Roger Garaudy’nin “İsrail Sorunu” isimli eserinden iktibas ettiğimiz makalede Garaudy, İsrail'in Filistin topraklarını ele geçirmesinin tarihsel ve güncel süreçlerini tenkit ederek, Siyonizm'in sömürgeci ve ırkçı bir ideoloji olduğunu ele alıyor, İsrail'in Filistinlileri "kamu yararı" ve "güvenlik" bahaneleriyle topraklarından ettiğini dile getiriyor, bu politikaların Güney Afrika'daki ırk ayrımcılığı politikalarına benzetildiğini belirtiyor ve "özerklik" teklifini Filistinlilere yönelik toprak haklarını gasp etmek için bir araç olarak değerlendirerek, İsrail'in Filistin topraklarına yönelik politikalarını sömürgeci ve ırkçı olarak nitelendiriyor ve "özerklik" teklifini de Filistinlilerin toprak hakları ve özgürlükleri için bir tehdit olduğunu aktarıyor.

Siyonizmin sömürgeci ve ırkçı karakteri sadece kişilerin durumunda değil, toprak gaspında da kendini gösterir. Siyonizm Filistinlilerin varlığını uzun zaman inkâr ettiği ve hâlâ da reddettiği gibi, bir de “topraksız bir halk için halksız bir toprak" masalı ile yeşerteceği çöller yalanını uydurmuştur.

Orada asla İsrail "mucizesi" diye bir şey yoktur.(1) Şaşılsa şaşılsa, bir nüfusun nasıl yıldırım hızıyla kovulup yerine başkalarının yerleştirildiğine ve toprak mülkiyetinin el değiştirmesine imkân veren soygunun süratine şaşılabilir. Burada da kesinlikle "mucize" söz konusu değildir. Söz konusu olan, siyasî siyonizmin sömürgeci siyasetinin temel aracı olarak İsrail kurulmadan çok önce hazırlanmış sistemli bir kamulaştırma planıdır.

Theodore Herzl 12 Haziran 1895 tarihli Günlük'ünde şunu yazar: "... Bize ayrılmış topraklarda özel mülkiyetin kamulaştırılmasını yavaşça yürütmeliyiz. Geçim imkânları kıt olan kitleleri bir yandan ülkemizde çalışmalarını engelleyerek, diğer yandan kendilerine komşu ülkelerde iş teklif ederek sınırdan dışarı atmalıyız. Arazi sahipleri bize katılacaklardır. Kamulaştırma usulü ve yoksulların gönderilişi dikkatli ve ihtiyatlı yapılmalıdır."

Siyonistler soygun ve yağma girişimlerini şiddet yoluyla yürütmek için zor kullanma imkânlarına kavuştukları andan itibaren, kamulaştırma programı, "gizlilik" meselesi hariç, sistemli bir şekilde uygulandı.

Bu açıdan bakıldığında, siyonist sömürgecilikte iki aşamanın olduğunu görürüz.

İlk aşama klasik bir sömürgeciliğin özelliklerine sahipti, yani yerli işçinin emeğini sömürmekti. Baron Edouard de Rothschild'in metoduydu bu. Nitekim Cezayir'deki üzüm bağlarında fellahların ucuza çalıştırılması gibi. Filistin'de de sadece çalışma alanı daha da genişletilerek, üzüm bağlarında Cezayirli olmayan Arapların emekleri sömürüldü.

1905 İhtilali'nin ezilip bastırılması ertesinde Rusya'dan yeni bir göçmen dalgası geldiğinde, 1905'lerde bir dönüm noktası gerçekleşti. Başarısız ihtilalin kaçakları, mücadeleye bulundukları yerde, yani Rus devrimcilerin yanında devam etmek yerine, Filistin’e garip bir "siyonist sosyalizm" getirdiler: İşçi sınıfına ve Yahudi tarımına dayanan bir ekonomi ortaya çıkarmak için, Filistinli tarım işçilerini kovarak, zanaat kooperatifleri ve köy "Kibbutz"ları oluşturdular. İngiliz veya Fransız tipi klasik sömürgecilikten, göçmen halkı yerleştirme sömürgeciliğine geçildi. Akın akın gelen göçmenlere toprak ve iş temin etmek için (Profesör Klein'in dediği gibi) göçmenlerin "lehine", hiç kimsenin de "aleyhine" olmayan uygulamalara geçil- di. Bundan böyle Filistin halkının yerine başka bir halkı yerleştirmek ve doğal olarak da arazilere el koymak söz konusuydu.

Şunu hatırlatalım ki Balfour Bildirisi (1917) sırasında siyonistler toprağın ancak yüzde 2.5, "Filistin'in Paylaşılması" kararı (1947) zamanında ise sadece yüzde 6.5'uğuna sahiptiler. Bugün, yani 1982'de o toprakların yüzde 93'üne sahipler.

Daha 1930'da Yahudi Ajansı'nın tarım ve ekonomi uzmanı Doktor A. Rupin şu ilkeleri açıklıyordu: "Filistin'de kök salmamız için en gerekli unsur topraktır. Filistin’de artık işçi olmadan işlenebilir toprak, pratikte mümkün olmadığına göre, bizim hem toprağa hem de oraya yerleşecek Yahudi yerleşimciye ihtiyacımız var. O toprakları işleyen, dolayısıyla da hem sahipleri hem de kiracıları olan köylülere yer değiştirtmemiz (kovabilmemiz) için bu şart."

Yerliyi toprağından etmek için başvurulan yöntemler, en amansız sömürgecilik yöntemleridir. Siyonizm damgasını taşıyan bu yöntemler Filistin'de bir de ırkçılık boyasıyla daha da etkili yapılmıştır.

Bu büyük operasyonun hareket noktası, 1901'de "Yahudi Milli Fonu"nun kurulmasıyla başlar. Bu kuruluş, diğer sömürgeciliklere oranla şu çok orijinal özelliğe sahiptir: Onun tarafından elde edilen toprak, Yahudi olmayan birine ne satılabilir ne de kiraya verilebilir.

İsrailli yöneticilerin tarım politikası, Arap köylülerin arazisini düzenli bir şekilde yağmalamaktan ibarettir.

Kamu yararına istimlâk konusundaki arazi yönetmeliği, İngiliz manda yönetimi döneminin bir mirasıdır. Özünde meşru olan bu kanun, ayrımcı bir şekilde tatbik edildiğinde amacından saptırılır. Mesela 1962'de Deir el-Arad, Nebil ve Bi'neh'te 500 hektar kamulaştırıldığında, maksat "kamu yararı" değil, sırf Yahudilere mahsus Karmiel şehrini kurmaktır.

Filistin Topraklarının Haritası

Bir başka usul: 1945'te İngilizler tarafından Yahudilere ve Araplara karşı çıkarılan "olağanüstü hâl kanunları"nın uygulanmasıdır. 124 sayılı kanun Askeri Valiye, bu sefer "güvenlik" bahanesi altında, vatandaşların yer değiştir- meler de dâhil bütün haklarını askıya alma imkânı verir. Nitekim ordunun bir bölgeyi "devletin güvenliği sebebiyle" yasak bölge ilan etmesi, bir Arap'ın o araziye askeri valinin izni olmadan girememesi için kâfidir. Şayet o izin reddedilirse, o zaman toprak işlenmemiş olarak kalır ve Tarım Bakanlığı "işlenmesini sağlamak için o işlenmemiş arazinin mülkiyetine sahip" olabilir.

Yahudi terörüyle mücadele edebilmek için İngilizler tam anlamıyla sömürgeci nitelikteki bu kanunu 1945'te çıkardıkları zaman, Hukukçu Bernard (Dov) Joseph, bu "despotluk" sistemini protesto ederek şöyle haykırıyordu: "Hepimiz resmi teröre teslim mi olacağız?... Hiçbir vatandaş sorgusuz sualsiz hayat boyu hapsedilmekten emin değil... yönetimin herhangi bir kimseyi, herhangi bir zamanda sürgün etme yetkileri sınırsız... Yönetimin kanunu ihlal etme suçu işleme diye bir derdi yok, herhangi bir büroda alınmış bir karar kafi..." Aynı Bernard (Dov) Joseph İsrail'in Adalet Bakanı olduğunda o aynı kanunları Araplara karşı uygulayacaktır.

J. Shapira, aynı kanunlarla ilgili olarak, 7 Şubat 1946'da Tel Aviv'de yapılan aynı protesto mitinginde (Hapraklit, s. 59-64, Şubat 1946), çok daha ağır ifadeler kullanıyordu: Bu kanunla kurulan düzenin medeni memleketlerde bir benzeri daha yoktur. Nazi Almanya'sında bile böyle kanunlar mevcut değildi." Aynı J. Shapira İsrail devletinin Başsavcısı, ardından da Adalet Bakanı olduğunda o aynı kanunları Araplara karşı uygulayacaktır. Çünkü bu terör kanunlarını devam ettirebilmek için İsrail'de 1948'den beri olağanüstü hâl hiç kaldırılmamıştır.

Şimon Peres 25 Ocak 1972 tarihli Davar gazetesinde şöyle yazıyordu: "Askeri hükümetin dayandığı 125 sayılı kanunun tatbiki, Yahudi yerleşimi ve Yahudi göçü için verilen mücadelenin doğrudan doğruya devam ettirilmesinden ibarettir."

Nadasa bırakılmış arazilerin işletilmesiyle ilgili 1948 tarihli yönetmelik de aynı yönde, fakat çok daha doğrudan bir yolla uygulanmaktadır: "Kamu yararı" veya "askeri güvenlik gibi bahanelere bile gerek duyulmadan Tarım Bakanı her türlü terk edilmiş toprağa el koyabilir. Derken 1948'deki Deir Yasin, 29 Ekim 1956'daki Kafr Kasım veya Moşe Dayan tarafından kurulmuş ve uzun süre Ariel Şaron tarafından komuta edilmiş "101. Birlik"in "katliamları" benzer terör yüzünden Arap nüfusun kitleler hâlinde göçü sayesinde, geniş araziler "kurtarılmış", sahiplerinden veya Arap işçilerden boşaltılmış ve işgalci Yahudilere verilmiştir.

Arap çiftçilerin arazilerinden yoksun bırakılmasının İşleyişi, 30 Haziran 1948 yönetmeliği, "sahipsiz" mülkiyetlerle ilgili 15 Kasım 1948 olağanüstü hâl kararı, 14 Mart 1950 "sahipsiz" arazilerle ilgili kanun ve 13 Mart 1953 toprakların edinilmesi konusundaki kanun ile tamamlanmıştır. Ayrıca yerlerine Yahudi yerleşimcileri yerleştirmek için Arapları topraklarını terke zorlayarak hırsızlığı meşrulaştırmaya yönelik daha bir yığın tedbire başvurulmuştur. Nathan Weinstock Siyonizm İsraile Karşı(2) kitabında bütün bunları gözler önüne serer.

Filistin'in çiftçi halkının varlığından kalan her türlü hatırayı silmek ve "çöl ülke" masalına itibar kazandırmak için Arap köyleri, bahçe duvarlarıyla birlikte evleriyle, hatta mezarlık ve kabirlerine varıncaya kadar bütünüyle yıkılıp yok edildi. Profesör İsrael Şahak 1975'te, 1948’de var olan 475 köyden buldozerlerle yok edilmiş 385'inin ilçe ilçe listesini verdi.

İsrailli yerleşimciler 1975'ten beri çok hareketli bir şekilde Batı Şeria'ya yerleşmeye devam ediyorlar ve bu yerleşimciler her zamanki en klasik sömürgecilik geleneğine uygun olarak silahlılar.

Elde edilen genel sonuç şudur: Bir buçuk milyon Filistinli kovulduktan sonra, "Yahudi Milli Fonu" yetkililerinin ağzıyla "Yahudi toprağı" 1947'de yüzde 6.5 iken bugün yüzde 93'ten daha fazlasını kapsıyor (bu toprağın yüzde 75'i devlete, yüzde 14'ü Yahudi Milli Fonu'na aittir).

Siyasi siyonizmin kişi hukuku ve toprak mülkiyeti konusundaki sömürgeci ve ırkçı politikası bu olduğu için, Menahem Begin'in bahsettiği "özerklik"in İsrailli yöneticiler açısından ne anlama geldiğini anlamak hiç de zor değildir.

Elbette söz konusu olan, siyonist sömürgeciliğin toprak kazanma politikasını devam ettirmektir.

Her şeyden önce İsrailli yöneticilerin hangi muhatapla müzakere masasına oturabileceklerini bilmiyoruz: FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) ile mi? İsrailli yöneticiler ne pahasına olursa olsun onu istemiyorlar. Halkın seçtiği kimselerle mi? Onların hepsini görevlerinden uzaklaştırdılar.

O özerklik karikatürü için öngörülen belli başlı düzenlemeler işte şunlar: 3 Mayıs 1979: Begin on bakandan oluşan komiteye kendisinin yönetim özerkliği projesini sunar. 17 Mayıs’ta komite projeyi kabul eder ve 21 Mayıs’ta hükümet onaylar. Hükümet tarafından onaylanan proje, siyonist kimliğin toprak kazanımcı ve yayılmacı politikasını benimseyen ilkelerinin bir sayım dökümünden ibarettir o kadar. Zaten bu proje, yönetim özerkliği için öngörülen beş senelik bir geçiş döneminden sonra İsrail'in Batı Şeria’da ve Gazze şeridinde sözde "egemenlik" hakkı talebinde bulu- nacağını tasdik ediyor. Bu ilkeler, diğer bütün ilkeleri açıklığa kavuşturuyor. "Yahudi yerleşimciler ve Yahudi sakinler İsrail kanunlarına ve İsrail yönetimine bağlı olacaklardır." Nitekim "özerk rejimin altındaki ilçelere" Yahudi yerleştirme "hakkı" olduğu gibi "korunacak"; "kamuya ait topraklar ile işlenmemiş araziler"(3) işgalcinin elinde olacaktır. Siyonist devlet "su kaynaklarının planlamasından sorumlu olacak ve yönetim konseyine danışmakla yetinecektir"; silahlı kuvvetleri "özerk yönetim altındaki ilçelerin belli bölgelerine yerleşebilecektir"; güvenlik güçleri de "işgal altındaki topraklarda "iç güvenliğin sorumluluğunu yerine getireceklerdir". Yönetim konseyine gelince, hükümet projesi açıkça belirtir ki: "Askeri hükümet yet- kilerini özerk yönetime devredecektir. Seçilecek yönetim konseyinin üyelerinin sayısı ve kendisine bağlanacak yö netim bölgelerinin miktarı müzakereyle belirlenecektir." Bu projeye daha sonra yapılan bir ek, siyonist yöneticilerin Batı Şeria ve Gazze'de bir Filistin devletinin kurulma- sına asla izin vermeyeceklerini hatırlatır.(4)

"Yahudiye, Samiriye ve Gazze Arap sakinlerinin tam bir özerk yönetimi ve bu bölgelerdeki Yahudi yerleşim birimlerinin varlığı için ilkeler Projesi" başlıklı bu projenin özerklik görüşmelerinde İsrail heyetine temel metin vazifesi göreceği hükümet tarafından oy birliğiyle kararlaştırılır. Taktik sebeplerden ötürü, söz konusu proje günümüzde müzakereler sırasında Mısır'a gösterilmez.(5)

Bu "...ilkeleri Projesi"nin uygulanması konusunda Ben Elissar komitesi tarafından yapılan tavsiyeler, Haaretz gazetesi tarafından açıklanmıştır. Onlar 9 Şubat’ta sunulanları tamamlıyor ve özerk bölge yetkililerine yeni kısıtlamaların dayatıldığını gösteriyor.

Bu kısıtlamalar, yönetim konseyinin seçimleri için takip edilecek seçim yol ve yordamı düzeyinde başlıyor: "İşgale karşı çıkmaktan mahkûm olmuş kimseler seçilemeyecektir. Adaylar ferdi bir liste üzerinde ve hangi seçim bölgesinden seçileceklerini bilmeden adaylıklarını koyacaklardır."

Ekonomik düzeyde: "Özerk yönetim para basma, merkez bankası kurma ve dolaylı vergi toplama yetkisine sahip değildir. İthalat ve ihracat ile para dolaşımını kontrol edemez."

İç güvenlik düzeyinde: "...Siyasi tutuklular, İsrail kanunlarına bağlı hapishanelere konacaklardır; İsrail hükümeti her türlü af için vetosunu kullanabilecektir..."

Arazi yağması arttıkça artacaktır. Gerçekten de askeri manevra ve kamp alanları kurma bahanesiyle "727 bin dönüm"(6) arazi "çitle" çevrilecektir. Yol inşaatı için gereken araziler de cabası: "Ondan fazla otoban" Batı Şeria’da ve Gazze şeridinde yapılacaktır. Bir de belli başlı şehirleri "çevreleyen" otobanlar oluşturulmuştur. "Bu topraklardaki iletişim ağının kontrolü İsrail Ulaşım Bakanlığınca kontrol edilecektir." Ayrıca işgalci, "Gazze şeridine su temin edecek ve Batı Şeria’daki su kaynaklarının işletilmesini planlama hakkını kendisinde bulunduracaktır."

Ben Elissar komitesinin bir başka mânidar tavsiyesi: "Yahudi yerleşimciler mahalli bir polis gücü oluşturabilecekler ve bütün yer değiştirmelerinde silahlarını yanlarında taşıyabilecekler."(7)

Problem siyasi iradenin bulunmayışıdır Problem siyasi iradenin bulunmayışıdır

Bu operasyonun bilançosu, Güney Afrika'daki "Afrikaner"lerin (Güney Afrika’da doğan Avrupalıların) ırk ayrımcılığı konusunda uzman gazetesi Die Transvaler'de dikkate değer (ve mânidar) bir şekilde özetlenmiştir: "İsrail halkının Yahudi olmayan halklar arasında kendisi olarak kalmaya gayretle Afrikanerlerin neyseler öyle kalmaya çalışmak için gösterdikleri çaba arasında ne fark var?"(8)

İsrailliler diğer halklara karışmamayı neden istediklerini izah etmek için Eski Ahit'i temel alıyorlar. Afrakanerler de aynısını yapıyorlar. Güney Afrika'nın başbakanı Vervoerd diyor ki: "Yahudiler İsrail toprağını orada bin yıldır yaşayan Araplardan aldılar. Bu konuda ben onları onaylıyorum. Fakat onlar da bizim gibi ırk ayrımcılığı yapan bir ülkedir.(9)

Kaynak:

1 İsrail'de Arap Nüfusu, (İbranice), Arakhim 1971 içinde, 3, s. 10. Siyonist devlet kurulmadan önce Filistin'deki tarımın durumu hakkında, bkz: Elinizdeki kitap s. 50, 51, 52.

2- Nathan Weinstock, Le Stonisme Contre Israel, s. 373 ve devamı, Maspéro E yınları, Paris 1969.

3- Begin'in Batı Şeria topraklarıyla ilgili teklifleri şunlardır: "İşlenmeyen kamu arazileri gerektiğinde güvenlik ihtiyacı için, Yahudi yerleşimi için ve sığınmacıların iyileştirilmesi için kullanılacaktır. Özel mülkiyet olarak kaydedilmemiş, fakat yine de özel kişiler tarafından ekilip biçilen araziler, gerektiğinde sadece güvenlik ihtiyacı için kullanılacaktır. Aynı şekilde özel mülkiyet olarak kaydedilmiş, fakat ekilip biçilmeyen araziler de zaruret görüldüğünde güvenlik sebepleriyle kullanılabilecektir. Bu durumda onlar kamulaştırılacak, fakat el konulmayacaktır (bu iki usul arasındaki fark şudur: Kamulaştırma, mülk sahibine tapusunu koruma hakkını tanır). Özel ve ekilip biçilmekte olan topraklar, ancak güvenlik ve yol inşaatları için mutlaka gerekli olduğunda kullanılacaktır." Jerusalem Post, 1. sayfa, 18 Mayıs 1979.

4- Haaretz, 1. sayfa, 22 Mayıs 1979.

5- Maariv, 4. sayfa, 22 Mayıs 1979.

6- Bir "dönüm", bin metre kareye denk topraktır.

7- Haaretz, 1. sayfa 21 Mayıs 1979.

8- Henry Katzev, Güney Afrika: Dostsuz Ülke, zikreden R. Stevens: Siyonizm, Güney Afrika ve Irk Ayrımcılığı

9- Rand Dailiy Mail, 23 Kasım 1961.

Roger Garaudy, İsrail Sorunu, Timaş Yayınları, 2019, s. 131-140