Türkiye büyük bir mâli krizin içinden geçiyor. 10 yıldır ayak seslerini işittiğimiz krizin sancıları artık iyiden iyiye hissedilir hale geldi. Erdoğan liderliğinde, devletin tepe kadrosu ise bu sancıyı hafifletmek için Körfez ülkelerinden çıkmaz oldu.

AK Parti hükümetlerinin ülkede iktidar olduğu zaman zarfında resmi-gayri resmi yollarla ülkeye giren Batı sermayesinin suyunun kurumasıyla geçtiğimiz yıllarda yaşanan sunî refahın sonuna gelindi.

Türkiye’nin bu vaziyetinin siyasi yansıması ise içte ve dışta alınan kararların altı ayda bir yeniden ‘gözden geçirmesine’ sebep oluyor. Altı doldurulabilir bir ekonomiden yoksunluk, Türkiye’yi her yeni şart ve duruma göre yeniden poziyon almaya mecbur kılıyor.

Bütün bunlara ilaveten depremin 100 milyar dolarlık maliyeti ve seçim süresince ortaya atılan popülist vaatler bu krizi körükledi.

Erdoğan: "Bürokratik vesayete izin vermeyiz" Erdoğan: "Bürokratik vesayete izin vermeyiz"

Kamu ve özel sektörüyle Türkiye’nin bu yıl bulması gereken toplam dövizin 200 milyar dolardan fazla olduğu tahmin ediliyor.

Seçimle başlayan ‘ortodoks’ hareketler

14 ve 28 Mayıs 2023 seçimlerinde Erdoğan’ın kesin zaferle çıkması ile en çok merak edilen konulardan biri “ekonomik politikanın nasıl şekilleneceği” şeklindeydi.

Erdoğan, Maliye Bakanını ve Merkez Bankası Başkanını ABD-AB finans çevrelerinin tanınan yüzlerinden seçti. Bu atamalar muhalif medyanın sık sık atıf yaptığı ‘ortodoks’ politikalara dönüş mü yapılıyor sorusunu akla getirdi.

Ayrıca Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta Volodimir Zelenski ile görüşerek Azov Taburu komutanlarını serbest bırakması ve ardından çok sert bir şekilde karşı çıktığı İsveç’in NATO’ya girmesine sözlü onay vermesi, Batı ile barış sürecine girilmesi olarak okundu.

Son olarak önce Mehmet Şimşek’in ardından da Erdoğan’ın Körfez ülkelerine yaptığı seyahatler Türkiye’ye getirilmek istenen sermaye arayışı olarak değerlendiriliyor.

‘Rüzgar önündeki yaprak’ politikası ile nereye kadar?

Her ülkenin olduğu gibi Türkiye’nin de siyasi ve askeri politikası doğrudan ekonomisi ile bağlantılı. Yukarıda anlattığımız süreçler doğal olarak Türkiye’nin iç ve dış siyasetteki adımlarını da etkiliyor.

Türk lirasına herhangi bir zemin olabilecek çözümlere gidilmezse (örnek kısa vadede Altın Lira çözümü gibi) bu durumun Türkiye’nin kaçınılmaz talihi olarak görmek gerekiyor.

Rüzgarın bir yaprağı her an başka bir yere savurması gibi Türk siyaseti de ekonomisinin ‘hafifliği’ nedeniyle her an başka bir yöne savruluyor.

Türk lirasına yönelik kalıcı çözümler üretilmediği sürece de ne iç siyasette radikal adımlar atılabilir ne de dış siyasette alternatif olma iddiamız bir anlam bulabilir.