Tarihçi İbrahim Tatlı, Müslümanlar ve ezilen halklar için bir umut kaynağı ve kahraman olarak bilinen Muhammed Ali'nin, ırkçılığa ve emperyalizme karşı verdiği mücadeleyle, tüm Müslümanlara ve ezilen insanlara ilham verdiğini anlatıyor.

Muhammed Ali'nin boks ringinde elde ettiği zaferler, sadece sportif başarılar değil, aynı zamanda Amerika'daki ırkçılık ve adaletsizlikle mücadelenin bir simgesi olarak görülüyor.

Tarihçi Tatlı, Ali'nin dünya çapında hem Müslümanlara hem de ezilen halklara karşı mücadele etme ruhu aşıladığını, onun dövüşleriyle kazandığı zaferlerin arkasında yalnızca fizikî değil, inanç temelli bir cesaretin yattığını belirtiyor.

Özellikle Ali'nin Vietnam savaşına katılmayı reddetmesi ve bunu "Beyaz adamın zenginleşmesi için Vietnamlıları öldürmeyeceğim" diyerek açıklaması, hem Amerika’da savaş karşıtı hareketlere ilham vermiş hem de İslam'ın yayılmasına katkıda bulunmuştur.

Tatlı, Ali'nin adeta tüm insanlığa umut veren ve kazanan bir kahraman olarak tarihe geçtiğini, bu yönüyle örnek alınması gerektiğini dile getiriyor.

İşte İbrahim Tatlı'nın "Muhammed Ali - İman, Cesaret, Aksiyon" başlıklı videosu:

Boksör Muhammed Ali

Muhammed Ali'yi anlatacak en güzel söz herhalde şudur: Muhammed Ali güzeldi. Onun dövdüğü rakibi George Foreman onun için öyle söylüyor: Muhammed Ali güzeldi. Muhammed Ali yaşarken tarihe geçmeyi başarmış büyük bir kahraman. Sanki onu Allah göndermiş. Yani hem Müslümanlar hem de dünyanın bütün ezilenleri için umut kaynağı ve iftihar kaynağı olmuş. Niye? Onlara zulmedenleri döven onlarla çarpışıp kazanan bir adam olduğu için.

Muhammed Ali Amerika'da doğmuş bir zenci. 42 yılında dünyaya gelmiş ve zenci bir ailenin çocuğu olarak da tabii ki ırk ayrımına tabi tutulan bir insan. Çünkü o zamanlar ırkçılık çok şiddetli şekilde devam ediyor. Muhammed Ali 12 yaşında boksa başlamış, iyi bir boksör olarak olimpiyatlara katılıp şampiyon da olmuş. Ama geri döndüğünde Amerika'da kahraman olarak karşılanmıyor, gene bir zenci olarak itilip kılmaya devam ediyor.

O yıllarda Malcolm X ve Elijah Muhammed gibi insanların da faaliyetleri var Amerika'da Müslüman zenciler olarak. Tabii o zaman onların hareketinde tartışmalı şeyler de var ama adamlar o esnada o durumdalar, ellerinden gelen de bu. Muhammed Ali profesyonel boksa başladığı sıralarda bunlardan da etkileniyor. Arka arkaya hızlı şekilde rakiplerini kolayca yenip hızla yükselen Muhammed Ali değişik stilde dövüşüyor o zaman. Çok genç bir boksör, tabii enerjik, gençlik enerjisi var. Ona dayalı olarak, sürekli ringte koşan, rakibine fırsat vermeyen bir tarzı var. Güzel direklerle rakibini dövebiliyor yakına girmeden, etrafında koşarken açığını bulup yumruk atıp, kendisi yumruk yemeden neredeyse maç alabilen bir boksör o zamanlar. Ve şampiyonluk maçı yapma noktasına geldiği sıralarda Müslüman oluyor. Ama henüz Müslüman olduğunu da ilan etmiş değil. O zaman zenci Müslümanlarla ilişki içerisinde, bu az çok biliniyor ama Müslüman olduğu tam net bilinmiyor.

1964 yılında, Muhammed Ali o zamanın ağır sıklet boks şampiyonu Sonny Liston’a karşı dövüşecek. Liston güçlü kuvvetli, bayağı korkulan bir boksör. O zamanlar böyle neşeli, çok konuşan, biraz insanlar tarafından züppe olarak görülen Muhammed Ali’nin Sonny Liston’dan çok fena dayak yiyeceği zannediliyor, öyle bekleniyor. Ve maça çıktığında Sonny Liston’ı dövüyor. Çünkü Liston hiçbir şey yapamıyor. Ne yaparsa yapsın sürekli koşan, hareket eden, rakibi karşısında böyle indirici yumruk vurmak istiyor ama ona fırsat bulamadığı için aciz kalıyor. Seyredenler de bunu görebilir. Sonny Liston çok çaresiz durumda ve Muhammed Ali adeta etrafında sürekli dönüyor ve dövüyor Liston’ı. Ve maçtan çekiliyor Sonny Liston. Böylelikle Muhammed Ali o zamana kadar şampiyon olmuş en genç boksör olarak tarihe geçiyor. 22 yaşında, 1964’te ağır sıklet boks şampiyonu, dünya şampiyonu oluyor. Ama insanlar bunu kabul etmiyor. “Böyle şey mi olur”, “Liston yenilmiş olamaz!” gibi sözler ediliyor. Ama tabii ki bunun bir rövanşı olacak. Böyle tek bir maç yapıp “Hadi her şey bitti.” Değil, ünvanını koruması lazım. Rakibin zaten bir rövanş hakkı var. Derken ikinci maç oluyor. O sıralarda artık Muhammed Ali’nin de yavaş yavaş Müslüman olduğu anlaşılıyor. Ve ikinci maçta Sonny Liston nakavt oluyor. Yalnız o nakavt olma hadisesi biraz tuhaf. Ben seyrettiğimde şunu gördüm; aslında onu devirmeyecek veya devirse bile yıkmayacak bir yumrukla düşüyor Liston ve yerden kalkmıyor. Muhammed Ali de sürekli etrafında dönüyor, köşesine gitmiyor. Eğer ki boksör yere düştüğünde rakibi tarafsız bir köşeye gitmezse, bir yere gitmeyip ringin ortasında durmaya devam ederse, yerdeki boksöre sayılmaz. Yani “bir, iki, üç” diye hakem saymaya başlamaz. Zaten Muhammed Ali “Kalksın, döveyim.” diye saydırmamak için gitmiyor köşeye. Sonny Liston ise inatla kalkmıyor ve yerde yuvarlanıyor sürekli. Nakavt olmuş güya ama nasıl oluyorsa yuvarlanmaya devam ediyor adam. Maça devam etmek istemediği besbelli. En sonunda artık hakem kararını veriyor, maç bitiyor. Tabii ondan sonra büyük tartışmalar: “İşte Muhammed Ali bu adamı yenmiş olamaz. Burada hile var, şike var. İşte başka bir film var. Bu nasıl bir yenilgi?”  

O zamanlar bazı eski boksörler, Muhammed Ali’yi destekleyen zenci Müslüman teşkilatların tehditlerinden dolayı Sonny Liston’ın bilerek kendini attığı yönünde iddiaları dile getiriyor. Halbuki Sonny Liston Muhammed Ali’yi yenemezdi. Zaten ilk çıktığı maçta yenemedi. O zaman Muhammed Ali’nin hızı karşısında bence Mike Tyson da çaresiz kalırdı. Muhammed Ali o zaman çok hızlı ve Liston’ın yapacağı hiçbir şey yoktu. Ama burada onun kendini yere atıp da böyle maçı bırakması belki gerçekten Muhammed Ali’nin arkasında ona destek veren zenci Müslümanlardan korktuğu için olabilir ki, Joe Frazier bir belgeselde “O zenci Müslümanlar çok tehlikeliydi. Adam vuruyorlardı, adam kaçırıyorlardı” diyor. Adamların eli armut toplamıyormuş. Tabii ki öyle olması lazım. Ne olacak yani? Öyle adam seni dövsün, sen ona gül at. O seni hiçbir zaman kabul etmeyecek ki. Güç olduğun zaman senin bir geçerliliğin oluyor işte. Ki, Muhammed Ali’nin sevilmesi de bir güç olarak kendini kabul ettirip rakiplerini dövmesiyle olmuştur. Yoksa çıkıp çıkıp dayak yemiş bir adam olsaydı kimse hatırlamayacaktı belki de.

Sonrasında artık Muhammed Ali, Müslüman bir boksör ve arkasında Müslüman zenciler var. Bir de kendisi de zenci tabii. Ve işte sistemin bir adamını dövmüş, şampiyon olmuş. Bu yüzden düne kadar ringlere renk getiren yeni bir adam çıkmış gözüyle bakılırken, birdenbire istenmeyen adam oluyor. Bütün Amerikan basını Muhammed Ali aleyhinde çok kötü şeyler yazıyor. Hakaretler, küfürler eşliğinde aşağılıyorlar ve hemen peşinden “bu adam zaten alamayacağı maçı aldı, Sonny Liston buna bedavadan verdi bu maçları, bu asla şampiyon olacak adam değildi. Bunu, sağlam bir adam bulalım, dövdürelim.” Düşündükleri şey bu. Bula bula Sonny Liston’ın daha önce yendiği Floyd Patterson isimli bir zenci boksörü buluyorlar. Onun röportajını seyrettim, dinledim. Orada şunu söylüyor: “Ben şampiyonluk madalyasını ait olduğu yere iade edeceğim. Yani Amerikalılara, siyah Müslümanlara değil.” diyor. “Not black Muslims.” Aynen böyle söylüyor. “Siyah Müslümanlara değil.” Ve o zaman Muhammed Ali çok hakaretler ediyor bu adama. Artık Muhammed Ali ismiyle çıkmış. O eski ismi olan Cassius Clay ismini değiştirmiş ve Muhammed Ali olmuş. Ve bu yüzden ezilmek isteniyor. Buna karşı  Floyd diye bir Tom Amca çıkıyor, yani bir ev zencisi. Aslında kendisinin de şerefini kurtaran yiğit bir adamın karşısında çıkabilmesinin tek sebebi var, kölelik ruhuna işlemiş. “Ben onu döveceğim ve ondan o madalyayı alıp ait olduğu yere vereceğim.” Kime? Efendilerine. Bunu söylüyor. Ve maç günü geliyor. Floyd Patterson önce çıkıyor. Bütün stadyum alkışlarla, ıslıklarla inliyor, yıkılıyor. Muazzam bir destek var ona. Muhammed Ali’yi tutan hiç kimse yok. Muhammed Ali ondan sonra çıkıyor. O çıktığında küfürler, hakaretler... Bütün salon adeta küfür ediyor Muhammed Ali’ye ve Muhammed Ali tek başına. Muhammed Ali’nin yenileceğine kesin emin olduklarından Amerikan televizyonu canlı yayın olarak veriyor maçı. Tabii ne olacağını bilmiyorlar. Canlı yayında bekledikleri şey de Floyd Patterson ıslata ıslata Muhammed Ali’yi dövecek. Doğmadan bir efsane ölüp bitecek. İşte “Biz adamı böyle yaparız.” diyecekler. Başlarına geleceği bilmiyorlar. Orada Muhammed Ali’nin tek başına gösterdiği cesaret, yetiyor. Hani İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun bir sözü var ya: “Ringteki yalnızlık” diye. Evet, on binlerce insan var, rakibin var ve sen yapayalnızsın. Hani şurada antrenörün, şurada sevdiklerin bile olsa... Ki destekçisi de yok. Orada yapayalnız bir adam. Üstad Necip Fazıl’ın dediği: “Gücünü imanından bilmesi.” Gerçekten inanmış bir adam, gerçek bir mümin. Muhammed Ali Allah’a sığınıyor. Maç başlıyor. O maçı seyredenler görür, Muhammed Ali adeta ıslata ıslata dövüyor Patterson’ı. Yani bu bir boks maçı değil de sanki Muhammed Ali ve kum torbası. O derece bir nispetsizlik var. Patterson çok çaresiz kalıyor. Normalde 15 raundluk maçı 12. raundda hakem bitiriyor artık. Çünkü biri diğerini durmadan dövüyor. Diğeri hiçbir şey yapamıyor. Patterson, Sonny Liston’dan daha çaresiz duruma düşüyor. Çok aciz kalıyor adam. Çünkü Muhammed Ali fırtına gibi dönüp duruyor etrafında. Bir de hakaret ediyor döverken. Bunun için ertesi gün Amerika'nın büyük gazetelerinden Newsweek veya başka bir gazete şöyle yazmış: "Seyretmesi insanı hasta eden bir manzaraydı." Yani bekledikleri aşağılanma tersinden kendilerinin başına geliyor. Muhammed Ali, Amerika'yı yeniyor o maçta. Çünkü bütün basın yayınıyla ve sokaktaki amigolarıyla el ele, ringte tek başına olan bir adama karşı saldırıyor ve onu ezmek istiyorlar. Ve nihayet maç oluyor. Muhammed Ali rakibini yenerken, hepsini yeniyor. Ondan sonra artık Muhammed Ali'yi sevenler veya vicdanında "evet, helal olsun" diyenler ortaya çıkmaya başlıyor. Ondan sonra ciddi şekilde Muhammed Ali’nin sokakta da destekçileri oluşmaya başlamış durumda. 1965-66 yıllarında, Muhammed Ali artık ün kazanıyor.

Artık dünyanın tanıdığı büyük bir boksör olarak tam bir cazibe merkezi. Sürekli konuşuyor. Döverken de konuşuyor, maça çıkmadan önce de konuşuyor, dalga geçiyor, şiir okuyorBir de güzel yüzlü bir adam. İnsanlara sempatik gelen bir tip, genç, tatlı, sevimli, yakışıklı, güzel ve bir de herkese de batıyor. Ama dediğini de yapıyor. Ve bir de Müslüman. O yüzden artık herkes bu adamı merak ediyor, herkes izliyor. Tabii Müslümanlar da “bu adam kazanıyor” diye bağrına basıyor Muhammed Ali’yi. Tabii bütün ezilenler de bağrına basacak ama biraz daha zamanı var. Bunun zamanı da Ernie Terrell denen, gene bir zenci Tom Amca'yı dövdükten sonra gelecek.

Ernie Terrell, ağır sıklet boks şampiyonlarından biri ancak farklı bir organizasyonda şampiyon oldu. WBC, WBA veya IBF gibi çeşitli boks organizasyonları içinde, bildiğim kadarıyla bunlardan birinde şampiyonluk elde ediyor. Muhammed Ali ile maça çıkacak olan Terrell, Ali’den bahsederken sürekli "Mr. Clay" veya "Cassius Clay" gibi eski ismini kullanıyor, "Muhammed Ali" demeyi reddediyor. İkili bir röportajda karşı karşıya geldiğinde Terrell yine "Mr. Clay" diyerek devam edince, Muhammed Ali sabrını kaybediyor ve “Ali, Mr. Ali, Muhammed Ali” diye düzeltmeye çalışıyor. Ancak Terrell buna karşılık yine "Clay" demeye devam ediyor. Bunun üzerine Ali, Terrell’e tokadı patlatıyor ve bu gerilim maçta Terrell’i sert bir şekilde döveceğinin adeta habercisi oluyor.

Maça çıkıyorlar. O güne kadar sürekli “Mr. Clay” demiş olan Ernie Terrell, çok aciz kalıyor. Güçlü, iyi bir boksör. Hani zaman zaman Muhammed Ali'ye sağlam yumruk da vurduğu oluyor ama çok kötü dayak yiyor. İki gözü de kapanıyor adamın ve Muhammed Ali kazanıyor. Maç boyunca Muhammed Ali, Ernie Terrell'ı döverken ona "Call my name. What's my name?" diye bağırıyor, yani “Adımı söyle, adım ne?”

Çıkmış tek başına bir sporcu, bir boksör, önüne geleni dövüyor ve Amerikan sisteminin bütün temel taşlarını yerinden oynatıyor. Nedir bu sistem? Beyaz, Anglosakson, protestan, iğrenç, ırkçı, gavur, Allahsız Amerikan rejimi. Bunun içerisinden bir adam çıkmış, bütün Amerika’nın pisliklerine karşı tek başına, bütün ezilenlerin, Müslümanların ne varsa hepsinin, bütün dünyada temsilcisiymiş gibi Amerika’nın adamlarını dövüp duruyor. Orada bir komplo ile hemen “Vietnam'a seni askere gönderiyoruz.” diyorlar. Normalde böyle bir sporcuya Amerikan sisteminin asker olarak ihtiyacı yok. “Askere alıyorum.” demez, ona bir istisna yapar, askere göndermeye kalkmaz. Büyük ihtimalle gönderip öldüreceklerdi. Muhammed Ali askere gitmeyi reddetti. “Ben beyaz adamın zenginleşmesi için Vietnamlıları öldürmeyeceğim.” diyerek gitmeyi reddetti ve bütün dünyaya emsal oldu. Amerika'da Vietnam Savaşı'na karşı muhalefetin başlamasının sebebi Muhammed Ali'dir. Bunun üzerine artık siyasi, sosyolojik, tarihi tezler yazılabilir, yazılmalıdır, belki vardır. Bizim Türkiye'de bunlar es geçiliyor. Çünkü herkesin gördüğü, Muhammed Ali şöyle dövdü, vurdu, indirdi, ne biçim nakavt etti. İşin bu tarafından başka daha önemli, değerli taraflar var. Muhammed Ali eğer ki Müslüman olup da Amerikan sistemiyle çarpışmasaydı, “Vietnam'da ben savaşmaya gitmiyorum. Sizin için Vietnamlıları öldürmem.” demeseydi, diğer boksörler gibi bir boksör olacaktı. Dövmüş, dövülmüş, Roma arenalarındaki gladyatörler gibi. Sadece meraklısı bilecekti, meraksızı tanımayacaktı. Şimdi Muhammed Ali kadar tanınan başka boksör var mı? Yok. Çünkü boksörlüğünün dışında ve üstünde olan şahsiyeti sayesinde bu adam çok tanınıyor.

O zaman Amerikan mahkemesi karar veriyor: Muhammed Ali’ye çeşitli cezalar veriliyor, unvanları geri alınıyor ve boks yapması yasaklanıyor1967 yılında. Artık şampiyon bir boksör değil, hiçbir şey değil. Hani öyle bitiremedik, böyle bitirelim hesabı, ama yine de bitmiyor. Peki sonra ne oluyor? Diğer Müslüman teşkilatlarla beraber, Amerikan şartlarında bir nevi aktivizm yapmaya başlıyor. Tam da ona yakışan bir şekilde, çok güzel yapmayı beceriyor ve ne yapsa kendisine çok yakıştıran bir adam Muhammed Ali. Artık sürekli konferanslar, konuşmalar yapıyor. Bu yolla insanları, kitleleri etkiliyor ve İslam’ın Amerika’da hızla yayılmasına sebep oluyor. Aynı zamanda Vietnam Savaşı’na karşı muhalefetin toplumsal hale gelmesini sağlıyor. Yani bir adam çıkıyor, maskeyi düşürüyor, meydan okuyor, gongu çalıyor ve kitleler sanki onu bekliyormuş gibi harekete geçiyor. Gerçekten de 1967 yılında bu olaydan sonra Amerika’da hem ırkçılığa karşı hem de Vietnam Savaşı’na karşı Amerikan halkından büyük tepkiler, toplumsal hareketler ortaya çıkıyor. Bunun sebebi Muhammed Ali’nin bu çıkışıdır. Ondan önce tabii ki muhalefet var, ama bu kadar güçlü değil. Bu meydan okuma, sanki ateşin üzerine benzin dökmüş gibi büyük bir tesir oluşturuyor.

Nihayet 1970’e gelindiğinde, Muhammed Ali, unvanları elinden alınmış olsa bile Amerika’yı yenmiş bir durumda. Artık bazı eyaletlerde müsabaka yapmasına izin veriliyor ve yavaş yavaş geri dönmeye başlıyor. Derken Joe Frazier ile maça çıkıyor. O zaman Joe Frazier şampiyon; çünkü meydan ona kalmış durumda. Ne yazık ki Joe Frazier, Muhammed Ali'nin arkadaş olarak sevdiği biri olmasına rağmen Amerikan sisteminin adamı olarak yaşayıp ölmüş. Böyle talihsiz, inatçı bir adam. Muhammed Ali, onun cenazesinde oldukça üzgün görünmüş, zaten Joe Frazier'ı çok severmiş. Ama rekabetleri boyunca Joe Frazier hep Muhammed Ali’yi yenip “Önüne geçeceğim, onun önüne geçeceğim!” diye uğraşmış.. İşte bu adamla maça çıkıyor Muhammed Ali ve yeniliyor. Niye? Çünkü üç yıl boyunca müsabaka yapmamış, spordan uzak kalmış. Haliyle devamlılığı azalmış, zayıflamış ve eski hızı yok. Daha sonra Ken Norton ile dövüşüyor ve ona da kaybediyor.

Ama yavaş yavaş tekrar form tutmaya başlıyor. Zaten Joe Frazier ve Ken Norton’a arka arkaya yenildikten sonra, Ken Norton’la yaptığı rövanşı kazanıyor Muhammed Ali. Sonrasında, yaptığı baraj maçlarıyla tekrar Joe Frazier’la karşılaşacak duruma geliyor. Bu maç, 1974 yılında gerçekleşiyor. Ancak o rövanştan önce, George Foreman adında bir boksör ortaya çıkmış. Ken Norton’u ve Joe Frazier’ı çok feci şekilde yenmiş. Ben defalarca izledim; adeta bir işkence gibiydi. Foreman, Ken Norton’u tek eliyle dövüyordu. Sadece sol aparkatını kullanarak sakin sakin yumruk atıyor ama Ken Norton darmadağın oluyordu. Joe Frazier altı kez nakavt oldu, yere düştü, kalktı, ancak en sonunda kalkamadı. Maç bu şekilde bitti.

Joe Frazier ile rövanşı yapıp maçı kazanınca Muhammed Ali, artık şampiyonluk için dövüşebilecek hale geliyor ve 1974 yılında Foreman’a rakip oluyor. Ancak herkes, "Tamam, Muhammed Ali büyük bir adam, iyi bir boksör ama zamanı geçti, yaşlandı. Zaten şu şu boksörlere yenildi, rövanşları aldı ama uğraştı. Yenebileceği adamları yendi, ama George Foreman’ı yenemez," diye düşünüyor. Neden? Muhammed Ali’nin güç bela yendiği Ken Norton ve Joe Frazier’ı George Foreman adeta silindir gibi ezip geçmiş. Seyrederken insanın gülmeden edemeyeceği bir durum; özellikle Joe Frazier’ın düştüğü komik hâl... Patates çuvalı gibi oradan oraya devriliyor.

1974 yılında George Foreman, fiziksel olarak, boy ve kilo bakımından Muhammed Ali’yle hemen hemen denk bir boksör. 25 yaşında, Muhammed Ali ise 32. Foreman, yeterince tecrübeli, çok önemli boksörleri yenmiş biri olarak, hem gençlik enerjisine hem de tecrübeye sahip bir şampiyon. Muhammed Ali ise zorluklarla tekrar geri dönmüş. Kimse ona şans vermiyor; herkes George Foreman’ın onu ezeceğini, çok fena döveceğini düşünüyor. Muhammed Ali çenesi çok sağlam bir boksör de değil. Halbuki, Joe Frazier çok dayanıklı, balyozla kafasına vursanız nakavt olmayacak bir adam; çünkü içinde beyin yok, kafasına bir şey olmuyor. O Frazier’ı Foreman darmadağın etmiş.

Foreman maçı Zaire’de yapılacak. Zaire’deki devlet başkanı bunu bir prestij meselesi haline getiriyor ve “Gelin burada maç yapın,” diyor. Böylece halkın gözünde büyük bir olay gerçekleştirmiş olacak. İkisi Zaire’ye geliyor. George Foreman sokağa çıkamıyor, herkes ona küfür ediyor. Bütün Zaireliler, "Sen Tom Amcasın, Amerikalıların köpeğisin. Nasıl olur da Muhammed Ali'yi dövmeye kalkarsın?" diyorlar. Muhammed Ali ise antrenmanlarını sokakta yapıyor. İnsanlarla beraber koşuyor ve herkes ona eşlik ediyor; "Ali, buma ye!" diye bağırıyorlar. "Buma ye" onların dilinde "Öldür onu" anlamına geliyor. Hepsi "Öldür onu" diye tezahürat yapıyor. Burada sıradan bir boks maçı değil, adeta iman ve küfür, haklı ve zalim savaşı var. Muhammed Ali, sadece Müslümanların değil, ne kadar vicdan sahibi insan ve ezilmiş, hakkını arayan mazlum varsa hepsinin bir yerde temsilcisi olarak orada ve bunu en güzel şekilde yerine getirdi.

Nihayet maça çıkılıyor. Maç boyunca George Foreman korkunç yumruklarını defalarca Muhammed Ali’ye indiriyor. Maçın kritiklerini izledim; Muhammed Ali'nin defalarca nakavt olması gerekiyordu. Sıkça "Rope-a-dope" denilen taktikten bahsedilir, yani rakibini üstüne çekip yormak. Ama dayak yiyen yorulmuyor mu? George Foreman çok yumruk atacak, yorulacak, sonra Muhammed Ali onu dövecek deniyor ama Muhammed Ali durmadan yumruk yiyor, bu da onu harap ediyor. Muhammed Ali'nin ölmesi lazım, ama George Foreman ne kadar yumruk vurursa vursun Muhammed Ali etkilenmiyor. En sonunda Muhammed Ali, art arda 7-8 yumruk atıp hızlı kombinasyonla Foreman'ı nakavt ediyor ve maç bitiyor. Böylece Muhammed Ali, Amerikan sistemini bir kez daha yenmiş oluyor; üstelik kimsenin hayal edemeyeceği kadar zorlu bir şampiyonu yenerek. Çünkü George Foreman gerçekten korkunç bir adam. Adamda Allah vergisi bir kuvvet var. Yumrukları, eldivene sarılmış bir çift balyoz gibi; kime vursa darmadağın ediyor. Zaten o dönemde iki kişi var, biri George Foreman, diğeri Earnie Shavers. Muhammed Ali'nin rakiplerinden bu ikisinin yumrukları çok sertmiş. Hatta Evander Holyfield, hem Foreman’la âhir ömründe yaşlıyken dövüşmüş hem de Tyson’la karşılaşmış bir boksör olarak ikisini karşılaştırdığında, Foreman’ın yumruklarının çok ağır olduğunu söylüyor. Tyson’ın yumruklarını onunkilerden hafif buluyor. Böyle bir boksöz Foreman, 25 yaşında, genç, kuvvetli, enerjik, çok önemli rakipleri yenmiş, tecrübeli, tam kıvamında, en iyi halinde ama Muhammed Ali'ye yenilmiş ve nakavtla bitmiş bir maç. Muhammed Ali de maçtan önce onu nakavt edeceğini söylüyor; kimse inanmıyor. Hatta Howard Cosell, Muhammed Ali'yi seven ve ona hayranlık duyan bir sunucu -Yahudi olmasına rağmen bu hayranlığını her zaman ifade etmiştir- ona şans vermiyor, "Yenilir." diyor, "Herkes ölecek." diyor ama tam tersi oluyor. O maçı seyredenler şöyle bir manzara görüyor: Bütün salon, bütün insanlar ayakta. Muhammed Ali kazandığında herkes seviniyor. Hatta onu çalıştıran antrenörünün de gözleri dolu, ağlamaklı bir hali var. Gerçekten insanı çok etkileyen bir manzara. O dönemde dünyada her nerede naklen yayın varsa herkes Muhammed Ali kazansın diye televizyon karşısında dua ediyormuş. Benim yaşım buna müsait olmadığı için o anı yaşama şansım olmadı. Ama seyredenlerden bunu dinledim. "Gece ayaktaydık." diyorlar, çünkü maç sabaha karşı bir saatteymiş. Muhammed Ali kazandığında yer yerinden oynamış, dünya sallanmış. Böyle bir şey yaptı bu adam. Maç bu şekilde bitti ve zavallı George Foreman boynu bükük şekilde ringden indi, Muhammed Ali seviniyordu. Muhammed Ali boks kariyerinde ve bana göre kişisel olarak da hayatının zirvesini o maçta buldu.

Ondan sonra yine maçlara devam ediyor. Joe Frazier ile bir kez daha maçı var, bu da aslında tarihi bir maç. Neden? Çünkü Muhammed Ali bir yenilmiş, bir de yenmiş durumda, yani skor 1-1. Artık üçüncü maç gerekiyor ve bu da 1975 yılında Filipinler’de, Manila’da gerçekleşiyor. O dönemde Filipinler’de Hristiyanlar kalabalık, Müslümanlar da ciddi bir nüfusa sahip ve baskı altındalar. Manila’daki maçta ilginç olan, sömürgeden çıkmış Filipinler halkının Hristiyanlarının Frazier’ı desteklemesi, Müslümanların ise Muhammed Ali’yi desteklemesi. Oysa oradaki Hristiyanların da Muhammed Ali’yi desteklemesi gerekirdi; çünkü Filipinler çok vahşi bir şekilde sömürülmüş bir ülke.

Bu maçta da Muhammed Ali, Frazier’ı çok kötü bir şekilde dövüyor. İzlediğimde, “Bu adam nasıl dayanmış, ayakta kalmış?” diye düşündüm. Hava 40-41 derece sıcaklıkta, çok ağır bir nem var, böyle bir ortam. Ayrıca ikisi de artık belli bir yaşa gelmiş, Muhammed Ali 33 yaşında. Frazier sanırım 1-2 yaş daha genç ama o yıllarda boks genelde 20’li yaşlarda yapılırdı, öyle şimdiki gibi ilaçlarla 35-40’ına kadar değil. 30 yaş bile o dönemde ihtiyarlık sayılırdı. Yani bu şartlarda maç yapılıyor ve Frazier çok ağır dayak yiyor. İnatla ayakta kalmaya çalışıyor. Artık “Bu adama bir şey olacak,” diye düşünüyorsunuz. Nihayet son rauntlarda antrenörleri “tamam” diyerek havluyu atıyorlar ve maç bitiyor.

Muhammed Ali boksöz olarak bu maçla defteri kapatıyor aslında. Ken Norton'ı da daha sonra yeniyor ama bu Frazier maçı, skorun tamamlanması için gerekliydi. Ayrıca Frazier, bir şekilde Muhammed Ali’yi alt etme umuduyla inatla direnmeye devam ediyordu o maça kadar. Hatta Muhammed Ali maçtan sonra, “Eğer bana cihat emri gelse, Frazier’ı yanımda görmek isterim,” diyor. Yani onun ne kadar sebatlı ve dirençli bir adam olduğunu, sonuna kadar mücadeleyi bırakmadığını söylüyor. Ona hayranlığını dile getiriyor, ama Frazier’ı çok kötü dövmüş. Zannediyorum, Joe Frazier o maçtan sonra 25 gün hastanede yatmış. Kalın kafalı bir adam; o kadar dayak yiyip yine de inatla ayakta kalmaya çalışıyor ki, Muhammed Ali nakavtçı bir boksör değil. Yumrukları çok ağır değil, çoğu maçta da genelde sadece puan almaya yönelik yumruklar vuruyor. Mesela rakibinin gözünü kapatıyor ama çenesini kırmaya çalışmıyor. Floyd Patterson da, “Boks hayatımda yediğim en yumuşak yumrukları Muhammed Ali’den yedim,” diyor. Muhammed Ali’nin, “Bana Elijah Muhammed, rakiplerime yumuşak vurmamı söyledi,” şeklinde bir sözü var. Yani, rakiplerine çok sert davranmamamı söyledi gibi. Gerçekten de, Muhammed Ali rakiplerine hep merhametli davranmış. Diğerleri, o dönemin boksörleri, çoğunlukla zor şartlarda sokak hayatından gelmiş insanlar olduğu için biraz vahşi insanlar. Muhammed Ali ise rahat bir aile ortamında yetişmiş, mizacı da buna müsait değil. Ama dövüşmesi gerektiği için dövüşmüş, vurması gerektiği kadar vurmuş adeta.

Ve o maçtan sonra, aslında Joe Frazier'ı da yenip zaferlerini tamamen perçinledikten sonra Ken Norton'u da yendi ve onu ikiye bir yenmiş oldu. Artık 33 yaşında boksu bırakması gerekiyor ama yine de bir süre daha maç yapıyor. Yine rakiplerini yeniyor, ancak artık devri kapanmış; aşağıdan ciddi güçlü boksörler geliyor, Joe Frazier da artık bırakıp gidiyor. O gidiyor, bu gidiyor; hatta George Foreman genç olmasına rağmen bırakıyor. Ancak Muhammed Ali, boksörlük dışında zaten bir fenomen olduğu için —tabii şimdiki uyduruk fenomenlerden bahsetmiyorum, gerçekten bir vakıa, dünya çapında bir adam— böyle bir kahramanlık destanını hayatıyla yazmış bir efsane olarak meydanda. Sahip olduğu misyonu başka alanlarda da sürdürebilir.

O zamanlar artık Amerikan rejimi hem Vietnam’da yenilmiş hem de ırkçılık davasını terk etmiş durumda, çünkü baş edememiş, yenilmiş. Amerikan Anglosakson pragmatizmi ile “tamam, yenildim, şimdi seninle beraberim,” diyor bu defa. Ve ne oluyor? Zencilere haklarını vermenin yanında onları bir de cıvıklaştırma durumu var. Muhammed Ali'yi de bu güncel durum içinde eritmeye çalışan bir tavrı var Amerika'nın. O esnada, Muhammed Ali'nin menajeri veya o zamanın boks simsarları, onun bırakması gerekirken ısrarla devam etmesini istiyorlar. Nihayet, 1978 yılında Leon Spinks adında bir yeni yetmeye kötü şekilde yeniliyor Muhammed Ali. Spinks, hakkıyla yeniyor çünkü tıpkı Tyson gibi dövüşüyor; sürekli kafayı eğip hızla içeri girip kroşe vuruyor. Bir de Muhammed Ali’nin gençliği çoktan gittiği için hızı kalmamış. O da koşamayan bir durumda ve ayaklarıyla ileri geri hareket ederek yetişemiyor ona, sürekli kroşeleri yiyor. Leon Spinks maçı alıyor. Yani, o kadar büyük boksörleri yendikten sonra Leon Spinks’e yenilmesi trajedi. Tamam, bırakması lazım. Rövanşa çıkıyor, rövanşı da alıyor. “Tamam, aldıktan sonra bırakıyorum” diyor. Muhammed Ali de artık boksörlüğün bittiğini görüyor ve söylüyor. Başka türlü kendi istediği gibi hayatına devam eder ama ısrarlar devam ediyor; “Sen şununla da maç yap, bununla da maç yap” gibi.

Nihayet 1980 yılında, artık 38 yaşındayken Larry Holmes’la maça çıkıyor. Larry Holmes o zaman çok iyi durumda. Zaten pek çoklarının gözünde Muhammed Ali’den sonra en iyi boksör. Kimilerine göre tarihin en iyi boksörü olarak görülüyor, en azından en iyilerden biri. Adam formunun zirvesinde; uzun boylu, kanat açıklığı geniş, kolları uzun, kısa direklerle çok iyi maç sürdüren bir boksör. Zaten 48 maç arka arkaya galip gelmiş biri, öncesi ve sonrası ile beraber. Neredeyse Rocky Marciano’nun rekorunu kırmak üzereyken Michael Spinks’e puanla yeniliyor. Üstelik hakemlerin üçü birden aynı kararı vermemiş, maç split decision ile bitmiş. Spinks’e yenilmesi 49. maçında gerçekleşiyor. Eğer onu da yense, 49 maçlık Rocky Marciano’nun rekorunu yakalayacak. Böyle istikrarlı, çok iyi bir boksör Larry Holmes. Aynı zamanda Muhammed Ali’nin de yıllarca antrenman partneri olmuş. Şimdi, bununla maça çıkılır mı? Sonuçta maçta Muhammed Ali çok kötü dayak yiyor. Artık maç teknik nakavt veya geri çekilmeyle bitiyor.

Sonra, 1981 yılında Trevor Berbick adında, Kanadalı aslen Jamaikalı bir boksörle maçı var. Orada kötü bir maç yapmıyor ama yine de kaybediyor ve artık tamamen bitiyor. Ancak bu hengâmelerde Muhammed Ali’nin beyninde bir hasar oluşmuş. Tabii yediği yumruklardan mı, yoksa çenesi kırıldıktan sonra geçirdiği ameliyatta bir tıbbi müdahalede zarar verici bir şey mi yaptılar, bilmiyoruz; ama Muhammed Ali 80'li yıllarda hızlı bir şekilde Parkinson hastalığına yakalandı ve 90’lı yıllarda düzgün konuşamayan, yürüyemeyen biri haline geldi

Muhammed Ali ondan sonra eskisi gibi aktif olamadı. 80'lerin sonlarına doğru iyice gerilemeye başladı. Kaldı ki, iddia ettiği şeyler kazanım olarak elde edilmiş olduğu halde, bunu bir bayrak yarışı halinde sürdürecek Malcolm X gibi kişiler çıkmadığı için, yeni Muhammed Ali’ler gelmediği için onların başlattığı iş çok iyi bir yere ulaşmış olsa da devam etmedi. O ayrı mevzu. Hani Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi, "Ustada kalırsa bu öksüz yapı, onu sürdürmeyen çırak utansın…" hesabı, bu Muhammed Ali’nin suçu değil. Zaten sağlık sebepleriyle yapabileceği şeyler oldukça sınırlanmıştı ve öyle kaldı.

Her neyse, Allah rahmet etsin. Muhammed Ali öldü gitti ama hani “Yiğit ölür, şan kalır…” o hesap. Onun arkasından çok şey konuşuldu, çok şey söylendi. Bunlar içerisinde bence Muhammed Ali'yi en iyi anlamış ve onu en güzel anlatan insan George Foreman'dır. Çok karakterli, namuslu bir adam George Foreman, gerçekten erkek adam. Bu adam boksu bırakıyor, sonra rahip oluyor. Tekrar boksa dönüyor. Şampiyonluk için çok uğraştı, Evander Holyfield’a yenildi ama o zaman 40 yaşını aşmıştı. Hâlâ sağlıklı bir adam, öyle ki beyninde de bir hasar yok. Çok da kaliteli, karakterli bir adam. Muhammed Ali için şöyle diyor: “Muhammed Ali’yi görünce sizi kendisine çekerdi. Onun bir parçası olmak isterdiniz. Muhammed Ali bir şairdi, her yaptığı da şiirdi. O bir film yıldızı olsaydı, en iyi film yıldızı olurdu; futbol oyuncusu olsaydı en iyi futbol oyuncusu olurdu. O her ne yapsaydı en güzel şekilde yapardı.” Muhammed Ali’yi çok güzel tarif etmiş. Gerçekten Muhammed Ali’nin her hareketi şiir, yani şiir gibi değil, bizzat kendisi şiirdi. Öyle bir hayat yaşamış, öyle sürdürmüş ki insan bazen düşünüyor, sanki bu dünyaya ait değilmiş gibi. Yapıp ettiklerine bakınca insan, “Bu kadar mükemmel, bu kadar güzel olamaz; insan böyle olamaz,” diyesi geliyor. Tabii ki, Allah nasip etmiş, olmuş. Diğer rakipleri, mesela Ron Lyle, şöyle söylüyor: “O beni yendi, dövdü. Onun bütün zencilerin hakları için yaptığı temsilcilik, onları temsil edişi unutulmaz.” Yani Amerika’daki zenciler neredeyse bütün haklarını bu adama borçlular. Dünyada da insanlara, haksızlık ve zulme karşı nasıl mücadele edileceğini Muhammed Ali hayatıyla örnek olarak gösterdi. Adam hiç vazgeçmedi. Her türlü hakarete ve yalnızlığa rağmen inandığı yolda devam etti. Bu inanılmaz bir şey; bu zaten başlı başına bir şiir. Kaybetseydi bile bir şiirdi ama adam bir de kazandı. Allah’ın işi, sürekli yendi.

George Foreman, Zaire’deki maç için şöyle diyor: “Ben ona Frazier’a ve Ken Norton’a vurduğumdan daha şiddetli ve çok yumruk vurdum. O yumruklardan herhangi birisiyle düşmeliydi Muhammed Ali, ama hiçbir şey olmadı. Bir de bana diyordu ki: ‘Hepsi bu mu, George? Bana bir şeyler göster!’” Sanki o kadar yumruk yememiş gibi, hiçbir şey olmamış gibi konuşuyordu. Foreman, “Nihayet şunu fark ettim; herkes o kazansın diye dua ediyordu, herkes ona asılıyordu, onu çekiyordu,” diyor. Hani adeta sanki ona “Himmet ediyorlardı” dense yeridir; tabii onların literatüründe belki öyle bir şey yok, ama biz bunu böyle tercüme edebiliriz bence. Yani bütün dünya, vicdan sahibi insanlar onun kazanmasını istiyordu. Bunu ben parantez içinde kendim ekliyorum. Foreman’ın kendi söylemiyle, “Herkes o kazansın diye dua ediyordu. Herkes onu seviyordu, ona asılıyordu. O zaman anladım ki bu adam yıkılmaz.” Ve bütün takatim, gücüm kayboldu, yenildim,” diyor. İşte bu kadar. Yenildiğini kabul ediyor, neden yenildiğini de biliyor ve asla onu yenemeyeceğini itiraf ediyor. “Bir maç daha yapmak istemez miydiniz?” diye sorulduğunda, “Niye yapayım? Bir kere yenildim ya!” diyor. Bunu gülerek söylüyor, hem de çok tatlı bir şekilde.

Ben şahsen Muhammed Ali hakkında George Foreman’ın birçok röportajını ve konuşmasını dinledim. Gerçekten bir adam nasıl anlaşılır, ona nasıl hayran olunur, bir kahramanın hakkı nasıl verilir, bunun güzel bir örneği George Foreman. Bunu çok güzel yapmış. İnsan haysiyeti açısından da çok güzel bir hareket, Foreman’ın gösterdiği takdir tavrı ve anlayışı kendisinde de derin bir kişiliğin olduğunu gösteriyor. Bir de şunu söylüyor: “O, Frazier’ı çok severdi. Ben kıskanırdım, beni daha çok sevmesini isterdim,” diyor. Tabii, şu da var ki Frazier, Muhammed Ali’nin akranıydı ve onunla geçmişleri çok eskilere dayanıyor. Hatta Ali’nin tekrar boksa dönebilmesinde Joe Frazier’ın da bir katkısı var. Diğer rakipleri arasında Muhammed Ali aleyhinde konuşan yok, bildiğim kadarıyla. Sadece Joe Frazier, Muhammed Ali’nin kendisine çok hakaret etmesinden dolayı onu unutamamış. Belki sadece o yüzden, belki de hâlâ bir şekilde, Patterson gibi Muhammed Ali’yi yenen bir zenci olma hayalinin gerçekleşmemesi yüzünden, bilmiyorum. Hep Muhammed Ali’ye karşı bir kırgınlığı varmış gibi görünüyor. Ama birbirlerini çok sevdikleri de belli; çünkü birlikte oldukları birçok görüntülerde gerçekten iki arkadaş gibiler.

Malcolm X’in kitlelere ulaşmasında Muhammed Ali'nin rolü neydi, Muhammed Ali olmasaydı ne olurdu diye sorarsak , o işler çok zor olurdu ve o şekilde devam etmezdi bence. Çünkü, Üstad Necip Fazıl mealen şöyle söylüyor: “Bir aksiyona fidelik etmeyen fikir değersizdir.” Sonuçta, evet, “Zencilerin hakları, ezilen insanların hakları…” Fakat “Hak verilmez, alınır” diye bir laf var, boşuna söylenmiyor. Sonuçta bunlar bir güç sayesinde elde edilebiliyor. Birinin çıkıp bir şey yapması gerekiyordu. Yani birilerinin ateşli nutuklar atması, sokakta insanların bağırması, imzaların toplanması, bir yere kadar etkili. Ama birinin çıkıp birini dövmesi gerekiyordu. Zenci Müslümanların silahlı örgütleri de vardı ve gerçekten tehlikeliydi bu adamlar ama sonuçta belli bir dar çerçevede, dar bir çevrede oluyor, bitiyor, ya da kriminal olarak değerlendiriliyor. Ama bu bambaşka, tam anlamıyla bir adamın şovu. Burada bir şov var, insanların büyük ilgiyle, isteyerek, büyük bir arzu ve coşkuyla seyrettiği bir şey. Şov derken basit bir şov değil, sahnede sergilenen çok güzel bir oyun var. Muhammed Ali çıkıp da dayak yiyip yenilseydi ne olacaktı? Bir kere daha yenilecektik, bir şey değişmeyecekti. Ama kazandığında bambaşka oluyor. Ve Muhammed Ali, Allah’ın yardımıyla kazandı üstelik. Mesela George Foreman ile maça çıkarken eldivenli elleriyle dua ediyor, sonra rakibine dönüyor ve kazanıyor.

Kazanmanın değeriçok büyük.  Tabii ki “Gayret bizden, tevfik Allah'tan”, ama “Tevfik Allah'tandır” derken zaferi kişinin kendinden bilmemesi gerekiyor, onu Allah'tan bilmesi gerekiyor ama kazanmak için ne gerekiyorsa yapması lazım. Çünkü kazanmanın değeri var. Muhammed Ali’ye kadar Müslümanların hâli berbat durumdaydı değil mi? Tüm dünyada öyleydi. Ve bizim tarihî kahramanlarımız, “Halid bin Velid çıkmış da hasımlarını şöyle devirmiş, Hz. Ömer şöyle yapmış”, “Fatih, Yavuz, şu zaferler, kazanmış, Alparslan Malazgirt'te böyle yapmış”, diye hikaye gibi anlatılıyordu; efsaneye haline gelmişti. Öte yandan çok uzak geçmişte kalmış ve bir vehme dönüşmüştü. Sürekli yenilmeye alışmış insanların gözünde bunların asla benzeri yapılamaz birer efsaneden yahut akıl almaz vehimlerden öte bir değeri olmaması kaçınılmaz sondur. Ama bir adam çıkıp bunu yapıyor. Evet, bu olabilirmiş, bir adam tek başına bütün zalimlere meydan okuyup onları alt edebilirmiş, herkes buna şahit oldu.

Muhammed Ali’nin, en çok araştırılması gereken tarafı bence aksiyonerliği, yani boksörlüğünün ötesinde olan yönü. Aksiyonuyla insanlara nasıl örnek olmuş ve nice kitlelere nasıl bir hareket ve heyecan vermiş, bunu çok ciddi bir şekilde incelemek lazım. George Foreman’a “En iyi boksör Muhammed Ali miydi?” diye sorulduğunda, “Hayır, en iyi boksör Joe Louis'di, Muhammed Ali en iyi adamdı,” diyor. Eskilerden, meşhur bir Amerikan güreşçisi var, Jesse Ventura. Bir eyalette valilik de yapmış ve Muhammed Ali'yle çok hatırası olan biri, ona çok değer veriyor. Muhammed Ali’den bahsederken duygulanıp kendini kaybediyor: “O büyük bir kahramandı. En büyüktü. Çünkü o en prestijli, en büyük unvanı Vietnamlıları öldürmemek için terk etti. Bu unvandan vazgeçti ve inancının adamı olmak istedi. Bu yüzden en büyüktü,” diyor. Bakın, çok güzel bir şeyi yakalamış, inancının adamı olmak. Muahmmed Ali’nin şahane aksiyonun ve cesaretinin kaynağı buydu. Ve bununla vicdan sahibi insanları da kendine çekti.

Muhammed Ali'nin 50. yaş gününde ona jübile gibi bir program yapıyorlar. Orada Howard Cosell mikrofonu alıyor; sürekli maçlarında yanında bulunan, röportajlar yapan, maçları anlatan spiker. O konuşuyor ve diyor ki: “Muhammed Ali, sen Muhammed Ali'sin. Sen kim olmak istiyorsan osun.” Bunu söyleyen adam Yahudi, daha ne denebilir ki? Muhammed Ali’nin güzelliğine aynı güzellikte bir övgü.

Evet onun güzelliği, zarafeti, cesareti, başarısı ve imanı ruhları o kadar etkilemiş ki, tam bir fatih olmuş. Muhammed Ali’yi ne kadar övsem, övgü sözcükleri boş kalır. Ama takdir makamında, onun en çok görülmesi gereken tarafı budur.

Son olarak şunu iddia ederim: Muhammed Ali, dünyanın dört bir yanında bütün Müslümanlara, onları esir alan, işgal eden kâfirlere ve emperyalistlere karşı dövüşme hırsı ve heyecanı vermiştir. Onda en çok görülmesi gereken taraflardan biri de bence, onun insanlara umut veren, dövüşen, kazanan bir kahraman olmasıdır. Muhammed Ali, sanki bütün Müslümanlara ve ezilmiş insanlara Allah'ın bir ihsanı gibi dünyaya gelmiş, çok güzel bir iz bırakmış, umut veren bir adam olarak geçip gitmiş, ama adı unutulmamış.

Allah rahmet etsin.