Amerika Birleşik Devletleri’nde son yıllarda sıklaşan ifade özgürlüğü ihlalleri, İsrail’i eleştiren öğrencilere yönelik devlet destekli baskılarla yeni bir safhaya geçti. Tufts Üniversitesi doktora öğrencisi Rümeysa Öztürk’ün hukuksuz şekilde alıkonulması, vizesinin iptali ve bilinmeyen bir merkeze sevk edilmesi, ABD’nin iç hukukunu hiçe sayarak yürüttüğü sistematik bir yıldırma politikasının açık bir örneği olarak kayıtlara geçti.

Filistin’e destek vermek, ABD için artık sınır dışı gerekçesi

Sessiz sedasız yapılan bu operasyon, Öztürk’ün bir öğrenci gazetesinde Yahudi bağlantılı şirketlere karşı kaleme aldığı yazının ardından geldi. Hukuki bir suçlama olmaksızın gerçekleştirilen bu gözaltı ve sevk işlemi, doğrudan Yahudi çıkarlarını korumaya yönelik bir siyasi sindirme operasyonu niteliği taşıyor.

Trump’ın kararnamesiyle üniversitelere pranga

Ocak 2025’te Donald Trump tarafından imzalanan başkanlık kararnamesi, yabancı öğrencilere yönelik bu baskıların altyapısını oluşturdu. Kararname, Filistin lehine açıklama yapan öğrencilerin sınır dışı edilmesini öngörürken, üniversiteleri de İsrail’i eleştiren faaliyetlere izin verdikleri takdirde fon kesintisiyle tehdit ediyor. ABD Anayasası'nın birinci ek maddesiyle (First Amendment) açıkça çelişen bu kararname, ifade özgürlüğünü bir kenara bırakarak otoriter rejimlerin uygulamalarına benzeyen bir kontrol mekanizmasını devreye sokmuş durumda.

Kampüsler Yahudilerin tasallutu altında 

Gazze’deki soykırımı protesto eden öğrenciler tutuklanıyor, vize iptalleriyle susturuluyor. Columbia, Cornell, Georgetown gibi üniversitelerde onlarca öğrenci aynı muameleyi gördü. Bu baskılar, üniversite kampüslerini birer “tehlike bölgesi”ne çevirmiş durumda. ABD, bir zamanlar öğrenci hareketlerinin gücüyle Vietnam’dan Güney Afrika’daki apartheid rejimine kadar tarihi dönüşümlere öncülük eden kampüslerini, bugün Yahudi'yi eleştirmenin dahi suç sayıldığı suskunluk alanlarına dönüştürdü.

Bahçeli: PKK tüm bileşenleriyle tasfiye olmalı Bahçeli: PKK tüm bileşenleriyle tasfiye olmalı

İfade özgürlüğü değil, İsrail’in güvenliği korunuyor

Öztürk’ün alıkonulmasında gerekçe gösterilen “Hamas’a sempati” ithamı, herhangi bir delil ya da suç isnadı içermiyor. Bu, Amerika’nın artık hukuku değil, keyfî çıkarları esas alan ve Yahudi'nin emriyle hareket ettiğini gösteriyor. Ancak mesele sadece Amerika’nın keyfîliği değil; asıl dikkat çeken, bu keyfiyetin kimin çıkarına hizmet ettiği. Görünen o ki, Amerikan idaresinin bütün refleksleri Tel Aviv’in güvenlik ajandasına endekslenmiş durumda.

ABD artık İsrail adına iç hukukunu çiğniyor

Tüm bu gelişmeler, ABD’nin ulusal çıkar diye sunduğu politikaların aslında İsrail’in talepleriyle örtüştüğünü bir kez daha ortaya koyuyor. İfade özgürlüğü ve insan hakları, sadece kendi işlerine yaradığı sürece geçerli. Bugün bir öğrenci “İsrail soykırım işliyor” dediği için sınır dışı ediliyorsa, bu durum ABD’nin bağımsız bir hukuk devleti değil, Siyonist ideolojinin periferisinde konumlanan bir aparat haline geldiğinin göstergesidir.

Yular kimin elinde sorusu cevabını buldu.

Amerika’da artık hukuk değil, lobi çalışıyor. Akademi değil, propaganda hüküm sürüyor. Filistin lehine bir söz söylemek, Washington’un değil, Tel Aviv’in kurallarına takılıyor.