Perşembe akşamı, yoldaşım Ersin Çelik’in TVNET ekranında yaptığı LGBT konulu “Gündem Özel” yayınına katıldım kıymetli konuklarla birlikte. Yayının çok önemli, çok bilgilendirici olduğunu düşünüyorum ve konuyla ilgili herkese izlemelerini tavsiye ediyorum. LGBT konusunda söylemek istediklerimin bütününü o yayında dile getiremediğim için istedim ki bu yazıda da meseleme devam edeyim.

Öncelikle şudur: LGBT propagandası yahut LGBT dayatması yahut yerli yerince söylersek LGBT ideolojisi ile mücadele etmenin ilk ve keskin yolu “yöntemde anlaşmak”tır.

Burada mücadele yöntemi belirlerken karşımıza çıkan dört durak olduğuna inanıyorum. Birincisi “hukuki mücadele” durağıdır. İkincisi “söylem üstünlüğü” durağıdır. Üçüncüsü “tıbbi yaklaşım” durağıdır. Dördüncüsü de “içerik üretimi” durağıdır.

Hukuktan başlayayım. Biliyorsunuz, gazetemiz Yeni Şafak, kendilerine “doktor” diyen bazı şahıslar 18 yaşından küçük 22 çocuğa hormon tedavisi ve cerrahi operasyon uygulayarak cinsiyetlerini değiştirdiklerini ortaya çıkarmıştı. Bu kansızlar güya “Cinsiyet Disforisi Olan Ergenlere Endokrinolojik Yaklaşım” başlığıyla çocuklarımızı denek olarak kullandıkları bir dizi pisliğe imza atmışlardı. Mabadından kavram uydurarak kendine alan açan LGBT ideolojisinin bulduğu bir zıkkım bu “cinsiyet disforisi/hoşnutsuzluğu” kavramı. Yani kabaca diyor ki bu kansızlar, “ergen birey, cinsiyetinden hoşnutsuz ise keser biçeriz, olur biter.” Bir de üzerine bu yavrularımızın ailelerine diyorlar ki “biz kesip biçmez de cinsiyet hoşnutsuzluğunu ortadan kaldırmazsak çocuğunuz intihar eder.”

Görüyorsunuz değil mi kendine “doktor” diyen bu kişilerin kurduğu tezgâhı? Avrupa merkezli vakıflardan fon yahut prestij devşirmek için çocuklarımıza nasıl kıyıyorlar ve onları nasıl dönülmez ve çıkışsız bir yola sokuyorlar.

Hukuk burada iki şey söylüyor. Bir: “19 yaşından gün almamış bir insana cinsiyet değiştirme ameliyatı yapılamaz.” İki: “18 yaşından küçük çocuklar herhangi bir deneyde kullanılamaz.”

Esad rejiminin çöküş hikayesi: Darbe korkusuyla başlayan dağılma Esad rejiminin çöküş hikayesi: Darbe korkusuyla başlayan dağılma

Kendilerine “doktor” diyen bu şahıslar, Türk Ceza Kanunu’ndaki bu iki maddeye göre de suç işlemiş durumdalar. Skandalın merkezi konumundaki İstanbul Üniversitesi de “soruşturma hassasiyetle sürüyor” açıklaması ile yetiniyor şimdilik. Bakalım ne çıkacak?

Diyeceğim şudur: LGBT ideolojisi ile mücadele eden her insanın devletimizden “yasal düzenleme” talebi olmalıdır. Eksik, eski, eskimiş yasalarla değil, 2023 model bir mücadele konseptiyle hukuken elimizi güçlendirecek bir düzenleme. “Yarın değil, hemen şimdi” üstelik.

Gelelim “söylem üstünlüğü” durağına. Kardeşim, bu LGBT ideolojisinin bir “emperyalist proje” olduğunu ve temel amacını “dünyadaki artışı durdurmak” olarak belirlediğini görmemek için kör olmak lazım gelir. Emperyalizm, en sevdiği yaveri kapitalizmi de yanına alarak hem kârlılığını maksimize ediyor hem de açık açık dillendirdikleri “dünya nüfusunun 1 milyara düşmesi lazım” tezlerini hayata geçirmenin derdiyle hareket ediyor. Buradan yürümek, söylemi buradan kurarak mücadele zeminini berkitmek, mevzii derinleştirmek dururken olmadık argümanlarla “LGBT vatandaşa” düşmanlık üretmenin manası var mı? “LGBT vatandaş” zaten, bilerek yahut bilmeden o aşağılık ideolojinin esiri olmuş. Var mı o insanın eroin bağımlısından herhangi bir farkı? Günahtan nefret etmek dururken günahkârdan nefret etmenin verilen bu mücadeleye faydası nedir?

Tıbbi yaklaşıma gelince. Yok üçüncü gen falan. LGBT ideolojisi mabadını parçalıyor da yine de “eşcinsellik geni” diye bir şeyin varlığını temellendiremiyor. Bu bir. İkincisi, dünyada LGBT ile mücadele eden merkezlerin geliştirdiği ve uyguladığı hatırı sayılır bir “tıp ve psikiyatri” literatürü var konuyla ilgili. İvedilikle, her işi bırakıp bu literatürü eksiksiz şekilde Türkiye’ye getirmek ve uygulamak zorundayız. Bu aşağılık ideolojiye kaptıracak bir tane bile yavrumuz yok zira.

“İçerik üretimi” ise kayıtsız şartsız el atmamız gereken bir alan. Alın size bir öneri: “Karacaoğlan Enstitüsü” kuralım. Kadının kadın, erkeğin erkek olarak tanımlandığı tüm literatürü tekrar filmlerle, animasyonlarla, çizgi romanlarla, öykülerle, romanlarla, bilimsel yayınlarla dolaşıma sokalım. “Niye Karacaoğlan?” diye sorana şakamı yapayım: Çünkü “Türkistan’a, Buhara’ya değer gözlerin.”

Bu içerik üretimine zamanımızı, bilgimizi, birikimimizi, emeğimizi ve paramızı şimdi yatırmazsak yarın her şey için ama her şey için çok geç olacak. Bir heyula gibi insanlığın üzerine çökmeye çabalayan bu kansız LGBT ideolojisi “trans düşünce”yi dünyanın dört bir yanına yayarak her hakikati “seyyar” hale getirecek. Ülkemizi, inancımızı, ailemizi, çocuğumuzu dümdüz edecek.

Daha çok yazarız nasılsa bu hususta ama şunları söyleyerek bitireyim. “LGBT birey” değil “LGBT vatandaş.” “LGBT bayrağı” değil “LGBT bez parçası.” “LGBT hak ve özgürlükleri” değil “LGBT ideolojisinin dayatmaları.” “Gender” değil “sex.” “Cinsel yönelim” değil “cinsiyet.” “Atanmış cinsiyet” değil “cinsiyet.” “Akışkan cinsiyet” değil, “kadınlardan ve erkeklerden oluşan bir dünya.”

Sonun sonu: “Homofobi” kavramını tıpkı “antisemitizm” kavramı gibi leşin leşi bir ideolojik kavramsallaştırma olarak kullanan bu LGBT ideolojisine söyleyeceğimiz şey çok açık: “Senin kandırdığın, kafaladığın, tuzağına düşürdüğün insanımızdan nefret etmiyoruz, etmeyeceğiz. Ama senin bir ideoloji olarak dünyayı götürmeye çalıştığın yerden de, bizatihi varlığından da nefret, nefret, nefret edeceğiz. Seninle sonuna kadar mücadele vereceğiz. Hem vallahi, hem de billahi.”

İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak