyunda oluşan olumsuz algıyı daha da güçlendirdi.
Tüm bu baskılar ve eleştiriler sonucunda, Quilliam 1908 yılında İngiltere’den ayrılmak zorunda kaldı. Oğlu Robert ile birlikte İstanbul’a giden Quilliam, burada bir süre yaşadıktan sonra 1910 yılında İngiltere’ye geri döndü. Ancak artık eski popülaritesini kaybetmişti ve İslâmî faaliyetlerini eskisi gibi sürdüremedi. Toplumda oluşan olumsuz imajı ve yaşadığı maddi zorluklar, Quilliam'ı zor durumda bıraktı.
Son Yılları ve Mirası: Unutulmayan Bir Öncü
Abdullah Quilliam, hayatının son yıllarını Henry de Leon takma adıyla inzivaya çekilerek geçirdi. Bu dönemde, İngiliz istihbaratı tarafından izlendiği iddia edildi.. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’ye seyahatler gerçekleştirdi ve hakkında Meşrutiyet yönetimine karşı kin beslediği ve İngiliz istihbaratı için çalıştığı gibi iddialar ortaya atıldı.
Abdullah Quilliam, Brookwood Mezarlığı'nda kendisi gibi Müslüman olan ve Kur'an-ı Kerim'in İngilizce mealini kaleme alan Marmaduke Pickthall'in yanında yatmaktadır.
1932 yılında Londra’da vefat eden Quilliam, Brookwood Mezarlığı’na defnedildi. Geride bıraktığı eserler ve İngiltere’de İslâm’ın yayılması için verdiği mücadele, onu unutulmaz bir figür haline getirdi. Quilliam, İngiltere'de İslâm'ın yayılmasında öncü bir rol oynamış, ülkenin ilk camisini kurmuş ve yüzlerce kişinin Müslüman olmasına vesile olmuştu. Ayrıca Osmanlı Hilafetine olan sarsılmaz bağlılığıyla da tanınıyordu.