Rusya'ya ve Ukrayna ile savaşına karşı yorulmak bilmeden konuşmaya devam eden Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, 14 Ekim'de işgalci İsrail'in Gazze'deki soykırımına dolambaçlı bir gerekçe sunacak kadar ileri gitmişti. Baerbock Alman parlamentosunda yaptığı konuşmada: “Hamas teröristleri insanların arkasına, okulların arkasına saklandığında... sivil yerler koruma statüsünü kaybeder, çünkü teröristler bunu kötüye kullanır” demişti. Baerbock'un mantığı işgalci İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve onun aşırılık yanlısı bakanlarının bir kopyasıdır.

Gerçek şu ki, Filistinli savaşçıların “sivillerin arkasına saklandığına” dair inandırıcı bir kanıt yok, ancak terörist İsrail'in sivilleri canlı kalkan olarak kullandığına dair çok sayıda iyi belgelenmiş kanıt bulunuyor. Bu durum, işgalci İsrail'in kısmen Alman silahlarını kullanarak bir soykırım gerçekleştirdiği gerçeğinden rahatsız olmayan Alman hükümeti için önemli değildir. Gerçekten de Almanya, Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İsrail ve Yahudi liderleri Gazze halkına soykırım ve imha uygulamaktan soruşturmasına rağmen işgalci İsrail'e silah tedarik etmeye devam eden ülkelerden biridir.

Ne yazık ki, aynı zamanda şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Almanya Avrupa toplumu içinde işgalci İsrail'in en büyük destekçisi olmaya devam ediyor. Elbette Almanya bunda yalnız değildir. Başta katil İsrail'in en büyük hamisi ABD olmak üzere Batılı hükümetler, yıllar boyunca ve bugüne kadar işgalci İsrail'e maddi ve siyasi destek sağlamaya devam etmiştir. Ayrıca, Gazze'deki soykırım ivme kazanmaya devam etmesine ve Kuzey Gazze'nin sistematik imhası noktasına ulaşmasına rağmen, Batılı hükümetler terörist İsrail'i herhangi bir hesap verebilirliğe karşı korumak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Ortak bir tutum yok

İspanya ve İrlanda gibi ülkeler İsrail'e yönelik eleştirileriyle öne çıkarken, diğerleri hala Tel Aviv'e dünyanın Filistin halkına karşı işlediği korkunç suçlardan bıktığı mesajını verebilecek anlamlı bir duruşu geciktirmenin yollarını arıyor.

Geçtiğimiz mayıs ayında, İspanya Başbakan Yardımcılığı görevini de yürüten Çalışma Bakanı Yolanda Diaz, işgalci İsrail'in Gazze'de işlediği suçları soykırım olarak nitelendirdi ve açıklamasını “nehirden denize Filistin özgür olacak” sözleriyle bitirdi. Bunu 6 Haziran'da İspanya'nın Güney Afrika'nın UAD'de işgalci İsrail'i soykırımla suçlayan davasına katılma talebinde bulunması izledi. Belçika ve İrlanda da dahil olmak üzere diğer Avrupa ülkeleri de benzer bir tutum sergileyerek Avrupa devletlerinin dış politikada hala bir dereceye kadar bağımsız olduklarını ve Washington'a ya da Brüksel'in kolektif tutumuna karşı etik davranabildiklerini gösterdiler. Almanya ve İspanya modellerinin yanı sıra, soykırım yapanlar ile soykırım kurbanları arasında orta bir pozisyon ve eşit mesafe için yarışanlar da var. Fransa ve İtalya bu kategoride yer alıyor.

ABD, Filistin destekçisi öğrencilere terörist muamelesi yapıyor ABD, Filistin destekçisi öğrencilere terörist muamelesi yapıyor

Hem Paris hem de Roma, işgalci İsrail'in ve onun “kendini savunma hakkının” güçlü destekçileriydi ve aslında hala da öyleler. Fransa ve İtalya, Filistin'in 57 yıllık işgaline ve hatta devam eden soykırıma rağmen Tel Aviv'e bu hakkı vermeye devam ediyorlar. Terörist İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşının başlangıcında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İtalya Başbakanı Giorgia Meloni Netanyahu'ya sınırsız destek sunmaya koşarak istilacı İsrail'in kendini savunma hakkını bir kez daha teyit ettiler ve böylece Filistin halkının soykırımını onayladılar. Ayrıca devam eden savaşta İsrail'e maddi, istihbari ve siyasi destek de sağladılar.

İşgalci İsrail, Fransa ve İtalya'nın yoluna çıkmaya başladı

Dünya kamuoyunun soykırımcı İsrail aleyhine dönmesi, Netanyahu'nun Gazze'de “tam zafer” elde edememesi ve Lübnan'da Hizbullah'ı ezmeye yönelik umutsuz girişimi nedeniyle hem Fransa hem de İtalya körü körüne verdikleri desteği sorgulamaya başladılar. Bazı Avrupalı liderler için  işgalci İsrail bir sorumluluk alanı haline geldi ve Netanyahu'nun askeri maceracılığı artık Fransa ve İtalya gibi ülkelerin Orta Doğu'daki jeopolitik iddialarıyla çelişiyor.

Yukarıdaki iddia Fransa Cumhurbaşkanı Emmunuel Macron'un 6 Ekim'de İsrail'e silah sevkiyatını durdurma çağrısını açıklar nitelikte. Fransa Lübnan'ı bir “Fransız meselesi” olarak görmeye devam ediyor ve terörist İsrail'in ülkeyi işgali Fransız nüfuzuna doğrudan bir meydan okuma anlamına geliyor. Öte yandan İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, Gazze soykırımına tam destek verirken, işgalci İsrail'in Lübnan'daki Birleşmiş Milletler Gücünü (UNIFIL) hedef almasını, İtalyan Uluslararası Siyasi Araştırmalar Enstitüsüne (ISPI) göre İtalya'nın “UNIFIL güçlerine Avrupa içerisinde en büyük katkıyı yapan ülke” olması nedeniyle, aşılmaması gereken bir kırmızı çizgi olarak görüyor.

İşgalci İsrail'in Gazze ve Lübnan'da işlediği suçlara ilişkin olarak Avrupa'nın tutumunda köklü bir değişimden bahsetmek en iyi ihtimalle erken, en kötü ihtimalle de yanlış olacaktır. Ancak İspanya, İrlanda, Norveç, Belçika ve diğerlerinin başını çektiği ve bir dereceye kadar Paris'te de hissedilen bir değişim yaşanıyor.

Terörist İsrail'in Batılı destekçileri ve koruyucuları arasındaki bu yavaş değişimin dış politikada kalıcı bir değişime dönüşüp dönüşmeyeceği ileride görülecektir. Şimdilik Avrupa'nın en önde gelen ülkeleri bile savaşın gidişatını değiştiremiyor. Netanyahu'nun stratejisini ancak bölgenin kendi dinamikleri ve Filistin ve Lübnan halklarının direnci yenebilir.

Kaynak: AA