Üstad Necip Fazıl Kısakürek ile tanışıklığınızdan bahseder misiniz, buna vesile olan şey neydi?
Biraz geriye gitmek gerekiyor... Bu soru beni epey heyecanlandırdı, Üstad ile tanışmam hayatımda ehemmiyetli bir döneme tekabül ediyor. Üstad’a beni götüren şey Akıncı Güç dergisiydi, 1979... O sene, Akıncı Güç dergisini Salih Mirzabeyoğlu çıkarıyordu. Akıncı Güç büyük bir teveccüh kazandı ve patlamaya yol açtı. Dergi, Üstad’a ulaştırılıyor ve çok makbul karşılanıyor. O zaman Ülkücülerin çıkarttığı Ortadoğu Gazetesi’nde, “Müjdelerin Müjdesi” diye bir yazı yazıyor Üstad, 10 Haziran 1979’daki şöyle diyor: “Onlar benim ardımdan gelmeyecek, ben onların arkasından koşacağım!” Üstad, başta Salih Mirzabeyoğlu olmak üzere Akıncı Güç kadrosunu davet ediyor. On kişi kadar Üstad’ın yanına gittik, biz hariç başka misafirleri de vardı. Yay gibi bir sofra etrafındayız, akşam yemeği ikram etti Üstad. Yemekten sonra Üstad imam oldu, namaz kıldık. İnsan yaşlansa bile bazı şeyleri ömür boyu unutmuyor... Üstad’ın bize imam olması başka bir şeydi. O namazdan aldığım zevki, daha sonra belki de çok az hissettim. Üstad kıyamdan kalkarken, yerden destek alıyordu, hatırlıyorum... Gençtik biz, Üstad’ın yerden destek alması çok tabiî bir şey. Namazdan sonra sohbet ettik, Üstad’ın yanında sürekli Salih Mirzabeyoğlu vardı. “Gençliğin Üstad’a bakışı neydi?” diye sorabilirsiniz, zaten amacınız da bu. Alâkanızı çekecek şöyle bir mevzu geçmişti; biz Yüksek İslâm Enstitüsü boykotlarında bulunmuştuk. Boykotlarda liderlik yapmıştım... Basında maalesef bazı karalama yazıları olmuştu. Boykot mevzuun içeriğine girmeyeceğim, davanın haklılığı ortadadır zaten. Ergin Göze, bizim aleyhimize yakışıksız benzetmelerde bulundu. Ergin Göze de bizim Üstad’a misafir olduğumuz gün oradaydı... Biz de meseleden Üstad’a bahsettik... Üstad hemen Ergin Göze’ye döndü: “Sen bu gençler hakkında böyle yazmışsın! Neden?” dedi. Öfkeliydi, Üstad’ın imân öfkesi meşhurdur... Ergin Göze, kem küm etmeye başladı, “bana yanlış bilgi verildi.” dedi. Ergin Göze’nin kucağında Üstad’ın torunu Emrah vardı, onu bıraktı, savunma psikolojisine girdi. Üstad’ın gençliğe bakışına misal olarak Akıncı Güç kadrosuyla yaşadığım bu hatıramı anlattım. Üstad bir ukbağda yaşıyordu o dönem, kendisi de söylemiştir bunu zaten. Hatta, “siz onu dirilttiniz!” şeklinde hasetçilerin bir eleştirisi oldu. Üstad’ı tekrar bir heyecana itti Salih Mirzabeyoğlu’nun zuhuru ve Akıncı Güç kadrosu... Kanaatimce o süreçte inkisar altında, ahiret hayatı yaşıyordu. Üstad Necip Fazıl Kısakürek büyük bir aksiyon adamıdır, son nefesine kadar, hiçbir zaman davasından yılmadı ve dönmedi. Bazı şartlar yüzünden biraz ümitsizlik oldu. “Akıncı Güç hiç beklemediğim bir anda, hiç beklemediğim mekânda bir fışkırış!” diye karşıladı. Bu Üstad’ın ifadelerinden belliydi. “Işık” yazısı var Üstad’ın, o da çok önemli. Büyük Doğu yayınlarına çok gidip-geliyorduk. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu bizi tekrar Erenköy’e götürdü. Sonra Üstad’ın “Rapor-Necip Fazıl ve Yeni Dostları” isimli eserinde Salih Mirzabeyoğlu ve Akıncı Güç kadrosundan arkadaşların bazı yazıları yayınlandı. Sık sık, arkadaşlarla Üstad’ın yanındaydık. Üstad’ın bize karşı alâkası, muhatap olması çok güzeldi, yakındı. Aksiyoner yönüyle birebir örtüşen bir tarzdaydı. Üstad’ın “bir genç arıyorum, gençlikte köprübaşı” mısraı vardır ve “aradığım genci buldum!” şeklinde Salih Mirzabeyoğlu’na atıf yapar. Üstad böyle iltifatı esirgeyen biridir, bunu herkes bilir! Necip Fazıl, İslâmcılardan başka herkes üzerinde telif hakkı olan biridir. Fakat neden Necip Fazıl ve Büyük Doğu tartışılmaz ve neden lif lif açıklanmaz? Çünkü; Üstad Batı’ya karşı İslâmcıların ve Türkün bozulma muhasebesini yapan bir kişi. Batı tefekkürü ve İslâm tasavvufu kanatları arasında yükselmemizi temin ediyor. Dün ve bugün, özellikle Osmanlı’nın yıkılışından itibaren Batı’ya karşı olan savaşımız sürüyor. Bugünün meselesi de budur ve bunun fikir reçetesi Necip Fazıl’dadır. Bizim bunu araştırmamız, tahlil etmemiz lâzım. Necip Fazıl’ın verdiği konferanslardan gençlik mevzuuna devam edeyim. Mesela İdeolocya Örgüsü’ne ek yapmıştır Necip Fazıl, bu eki de Akıncı Güç kadrosuna ithaf etmiştir! Bakın, bir gençlik kadrosuna ithaf ediyor bu kitabı da getirdim (Kâzım Albayrak, İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun Marifetname isimli eserinin ön kapağını gösteriyor.) burada yazan ifade, Üstad’ın Akıncı Güç kadrosunda tüm gençliğe ithaf ettiği şeydir. Ne diyor? “İslâm’ı yenilemek”, hemen ardından “İslâm yenilenmez, anlayışı yenilemek gerek” işte bizim ihtiyacımız olan da bu nasıl bir anlayış? İslâm’ı şunla-bunla karıştırarak değil! “Arınma çağında İslâm” diyor Üstad. Hatıralar anlatılıyor, çay götürmüşüm, getirmişim, şöyle, böyle... Biraz önce bahsettim, Yüksek İslâm Enstitüsü mezunuyum. Daha önce de Üstad’ı okuyordum fakat şöyle bir şey var: Necip Fazıl sadece şair değil, mütefekkir ve aksiyon adamıdır. Üstad’ın bu cephesini Salih Mirzabeyoğlu sayesinde tanıdım. Yine Üstad’ın kitaplarında önemli gördüğüm başka hususu da belirteyim; edep... Din edep demektir, edep de hadlere riayet demektir. Bu kuru bir söz değil, fikirde edep, sanatta edep, siyasette edep. Ve insan, insan olarak edep. Peki, biz insanız, peygamberler, şehidler, sahabîler, veliler, âlimler var... Yüksek İslâm’da okurken bu edep bahsini görmedim, Üstad’dan gördüm. Necip Fazıl bunu sıralamış, İmam-ı Rabbanî Hazretleri’nin sözünü almış: “Herhangi bir Müslüman bir sahabînin atının burnuna kaçan toz olamaz...” Buradaki “herhangi bir Müslüman” âlim de olabilir, veli de olabilir! Ben bunu orada gördüm... “Bu ne demek” demiştim, peygamber nuruna muhatap olmuş... Üstad’dan öğreneceğimiz çok şey var. Üstad’ın, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Kültür Davamız” isimli için söylediği söz: “Bu kitap cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi, ilk çileli nefs murakabesi!” Bunu rehber ettik, bu yolda gittik, istifade ettik, istikamet çizgisini kaybetmemeyi, Üstad’dan öğrendiğimizi söylemek istiyorum. Altı çizilecek hususlar bunlar...
Gençlerin Necip Fazıl’a nasıl bakması gerekiyor, bu hususta neler söylemek istersiniz?
Büyük Doğu ideolojisinin satır satır araştırılması lâzım. Her bahsin üzerine de ayrı ayrı tefekkür edilmesi lâzım. Necip Fazıl’ın hayatı, bizim için büyük bir rehberdir.
Kütüphane, dernek, okul vb. müesseseler ne yapmalı? Akademisyenler, öğretmenler ve hatta devlet bu meseleye dair neler yapabilir?
Elhamdülillah Müslüman’ız. İslâm’ı doğru öğrenebilmemiz için, İslâm’a muhatap anlayışımızın da düzgün olması lâzım. “Arınma çağında İslâm” derken Üstad bunu kastediyordu. Büyük Doğu büyük bir ideolocya örgüsüdür, bir dünya görüşüdür. Çağımızda Batı ve Doğu’daki hâdiselere nasıl bakacağız, bunun anahtarıdır. Demek ki, Üstad İdeolocya Örgüsü olarak, bir dünya görüşü örgüleştirmiştir. Bunun doğru olup olmadığı da, Esseyid Abdülhâkîm Arvasî Hazretleri’nden kontrollü. Nakşibendî silsilesinin sahih bir şekilde nereye vardığı mâlum. Batı tefekkürünü bilmemiz lâzım, Üstad bunu tahlil ve tenkid etmiştir. Bizce ne yapmamız gerektiğini ortaya koymuş. Sadece klasikleri tekrar ederek bir yere varamayız, klasikler bizim hazinemizdir fakat; biz bu hazineyi nasıl yürüteceğiz? Gençliğin, bizim ve devletin de problemi budur. Bizi kuşatan dünya görüşünü anladıktan sonra, her alanda derinleşmemiz lâzım. İdeolocya Örgüsü bizim için bir rehber özelliği taşır. Mesela iktisaddan bahsedelim. Akademisyenler niçin Üstad’ı ilim adamı olarak tahlil etmez? Üstad’a ille etiket mi lâzım, ille de profesör mü olmalıydı? Bu dünya görüşü kaynaklarıyla beraber tahlil edilip, açıklığa kavuşturulsun. Üstad’ın ilminin üzerinde tefekkür boyutu var. İlmin gayesi ne, bağlı olduğu fikir mihrakı nedir? Ehl-i Sünnet’in ölçüleri yok, ilim yapıyor, sonra da başıboşluk oluyor. Bu sefer de modernist akımlara gidiliyor. Doğrusunu bilmemiz lazım, Üstad bu açıdan önemli bir ilim adamıdır. Sahih kaynakları ölçü almıştır. Necip Fazıl’ın İman ve İslâm Atlası eseri, ilmihâl tarzıdır, fakat çağın insanına hitap edecek şekildedir. Eski ölçüleri süzerek vermiş Üstad, “Mektubat’tan süzülme” diyor Üstad. Bunu Büyük Doğu ve hatta Salih Mirzabeyoğlu için de söyleyebiliriz. Bunlar örnektir. Doğru yol için pusuladır. Kendi aklımızla, çok ileri gidemeyiz. “Kendi aklın var” diyorlar. Kardeşim ben kendi aklımla, Necip Fazıl’a bağlandım. Üstad mütefekkir. Ben Necip Fazıl çapında bir insan mıyım ki, “bunu da ben söylüyorum” diyerek, onun fikirlerini bir kenara koyacağım? Böyle bir şey olamaz. Haddini bilmek meselesine geliyoruz yine. Salih Mirzabeyoğlu’nun Necip Fazıl’ı tanımlamak maksadıyla söylediği şeyi ifade edeyim: “Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte çağımızın nabzını yakalayan ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını İslâm’ın hakikatine nisbetle heykelleştiren adam”... Bakın, davanın aşkını, vecdini, diyalektiğini, estetiğini, dost ve düşman kutuplarını işaretlendiren, hedeflendiren, istikametlendiren adam. İslâm’a muhatap anlayışını, dünya görüşüne örgüleştiren adam. Beş asırlık tarih muhasebesi dedik ya. Davasın aşkını, vecdini, estetiğini, dost ve düşman kutbunu işaretlendirme, bunu sadece bir âlim olan kişi yapamaz arkadaşlar. Üstad’ın misyonunu görmek lâzım. Âlimin işi bu değil. Metinlerden-kaynaklardan fıkıh, dil derleyip bunu koymak tamam, amenna. Beş asırlık tarih muhasebesini kim yapacak? Bozulmanın nerede olduğunu... İslâm, Osmanlı’nın son döneminde burada bozuldu, burada düzelecek. Yâni aşksız yürüyebilir miyiz arkadaşlar? Gençliğin aşka ihtiyacı var. İman ve dava aşkı, işte Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve onun izinden yürüyen İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu. Salih Mirzabeyoğlu derken, bunu takım tutar gibi söylemiyorum. Büyük Doğu davasını, nisbetle sürdürdüğü için böyle söylüyorum. Salih Mirzabeyoğlu “ben” demiyor ki, “Büyük Doğu’ya nisbetle” diyor. Nisbet davası değil mi bu zaten? Davanın aşkını, vecdini, estetiğini, dost ve düşman kutupları dedik. Düşmanın yoksa olmaz... Düşman ihtas edelim de demiyorum, iman ve küfür mücadelesi kıyamete kadar sürecektir. Nasıl ki, ruh-nefs kavgası var. İşte öyle, asıl kavga içimizde ve ölene kadar bu sürecek. Mevki-makam bizi aldatabilir pörsüyebiliriz. Dünya telaşesi, geçim derdi... “Para” diyorlar, e buldun sonra ne yapacaksın? Daha çok kazanacaksın... Bu böyle olmaz. Nefs kavgası kıyamete kadar sürecek. Üstad dost ve düşman kutupları işaretliyor; içimizdeki düşman nefsimizdir, dışımızdaki düşman ise Batı’dır. Batı bugün büyük eserlerini koydu, bizim ise daha büyüklerini koymamız lâzım, Batı tefekkürü ve İslâm tasavvufu arasında... Mühendis arkadaşlar geldi, ODTÜ’de okuyanlar... Ben dedim ki, “kardeşim, Darwin’in koyduğunun daha üstünde bir şey ortaya koymamız lâzım, bunu yapmamız lâzım.” Bugün “Evrim Teorisi” diye okuyoruz. Karşıyız Darwin’e “maymundan gelmedik” deniliyor. Yine de Darwin’in teorileri okunuyor... Neden, karşısına bir şey koyamadık. Müslümanların sanat, ilim ve estetik lerinde en üstte olması lâzım. Gülhane Parkı’nda “İstanbul İslâm, Bilim ve Teknoloji Müzesi” var. Dinamik değil, dikkatimi çeken ne oldu biliyor musunuz: O devrin Müslümanlarının ne kadar çalışkan olduğu. Astronomi, geometri, fizik, tıbta ne kadar ileriymişiz. Şimdi “her şey Batı’dan gelsin”, bu Müslüman’a yakışmaz... Müslüman ezilmez, hâkim fikre mahkum tavır yakışmaz. Batı tefekkürü ve İslâm tasavvufu derken, bunu pusula değerinde Üstad meydana koymuş. Bu pusula bize yol aldırır, yanıltmaz, bağnaz olmayalım, hür irademiz ve aklımızla bunu yapalım. Basiretli bir teslimiyetten bahsediyoruz, kölelikten değil. Üstad’ın sesini duyunca heyecanlanıyorum ben! Üstad’ın sesiyle ilgili şiirleri var, biliyorsunuz. Fakat biz bu heyecanı kendimiz yaşamalıyız, üretmeliyiz de aynı zamanda. Üstad üç tehlikeden bahsediyor bize, “olmadan olmuş görünmek”, “şeyh taslağı”, “ulemâ taslağı”, “akademisyen taslağı” yani kendini çok bilmiş, haddinden fazla kimseler. Bunlar televizyonda çok boy gösteriyor, meşhur olmak için şeriat ölçülerimize devamlı kazma vuruyorlar. Düşmana kazma vurmuyorlar da, bunlarla uğraşıyorlar. “Horozdan kurban etmeye” kadar. “Namaz vakitlerini üç vakte” indirmek, sonra “olmadı beş vakit olsun” falan filan diye abuk-sabuk şeyler. Üstad’ı tartışmıyorlar da, bu şeyleri tartışıyorlar, bu işte ukde var ukde... Gölgede kalma ukdesi Müslüman’a yakışmaz. Evet yenilemeye ihtiyacımız var, Üstad’ın “İdeolocya Örgüsü’ne ek” bölümünde Akıncı Güç kadrosuna ithaf ettiği “İslâm yenilenmez, anlayışı yenilemek gerekir” bahsine yoğunlaşalım. Yeniliği hakikate ve ölçülere bağlı olarak zinhar itikadımıza, inancımıza değil, iman mevzuu Hz. Adem’den kıyamete kadar değişmez. Ölçüleri suiistimal etmek din tahribçiliğidir. İdeolocya Örgüsü buna muhatap, iktisad mevzuundan tutun, sanat plânına kadar bir pusulamız var. Üstad tiyatro için ne kadar didinmiş, tiyatro mevzuunda niçin sahalarda yokuz? Aynı şekilde sinema sahasını da doldurmamız lâzım. Kaba olmamak lâzım. Üstad’ın vasiyetidir, “15. İslâm asrını yenileyicinin estetik idrakını başa alması lâzımdır.” Estetik, hesap-kitap yaptırmaz, yakalayıcıdır, fethedicidir. Necip Fazıl, çağın sorunlarına bakmış, görmüş, tespit etmiş. Sivil medeniyet mefhumuna bağlı bu çağda, Üstad, Müslümanların silahlarını o şekilde dizayn etmiş, silahlandırmış hem de her bakımdan. Düşmanı tahlil etmiş, bizim eksiklerimizi de tesbit etmiş, “bu silahları alın, savaşın” diyor. Bu bir mirastır. Fikirde de bir sürü keşmekeşlik var, psikolojik üstünlük bizde, Üstad “bana Batılı olmamak şerefi yeter” diyor. Niçin bunu demiş? İşin temelini psikolojik olarak vermiş, eziklik vardı. Osmanlı’nın son döneminden itibaren (Viyana’dan itibaren de diyebiliriz) eziklik hâkimdi. “Beş asırlık bozulma” derken niçin böyle söylemiş Üstad? O zamandan itibaren bozulmuşuz, yenilik yok diye... “Batılı olmamak şerefi yeter” derken bu kuru kuruya söylenmiş bir şey değil, altını-üstünü doldurmuş Üstad. “Bizim iç işlerimize müdahale oluyorlar, bölmeye çalışıyorlar” diyorlar. Kardeşim sen sağlam, dinamik ol, diri ol. Lafla değil, işte böyle olacak. Varsa başka babayiğit “böyle olması gerekiyor, öyle değil” diye, çıksın meydana, amenna, her şeyi konuşuruz. Yeter ki Batı’ya karşı böyle bir derdimiz olsun. Üstad’ın Sakarya Türküsü’ndeki mısralılarını hatırlayalım:
“Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.”
Nil, de Tuna da “İslâm” diye şarıl şarıl akardı. Keza Fırat ve Dicle de öyle... Kıymetini bilmemiz lâzım bu davanın, içselleştirmemiz lâzım, kuru kuruya almak değil. Yaşayarak, her anımızda bu fikri yürütmemiz lâzım. Yürümemiz lâzım, Müslüman çağından mesuldür. İslâm’a muhatap anlayış olan Büyük Doğu’yu yürütmemiz lâzım. Hâdiselere bu minvalde bakıyorum, bu da senede bir kere “anarak” olmaz. Hissederek, duyarak bu anlayışı yaşamamız lâzım.