ABD boyunduruğu altındaki Arabistan ve Vehhabi modernleşmesi ABD boyunduruğu altındaki Arabistan ve Vehhabi modernleşmesi

Eğitim kurumlarının 10 Kasım anma törenlerini asli görevinden nasıl saptırıldığını ve çocuklarımıza nasıl bir psikolojik yük bindirildiğini acı bir şekilde öğrendik Mamak’ta okuyan 6. Sınıf öğrencisi oğlum AMD, Kasım aynın ilk haftası hastalandı. Oğlumu, aile hekimliğine götürdüğümüzde rapor vererek evde dinlenmesi gerektiği söylendi. Kasım ara tatili girdi ve oğlum bu süreci griple geçirdi. Göz açıp kapatıncaya kadar biten bir haftalık tatilin ardından okullar tekrar açıldı ve oğlum okuluna gitti. Okul yönetimi oğlumu dersten çıkararak tıpkı 28 Şubat post-modern darbe döneminde olduğu gibi idare odasına ama asıl itibariyle “ikna odası”na götürerek ifadesini almış. 10 Kasım Atatürk anma törenine katılmayan oğluma, müdür yardımcısı hanım, “10 Kasım’da sağlıklı olduğun halde anma törenine katılmamışsın.”  Deyince oğlum da “Hastaydım. O yüzden katılamadım.” Deyince bu kez müdür yardımcısı sert bir ses tonuyla, “Bu bir mazeret değil. Bir dahaki sefere anmalara katılacaksın” diyerek psikolojik şiddet uygulamış. Ben, gönül rahatlığı ile eğitim alması için okula gönderdiğim ve sorunsuz bir eğitim alması için elimden geleni yaparken okul yönetimi ise benim biricik evladımı “ikna odasına” alarak zorbalık uyguluyor ve psikolojik şiddete maruz bırakıyor.

ATATÜRK'ÜN ADINI İSTİSMAR EDENLER

Madem Atatürk'ü anmak bu kadar önemli o halde Anıtkabir'e girmek neden ücretli? Akıl sahiplerinin bunu sorgulaması gerekmez mi?.. Mustafa Kemal'in ölüsü üzerinden para kazanan gazetecisinden reklamcısına, siyasetçsinden sanatçısına büyük bir sektör var. Mustafa Kemal Atatürk hayatta olsaydı böyle bir istismarı kabul eder miydi? Etmezdi. 

90 yılların Parsadan'ı bugün başka isimlerle karşımıza çıkıyor. Z kuşağı bilmez, 90'lı yıllarda adı duyulan Selçuk Parsadan, Sülün Osman'dan sonra Cumhuriyet tarihinin en büyük dolandırıcısı olmakla nam salmıştı. İş ve siyaet dünyasından birçok tanınan ismi dolandıran Parsadan, cunta lideri Kenan Evren'i, dönemin başbakanı Tansu Çilleri'i ve daha nicesini dolandırdı. En dikkat çeken dolandırıcılık hikayesi ise şöyle; kendisini emekli Orgeneral Necdet Öztorun olarak tanıtan Parsadan, Çiller’le yaptığı telefon görüşmesinde, “Güzel bir cunta kurduk. Kadıköy yakasında en az otuz bin ANAP (Anavatan Partisi) oyunu alacağız, DYP’ye (Doğru Yol Partisi) vereceğiz. Bir yerde altmış bin DYP oyu eder, bu da sanıyorum büyük bir katkı olur.” demiş, Çiller'in ise “Ne yapabilirim? Hazinemden ne istiyorsunuz?” sorusuna yanıt olarak “Haftada üç milyar verirseniz… Kıt kanaat geçiniriz” diyen Parsadan'a yalnızca kağıt üzerindeki bir vergi numarasından ibaret olan Kemalistler Derneği’ne örtülü ödenekten 5,5 milyarlık yardım aktarılmıştı. Parsadan, Süleyman Demirel’i “Paşa” olarak arayarak Atatürk tablosu satmış, ”Atatürk posteri ve ansiklopedisi satma, Atatürkçü dernek adına bilet satma” adı altında dolandırdığını ve ”Paşa diye arayıp, ‘5 takım Atatürk posteri gönderiyorum, al evladım’ diyorum. Alır mısın, malır mısın yok. ‘Aman Paşam müsaitseniz 15 takım gönderin’ diyor anında. Fazla istiyor ki, gözüme girecek!.. Paşanın gözüne girecek, yarın öbür gün ihtilal yaparsam hayatı kaymasın diye. Herkes korkuyor askerden.” sözleriyle "Atatürk"ün adını kullanarak para kazanmıştı. Dönemin askeri vesayeti sivil siyasetin üzeridne kara bir bulut gibi dolaşırken, Parsadankendini "Paşa" olarak tanıtmış, “Önemli olan sesintanınmaması. Kim Necip Torumtay Paşa’nın sesini tanır, asker özellikle medyatik olmaz. Hüseyin Kıvrıkoğlu mesela, üç bin tane iş adamından ancak 3 tanesi uyanır. Uyandığında zaten ben hissederim, kapatırım telefonu.” yönemiyle dolandırıcılık yapmıştı. Selçuk Parsadan, "Dünyanın En Büyük Dolandırıcısı Benim" kitabını yazarak "Atatürk"ün adını kullanarak kimleri, nasıl dolandırdığını kaleme almıştı. Parsadan kitabında, “Baba işte bak, bütün bu insanlar iki şekilde para verirler; Ya umacaklar, ya korkacaklar… Ya adamı belediyeci, maliyeci, bakan diye arayıp ümit vererek parasını alacaksın ya da general, emniyet müdürü diye korkutarak parasını alacaksın…” diye yazmıştı.

Gazeteci Yılmaz Özdil'in "Mustafa Kemal" adlı kitabı 2019 yılında 2 bin 500 liraya satılmış ve "en çok okunan kitaplar" arasına girmişti. Mustafa Kemal'in doğum yılı olduğu iddia edilen 1881 adet basılan kitap, fahiş fiyata satılması nedeniyle uzun süre tartışma konusu olmuştu... 

10 Kasım anma törenlerine gitmeye zorlanan çocuklar, Anıtkabir'e zorla götürülen öğrenciler, tebligat gönderilerek savunması istenen veliler... Türkiye eğitim sitemindeki bu zorbalığın bir örneği sadece Kuzey Kore'de bulunuyor.

Okullarda akran zorbalığının asıl nedeninin okul yönetimleri ile öğretmenler olduğuna bu yaşadığımız kötü tecrübeden sonra iyice ikna oldum diyebilirim. Görevini layıkıyla yerine getiren, çocuklarımıza şefkat ile yaklaşan ve en iyi şekilde eğitim ve öğretim verenleri tenzih ettiğimi de belirtmek isterim. Hasta oğlumun halini hatırını sormak yerine psikolojik şiddet uygulayan okul yönetimi ertesi gün oğluma vererek bana tebligat gönderdi. Bu olayın ardından oğlum stresten karın ağrısı yaşıyor ve artık bu okula gitmek istemediğini söylüyor. Bu tebligat iki nüshadan oluşuyor ve benden savunma yapmamı emrediyorlardı. Emrediyorlardı diyorum zira dilekçenin sonunda “rica ederiz” şeklinde yazıyordu.

Eğitimin 10 Kasım anma törenleri, ideolojik bir zorbalık alanına dönüştüğü endişesini yaşamanın şaşkınlığı ve endişesi içerisindeyim çünkü bu tebligat tüm Türkiye’de sadece oğlumun okuduğu okulda uygulanmıştı. Demek ki böyle bir uygulama hayata geçirilecek ve pilot okul olarak da oğlumun okuduğu ortaokul seçildi. Velilerin tepki vermemesi halinde tüm ülkede yaygınlaştırmayı planlıyorlardı izlenimi uyandırdı. Okul yönetimi tarafından gönderilen tebligatın üstündeki okul ve müdürün ismi görünmeyecek şekilde karalayarak sosyal medyada paylaştım. Paylaşım milyonlarca takipçiye ulaştı.

Korsan Tebligat ve Baskı

Basın ve medyada konuya ilişkin haberler yapılmaya devam ediliyor. Paylaşımın milyonlarca kişiye ulaşmasının ardından okul müdürü beni arayarak, evrakı sosyal medyada paylaşmamı doğru bulmadığını, evrakın resmi olmadığını zira isminin iki kez yer aldığını…söyleyerek aslında görevini kötüye kullanarak devletin adına, devletin gücünü yetkisiz bir şekidle arkasına alarak, korsan evrak düzenleyerek bana tebligat gönderdiklerini itiraf etmiş oldu.

Benden savunma isteyen tebligatın “resmi olmayan” bir belge olduğunun müdür tarafından itiraf edilmesi, olayın vehametini daha da artırıyor. Belge, kanuni dayanağı olmayan bir zorunluluk dayatmasının sembolü haline gelmiş durumda. Hele ki 10 Kasım’ın pazar gününe denk geldiği, öğrencinin o tarihlerde sağlık raporunun bulunduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu uygulamanın nasıl bir mantığa dayandığını anlamak mümkün değil.

Eğitim yönetimi, velileri ve çocukları anma törenine katılım gibi bireysel tercihlere bırakılması gereken bir konuda baskı altına almayı nasıl kendine hak görebilir? Hele ki bu baskının, “Evraka iki kelime yazsaydınız, konuyu büyütmeseydiniz” gibi sorumsuzca bir ifadeyle savunulması, eğitim kurumlarının güvenilirliğini yerle bir ediyor.

BU İLK DEĞİL

Çocuklarımız benzer zorbalık ve psikolojik şiddete resmi bayramlarda da maruz kalıyor. Resmi bayramlara katılmayan öğrencilerin disipline sevk edileceği söylenerek, havadan buz bile yağsa, gözümüzden sakındığımız çocuklarımızın katılması gerektiği dayatılıyor. Hm çocuklar hem de veliler sırf disipline verilme korkusuyla törenlere katılmaya mecbur kalıyor. Bunun adına özgürlük, demokrasi, çocuk hakları, evrensel insan hakları diyebilir miyiz? Sınıf başarısı olan çocuklarımız bir kısım okul yönetimi ve öğretmenler tarafından baskı altına alınarak özgür ifadelerini kısıtlayan eğitim sistemi ile mücadele etmek zorunda bırakılıyor.

“İkna Odaları” Zihniyeti Geri Mi Geliyor?

Bu olay, 28 Şubat sürecinin karanlık uygulamalarından biri olan “ikna odaları”nı yeniden hatırlattı. O dönemde biz öğrenciler, inançlarımız ve yaşam tercihlerimiz nedeniyle odalara alınır, ikna edilmeye çalışılır ve baskı altına alınırdık. Çocukların ve gençlerin yalnızca düşünceleri ve kimlikleri nedeniyle eğitimden dışlanmaya çalışıldığı bu süreç, eğitim tarihimizin utanç sayfalarından biri olarak kayıtlara geçti.

Bugün benzer bir baskı şeklinin, farklı bir ideoloji üzerinden yeniden hortlaması kabul edilemez. Eğitim kurumlarının temel işlevi, çocuklara bilimsel, özgür ve eşit bir ortam sunmaktır. İdeolojik dayatmalar, çağdışı uygulamalar, hangi düşünceyle yapılırsa yapılsın, çocukların birey olma haklarına müdahaledir.

Eğitimde Tarafsızlık ve Özgürlük Şart

Eğitim, hiçbir grubun, ideolojinin veya kişinin propaganda aracı olmamalıdır. 10 Kasım törenlerine katılım gibi konular, öğrencilerin ve velilerin özgür iradesine bırakılmalıdır. Anma törenleri, katılımın zorunlu tutulduğu değil, gönüllü katılımın teşvik edildiği etkinlikler olmalıdır. Zorbalık ve dayatma ile kazanılacak hiçbir şey yoktur; aksine bu tür yaklaşımlar çocukların eğitim sistemine olan güvenini kökünden sarsar.

Zorbalığa Karşı Güçlü Bir Tepki Gerekiyor

Mamak’ta benim ve oğlumun yaşadığı bu olay, yalnızca bir ailenin değil, tüm toplumun meselesidir. Eğitim kurumlarının bu tür çağdışı yaklaşımlar sergilemesine karşı hepimizin güçlü bir ses çıkarması gerekiyor. Veliler ve öğrenciler, okullarda ideolojik baskılara maruz kalmamalıdır. Milli Eğitim Bakanlığı, bu olayı titizlikle incelemeli ve sorumlular hakkında gereken işlemleri yapmalıdır. Okul yönetimi ve bir kısım öğretmenleri tarafından oğluma mobing uygulanması ve psikolojik şiddetin artması yönünde endişelerimin olduğunu da belirtmek isterim.

Çocuklarımız, ideolojik kamplaşmaların, geçmişin kötü alışkanlıklarının ve bugünün çağdışı uygulamalarının kurbanı olmamalıdır. Onlar özgür düşünceye sahip, kendine güvenen bireyler olarak yetiştirilmelidir. Bu ülkenin geleceği, eğitimde dayatmalardan değil, özgürlüklerden güç alacaktır. Eğitim sistemimizi bu anlayışa kavuşturmak için daha fazla vakit kaybetmemeliyiz.

Selam ve selametle...

Semra Polat