Son 30 yılın dünya çapındaki en önemli olgularından birisi göç. Bölgesel savaşlar, açlık, ekonomik eşitsizlik ve Batı rüyasına kapılma gibi farklı gerekçelerle; kitleler topraklarını terk ediyor. Göç sürecinin ana hedef noktası, çoğunlukla Batı Avrupa ülkeleri ve ABD oluyor.
Ancak, hikâyenin diğer tarafında yer alan Batı ülkeleri için durum oldukça karmaşık. Bir yandan Batı Avrupa haklarının âtıl hale gelmesi ve yaşlanması ile işçi ithal etme süreci artarak devam ediyor. Öte yandan kendi kurdukları dünyanın, yine kendilerinin sebep olduğu savaşlar ve eşitsizlik nedeniyle ortaya çıkan göç dalgaları ile yıkılmasından korktukları için on binlerce insanın ölmesine göz yumuyorlar.
“Ya sistemin bir parçası ol ya da öl”
Batı ülkelerinin ‘yabancılarla’ olan sınavı çok eski tarihlere dayanıyor. Katolikliğin getirdiği anlayışla, yabancı bir unsurla karşılaşıldığında (ki bu yabancı Ortodoks da olabilir) ya o grup asimile edilerek Katolikleştirilir ya da yok edilmeye çalışılır. Bu anlamda Müslümanlıkta olduğu gibi ‘zımni’ statüsüne sahip olunmaması Katolikliği yabancıya tahammülsüz hale getirmiştir.
Bu durum yıllar geçip, Batı’nın “seküler, laik ve hümanist” bir toplum olmasıyla da değişmemiştir. Avrupa’da, keşiflerle Afrika’dan getirilen köleler ile başlayan süreç işçi ithal etmeye dönüşmüş ama hiçbir zaman zorda kalmış bir topluluğa kapılarına açma gibi bir durum yaşanmamıştır. Bu anlamda Batı için esas olan Katolik olmaklıktan çıkarak, sermayenin neresine konumlandığına dönüşmüştür. Batı ülkelerinde artı değer üretecek kapasiten varsa yaşamaya hak kazanabilecekken, böyle bir kapasiten yoksa ölmen kimsenin umurunda olmaz.
“Hepimiz göçmensiniz ama bazılarınız daha göçmensiniz”
Batı ülkelerin yukarıda bahsettiğimiz tavrını en yakın örnekle gösterelim. Önce Yunanistan açıklarında yaşanan feribot faciası: “Yaklaşık 750 kişinin bulunduğu 104'ünün kurtarıldığı kazanın üstünden günler geçmesine rağmen, 500'den fazla sığınmacıdan hala haber alınamadı, bu kişilerin öldüğü kabul ediliyor. Dünya basınında hayatta kalan sığınmacıların basına sızdırılan ifadelerinin, Yunan yetkililerin yaptığı açıklamalarla çeliştiğine dikkat çekildi. Yetkililer, yolcuların İtalya kıyılarına ulaşmaya çalıştıklarını ve yardım istemediklerini söylerken, teknenin motorunun batmadan bir gün önce bozulduğu öğrenildi. Teknenin batmasına neyin sebep olduğu ise hala tartışmalı. Yunan sahil güvenliğinin tekneye halat bağlaması sebebiyle devrildiği iddiaları, yetkililer tarafından reddedilmişti. Başta batan teknenin belirli bir uzaklıktan takip edildiğini söyleyen yetkililer, sonrasında tekneyi dengelemek için halat fırlatıldığını kabul etti.”
Bugüne kadar sırf Yunanistan açıklarında, binlerce kişinin göç etmeye çalışırken öldüğü tahmin ediliyor. Ölümlerin bir kısmında doğrudan Yunan botlarının dahil olduğu iddia ediliyor. Avrupa Birliği’nin Avrupa’ya gelecek göçmenleri adeta kale savunması için öne sürdüğü Yunanistan görevini büyük bir şevkle gerçekleştiriyor.
Benzer göç süreçlerinin İspanya açıklarında Fas ve Cezayir’den gelmeye çalışan insanların da yaşadığı ve orada da İspanya hükümetinin ‘büyük bir savaş’ verdiği biliniyor.
Resmin öteki tarafı: rus göçmenler Avrupa ekonomisine katkı sunabilir
Batı için ekonomik çarkın içine dahil olmanın esas olduğunu yukarıda söylemiştik. Yunanistan ve İspanya açıklarında yaşanan facianın ana sebebi de bu: Ekonomik çarkın içine bu insanların dahil olamayacağını düşünmeleri.
Bu çarka dahil olacağını düşündükleri Rus göçmenlere ise yaklaşım tam tersi şekilde oldukça ‘babacan’ gerçekleşiyor. Paris merkezli düşünce kuruluşu Fransa Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nün (IFRI) yayınladığı raporda, savaşın başlamasının ardından ülkesini terk eden Rusların Avrupa ekonomisinin canlanmasına katkı sunabileceği öne sürüldü.
Rapora göre, ülkesini terk ederek başta Türkiye, İsrail ve BAE olmak üzere çevre ülkelere yönelen Ruslar, Avrupa'ya göç etmeye başlamaları halinde kıta ekonomisini canlandıracak. Raporda, sayısı 1 milyonu aşan ve çoğunluğunu genç erkeklerin oluşturduğu Rus göçmenler iyi eğitimli ve görece varlıklı olarak tanımlandı.
Türkiye’ye gelen Ruslara göz koydular
Raporda, savaşın başlamasının ardından Rusya'yı terk eden göçmenlerin öncelikli olarak Türkiye, İsrail ve BAE'yi tercih ettiği; bu ülkeleri Gürcistan, Kazakistan, Ermenistan, Kırgızistan, Sırbistan ve Karadağ'ın takip ettiği ifade edilirken halihazırda Avrupa'yı tercih eden göçmen sayısı ise toplam göçmen sayısının yüzde 6 ile 8'i arasında bir dilime tekabül ettiği kaydedildi. Yeni gelecek Rus göçmen dalgasına sahip çıkılması gerektiği ifade edilen raporda, ekonomik canlılığın bu sayede sağlanacağı düşünülüyor.
Anadolu’nun farkı
Anadolu toprakları önce Osmanlı ardından da Türkiye Cumhuriyeti döneminde milyonlarca insana ev sahipliği yaptı. Balkanlar’dan, Kafkasya’dan, Orta Doğu ve Asya’dan milyonlarca kişi bu topraklara geldi ve gelmeye de devam ediyor. Her ne kadar kültürler arası çatışma ve milliyetçilik adı altında kafatasçılık gibi akımların pohpohlanarak düşmanlık oluşturulmaya çalışılsa da mültecilere bu toprakların, onlardan herhangi bir menfaat beklemeden sadece güvenli bir yuva olması için, kapıları açıldı. Bu düşünceyi sağlayan şeyin ana sebebi de Müslümanlıktır. İslam; Müslüman olsun, gayri müslim olsun herkesi tek bir çatı altında toplamanın yegâne anahtarıdır. Batı’nın göçmenlere düşmanlığını da bu cihetten okuyup ona göre hareket etmeliyiz.
Haber-Yorum: Abdulkerim Kiracı