Tiyatroyu bugünkü şartlara göre değerlendirirsek ne söyleyebiliriz?
Bugün Royal Shakespeare, Broadway gibi sahne sanatlarında dünyaya öncü olan, sahnelerde akılları baştan alan işler yapılıyor. Bir dönem oyunu düşünün… Seyircilerin arasından geçerek sahnede yerini alan keçilerden, develerden tutun teknolojik olarak (dekor, ışık, ses vb.) kullanabileceği bütün imkanlardan maksimum fayda sağlamak için çok acayip zekalar iş başında faaliyet gösteriyor. Sanatın mimarisi dünya sahnelerinde hızla yükseliyor ve açık konuşmak gerekirse biz bu işin yüzyıl geriden takipçisiyiz. Biz taklit ediyoruz ama ne yazık ki aynı çağı taklit etmiyoruz.
Tiyatro yahut sinema insan için en güzel telkin araçlarından biri. Kendi kültür dünyamızı bu araçlardan gösterebiliyor muyuz veya nasıl gösterebiliriz?
Son dönemlerde dizi ve sinemayı bu konuda biraz olsun kullanabiliyoruz. Tabii şunu unutmamak lazım: Televizyonda yakaladığımız seyirci, bize bu işi yapabiliyoruz izlenimi kazandırmamalı. Gerçekten iyi işler üretip dünyaya kültürümüzü göstermemiz çok daha fazla çaba gerektiriyor. İnsanlar 250-300 milyon dolar bütçelerle işler yapıp kendi uydurdukları süper kahraman tişörtlerini bizim çocuklarımıza giydirebiliyorlar. Para harcıyorlar ama karşılığını da alıyorlar. Ayrıca kazançları sadece para da olmuyor! Sanatta, sporda yani gençliğin olduğu yerde bu işlere hak ettiği değeri vermek gerekiyor. Bugün Adanalı bir çocuk üzerinde Red Devil’s [Kırmızı Şeytanlar] yazan bir Manchester United tişörtüyle geziyor fakat İngiltere’de bir çocuğun üzerinde “Adanalıyık Allah’ın adamıyık” yazan bir tişört göremezsiniz. İkincisi çok mu zor? Şeytana tabela olmaya kıyasla daha kolay aslında, fakat bu misyona sahip olup çalışma ve azim olmadan olmaz.
Tiyatro bugün niçin sadece belli bir zümreye aitmiş gibi lanse ediliyor?
Bu ülkede sağcılar sanata mesafeli duruyor. Halbuki inanç ve kültürümüzle sanat iç içedir. Ondan ayrılmaz. Sağ kesim sanatı, işe hâkim ve liyakatli insanlarla desteklediğinde sanat yerini bulacak. Diğer kesim ise kendi kültürüne, milletine ve devletine yabancı. Haliyle sanatı da bizden farklı oluyor. Kaliteli işler de çıkmıyor.
Tiyatro, sinema karşısında nerede duruyor ve günümüzde teveccüh nasıl?
Zaman hızlandıkça tiyatro etkileşim şiddetini arttırıyor. Teknoloji çağı, dijital platformlar derken, insanların müsait zamanlarda birkaç filmi aynı günde izleyebilmesinin sinemanın etkisini tiyatroya kıyasla düşürdüğü kanaatindeyim. Bir ay boyunca yirmi film izle buna karşılık sadece iyi hazırlanmış bir tiyatro oyununa git… Aldığın haz ve bazı şeyleri sorgulama konusunda hayatına daha fazla etki edecek olan o bir oyundur. Tiyatroya teveccüh var, fakat yanlı sanattan dolayı tiyatrodan, sanattan soğutulan insanlar azımsanmayacak kadar çok. Bu arada yansız bir şey olmaz, hep bir şeylere dayanmak zorunda, fakat bu yanımızı ortaya koyarken çirkinleşip buna araç olarak sanatı göstermemiz aslında içsel öfkemizin çirkinliğiyle karşı tarafa yansıyor ve bu evrensel bir tutum olmaktan çıkıyor.
Müslümanlar tiyatro yahut sinema hususunda ne kadar ileride, nasıl olması gerekiyor, nasıl hareket etmeli?
Müslümanlar derken buna sadece Türkiye olarak değil dünyadaki Müslümanlar olarak bakıyorum ve şunu görüyorum; Türkiye’de de Batı dünyasında da sanat, insanları ötekileştiren ve ayrıştıran bir şey haline dönüşmüş vaziyette. Müslümanlar sanat dünyasının içinde diğer kesimler tarafından engelleniyor, ayrıştırılıyor. Sanatçı yaptığı güzel işleriyle takdir ediliyor fakat düşüncesi, ideolojisi İslami olduğunda “yobaz, gerici” gibi yaftalamalarla karşılaşıyor. Bunun örneğini birçok sanatçıda gördük görüyoruz. Düşünce dünyasında da böyle. Rahmetli Necip Fazıl da kendi döneminde büyük hakaretlere maruz kaldı düşüncelerinden dolayı. Özgürlükler ülkesi dedikleri Amerika’da da durum aynı. En son Alacakaranlık serisiyle tanıdığımız Robert Pattison da Müslüman olacağını açıklamak istediğinde menajeri ve patronları tarafından susturulmuştu. Yani “herkes inancında özgür”, “hepimiz özgürüz” sloganları Müslümanları kapsamıyor! Görüş farklılıkları boy gösterdiğinde sana saygıları kalmıyor. Bu durumun İslam’a düşman olan Amerika’da olmasını anlayabilirim, fakat bizim ülkemizde olması çok çelişkili bir durum. Herkesin bir inancı var kimse tam anlamıyla yansız, tarafsız değildir… Rivayet olunur ki; Bir gün Hazreti İsa’ya havarilerinden biri sorar: “Ya Ruhullah halin nasıl?”, “Benden daha fakiri yok!” diye cevap verir Hazreti İsa. Havari; “Sen Allah’ın ulül azm peygamberisin nasıl olur kendini böyle görürsün?” Hazreti İsa cevap verir; “Gördüğüm gözler, gezdiğim ayaklar, tuttuğum eller, yediğim nimetler, aldığım nefes, hatta ve hatta ruhum bile benim değil! Benden daha fakiri olabilir mi?” Hiçbir şeyin bizim olmadığı şu alemde neye inanırsak inanalım onun gerekliliğini yerine getirerek ya da getirmeye çalışarak yaşıyoruz. Başkalarına zarar verecek ihtiraslarla, kin ve kibirle, nefretle, entrikalarla, psikolojik savaşlarla uğraşmak gerçekten çok yorucu. Böylesi vahşi bir dünyada Müslümanlar olarak insaniliğimizi koruyarak var olmaya ve canla başla mücadele etmeye devam edeceğiz.
İslami camianın sanat anlayışı da diğer camia kadar sıkıntılı vaziyette. Ortaya hakiki anlamda, keyfiyetli eserler çıkarılamıyor. Bu hususta hareket alanı eskisine nazaran dar olmadığı halde neden yeni şeyler çıkmıyor?
Genel anlamda sanat sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Bu sanattan değil kendini sanatçı addedenlerden kaynaklanıyor. Ben sanatımda evrensel olmaya gayret ederek bazı oyunlar sahneledim. Bu oyunlardan bir tanesi bir dönem sokaklarda perişan halde gördüğümüz kimyasal uyuşturucu pisliğine bulaşmış insanımız için çağın sıkıntısına bir nebze olsun merhem olma amaçlı, maddeyle mücadele kapsamında yaptığım ve herkesi kapsayan bir oyundu. Edirne’den Hakkari’ye iki yüz bin insanla temasa geçtiğimiz bir oyun! Bu iş manevi olarak beni yeterince doyurdu. Bu esnada maddi olarak kayıplarım oldu, fakat bu kaygıyla sanat üretilmez, ben de düşünmedim ve ürettim. İnsan hakları, kadın ve çocuk hakları ve hak ihlallerini konu alan bir başka oyun daha yazdım, sahneledik ve büyük beğeni topladı. Bu oyun Filistin’de bir mezarlıkta geçiyordu. Türkiye sahnelerinde ilk defa mezarlık temasıyla bir iş yaptık. Oyun her kesimden insanı derinden etkiledi. Muhteşem geri dönüşler aldım; çünkü olay örgüsü ve temas ettiği “insanlık” üzerine işlendi. Fakat benim yaptıklarım popüler kültüre hizmetten uzak, bıçak sırtı işler olduğu için bir o kadar da meşakkatli oldu. Şimdi çoğu insan çıkarlarını gözeterek sahnede varlığını sürdürmeye çalışıyor ve bu onları sanatçı olmaktan, izleyiciyi de sanatın doyumuna ulaşmaktan uzaklaştırıyor. Görsel şölene doyan seyirci sadece kendi düşüncelerini pekiştirmek ve aynı görüşü taşıdığı insanın performansını izlemek için sanatsever pozu kesiyor. Fakat bunun ona bir şey katmadığının, bir uyanış, bir aydınlanma yaşamadığının farkında bile değil; çünkü sosyal medyasında paylaşımını yapıp birkaç beğeni, alkış ile sanatsal tatmin elde ettiğini sanıyor. Yani keyfiyetli eserler vermek yerine popüler kültürün peşinde sanatçı görünmeye devam ediyorlar.
Günümüz dizi sektörü topluma ne söylüyor? Toplumu olumlu yahut olumsuz anlamda yönlendiriyor mu?
Dizi, sinema sektörü ciddi paralar yatırılan sektörler. Çok büyük bir dünya ve başa çıkmak kolay da değil. Haliyle izleyici uyanık olmak zorunda. Önemli olan izleyicinin bunlar karşısındaki duruşu ve tavrı. Kişi ayaklarını yere sağlam basmalı. Ayağını yere sağlam bastıktan sonra Nietzsche okuduğunda nihilist olmuyorsun veya Shakespeare okuduğunda yabancılaşmıyorsun. “İlim Çin’de olsa gidip alın!” diyor Peygamberimiz. Haliyle Çin yolculuğu güllük gülistanlık geçmez. Bu yolda bataklık, dikenler, açlık, susuzluk var. Bu tehlikelere karşı Müslüman uyanık olmalı ve istikametini koruyarak hareket etmeli.
Olumsuz yönlendirmelere karşı insan yahut devlet nasıl önlem almalı?
Tabii biz uyanık olacağız, fakat devletin de aynı titizlikle hareket edip çocukları, ülke gençliğini hedef alan yabancı servislerin hedefinden koruması gerekir. Birçok Batılı ülkede bunu görüyoruz; devlet çocukları yabancı servislerin elinden koruyup kendi kültürlerine ve geleceğine yabancılaşmaması için titiz bir şekilde hareket ediyor. Gençlik bir toplumun geleceği ve gelecek, yabancı servislerin eline bırakılırsa, gelecek bizim toplumumuzun değil yabancı servislerin olur. Kendi kültür ve inancına yabancılaşan insanımız da yarın gelip bizim kültürümüze kin ve nefret kusar, düşman olur.
Teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ederim.
Röportaj: Faruk Hanoğlu
Aylık Baran Dergisi 16. Sayı, Haziran 2023