İngiltere'deki Oxford Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Avi Shlaim, İsrail-Filistin çatışmasını ve Filistinlilerin 1948'den bu yana devam eden yerinden edilme sürecini değerlendirdi.

Hamas'ın 7 Ekim saldırısına karşılık, İsrail'in kendini "savunma hakkı" olduğu argümanıyla 7 Ekim'den bu yana Gazze'yi bombaladığını belirten Shlaim, "İşgal ettiğiniz topraklardaki insanlara karşı kendinizi savunma hakkınız yoktur. Bu insanlar işgal altında ve silahlı direniş hakkı da dahil olmak üzere direnme hakkına sahip." diye konuştu.

Shlaim, İsrail'in Gazze'de soykırım suçu işleyip işlemediğiyle ilgili olarak şunları aktardı:

Kassam Tugayları'ndan Aşkelon'a roket saldırısı Kassam Tugayları'ndan Aşkelon'a roket saldırısı

"Kesinlikle açık olan şey, İsrail'in Gazze Şeridi’nde etnik temizlik yaptığı ve inanıyorum ki katliamın ve ölümlerin boyutu, sivil yerleşim yerlerindeki kişilere ayrım gözetmeksizin yapılan saldırılar, soykırımı doğrulayacak. Bir savaşın soykırım olarak adlandırılabilmesi için uygulamanın yanı sıra soykırım niyetinin de olması gerekir ve İsrailli liderlerin açıklamalarında soykırım amaçladıklarına dair çok sayıda kanıt var. Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, Gazze'de masum insan olmadığını söyledi. 7 binden fazla çocuk öldürüldü, onlar şüphesiz masumdu."

Gazze'de can kayıplarının büyük çoğunluğunun Hamas savaşçılarından değil sivillerden oluştuğuna dikkati çeken Shlaim, "İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, 'İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz' demişti. Bu çok endişe verici bir söylem çünkü düşmanı insanlıktan çıkarmak, soykırıma giden yolu açar ve İsrailliler sadece Hamas'ı değil tüm Filistin halkını insanlıktan çıkarıyor." ifadesini kullandı.

"İsrail bugün ikinci Nekbe'yi gerçekleştiriyor"

Tarihçi Shlaim, İsrail güçlerinin mümkün olduğunca insanı Gazze'den çıkarıp Kuzey Sina sınırından Mısır topraklarına itmek istediğini dile getirerek, "İsrail, bugün Gazze'de kuzeyden güneye toplam 2,3 milyon Filistinlinin 1,9'unu yerinden etmiş durumda ve bu bir savaş suçu. Gazze'nin tamamen imhası, evlerin yüzde 60'ının yok edilmesi, açlığın savaşta silah olarak kullanılması gibi eşi benzeri görülmemiş bir katliam görüyorsunuz. Bu durumda şu sonuçtan kaçınmak zor; İsrail bugün ikinci Nekbe'yi gerçekleştiriyor." şeklinde konuştu.

"Nekbe tek seferlik bir olay değildi." ifadesini kullanan Shlaim, şu değerlendirmede bulundu:

"(İsrail Başbakanı) Binyamin Netanyahu ülkesinin ikinci kurtuluş savaşı verdiğini söyledi. İlk kurtuluş savaşı, 1948'de gerçekleşmişti. İkinci kurtuluş savaşından bahsetmek manasız çünkü kimse İsrail'in bağımsızlığını tehdit etmiyor. Hamas saldırısı İsrail'i yok etmekle değil, Filistin topraklarının özgürleştirilmesiyle ilgiliydi. Dolayısıyla ikinci bağımsızlık savaşından bahsetmek oldukça manasız ancak bence kastedilen şey, birinci bağımsızlık savaşının Nekbe'yi beraberinde getirdiği gibi bu mevcut sözde bağımsızlık savaşının da ikinci Nekbe'yi beraberinde getireceğiydi."

Filistinliler için Nekbe (Büyük Felaket) nasıl başladı?

Shlaim, Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna doğru Filistin'deki Yahudilerin, nüfusun yüzde 10'unu, Arapların ise yüzde 90'ını oluşturduğunu ve Yahudilerin toprakların sadece yüzde 2'sine sahip olduğunu anlatarak, "Buna rağmen sömürgeci güç İngiltere, Yahudi azınlığa ulusal haklar vermeyi, Arap çoğunluktansa bunu esirgemeyi seçti. İngiltere en başından beri Filistin'de bir devlet kurulması için kendini siyonistlere yardım etmeye adamıştı." görüşünü paylaştı.

Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Arthur Balfour'un uluslararası siyonist hareketinin liderlerinden Lord Walter Rothschild'e 1917'de gönderdiği ve "Balfour Deklarasyonu" olarak bilinen mektuba atıfta bulunan Shlaim, şöyle devam etti:

"Balfour Deklarasyonu uyarınca İngiltere, Filistin'de Yahudi halkı için ulusal bir yurt kurulmasını desteklemeyi taahhüt etti. Daha da kötüsü, deklarasyon Araplardan Arap olarak değil, sanki tamamen etkisiz ve önemsizlermiş gibi 'Filistin'deki Yahudi olmayan topluluklar' olarak bahsediyordu. Bu, Filistin halkının büyük çoğunluğunun haklarını ve isteklerini tamamen göz ardı eden klasik bir sömürge belgesiydi ve bugün hala devam eden bir süreç olan Filistin'in tamamının siyonistlerce sistematik olarak ele geçirilmesini mümkün kıldı."

Shlaim, deklarasyonun amacının Birinci Dünya Savaşı'nda Yahudilerin desteğini almak olduğunu vurgulayarak, "Sadece İngiltere siyonist projeyi desteklediği için bu proje hayata geçirilebildi." dedi.

"İngiltere, Filistin'i Filistinlilerden çaldı ve siyonistlere verdi"

Milletler Cemiyetinin 22 Temmuz 1922'de İngiltere'ye Filistin üzerinde manda yetkisi verdiğini anımsatan Shlaim, "1920'den 1948'e kadar Filistin'deki İngiliz Mandasını şöyle özetleyebilirim; İngiltere Filistin'i Filistinlilerden çaldı ve siyonistlere verdi." ifadesini kullandı.

Tarihçi Shlaim, Filistinli Arapların Yahudi göçüne karşı 1936'da isyan başlattığını ve bu isyanın 1939'a kadar sürdüğünü belirterek şunları kaydetti:

"Filistinlilerin İngiliz manda yönetimine duyduğu öfkenin nedenlerinden biri de Filistin'e sınırsız Yahudi göçüne ve sınırsız toprak alımına izin vermeleriydi. Arap isyanını en acımasız şekilde bastıran, henüz çok zayıf bir hareket olan siyonistler değil, İngiliz ordusu oldu. Filistinli tarihçi Raşid Halidi de Filistin'in sanıldığı gibi 1940'ların sonunda kaybedilmediğini ikna edici şekilde savunmuştur. Filistin, İngiltere’nin direnişi kararlı şekilde bastırmasıyla 1930'ların sonunda kaybedildi."

İngilizlerin, Filistinlilere yönelik son ihanetinin 14 Mayıs 1948'de manda yönetimini sona erdireceklerini duyurmalarıyla gerçekleştiğini aktaran Shlaim, sözlerini şöyle sürdürdü:

"İngiltere, bu hassas konuyu Birleşmiş Milletlerin (BM) sorumluluğuna bıraktı. BM, Mandater Filistin'in biri Yahudi diğeri Arap olmak üzere iki devlete bölünmesini önerdi. Herkes bunun savaşa yol açacağını biliyordu çünkü Filistinliler vatanlarının bölünmesini kabul etmeyecekti ancak savaşa ve kan dökülmesine yol açacağını bile bile kararı onayladılar. BM'nin bölünme kararı Yahudi devletine uluslararası meşruiyet kazandırdı. Bu aynı zamanda iki yerel topluluk olan Arap ve Yahudi toplumu arasında bir iç savaşın başlangıcı oldu."

Shlaim, Filistin'de 14 Mayıs 1948'den önce patlak veren iç savaş sırasında İngiltere'nin kenarda durarak kanun ve düzeni sağlama sorumluluğundan kaçtığına vurgu yaparak, bu süreçte siyonist paramiliter güçlerin saldırıya geçtiğini ve ülkedeki etnik temizliği yoğunlaştırdığını söyledi.

İngiltere'nin Nekbe'yi mümkün kılan koşulları oluşturarak Filistin'i yüzüstü bıraktığına işaret eden Shlaim, sözlerini şöyle tamamladı:

"14 Mayıs 1948'de İsrail Devleti'ni ilan etmeleriyle savaşın resmi aşaması başladı. 1948 savaşında hem kazananlar hem de kaybedenler oldu. Kazananlar, devletin sınırlarını BM tarafından kendilerine tahsis edilen yüzde 55'ten Mandater Filistin'in yüzde 78'ine, yani Gazze Şeridi ve Batı Şeria hariç tüm Filistin'e genişleten siyonistler oldu. Kaybedenler Filistinliler oldu, Arap nüfusunun yarısından fazlası mülteci oldu ve Filistin adı haritadan silindi. İşte Nekbe budur, felaket budur."