İsrail’in 7 Ekim’de yaşadığı travma, İsrail tarihi açısından hem eşi benzeri görülmemiş hem de düşünülemez bir durumdur. İsrail 75 yıllık tarihinde daha önce hiç böyle bir felaket yaşamamıştı. Hamas bile böyle bir operasyonel başarı beklemiyordu. Nitekim başta Hizbullah ve İran olmak üzere bölgedeki aktörler Hamas’ın saldırısının başarısı karşısında şaşkına döndü.
Esasında, son günlerde ortaya çıkan çarpıcı bulgular, İsrail istihbaratının yaptığı hatanın büyüklüğünü gözler önüne seriyor: İsrailli askeri stratejistler en kötü senaryolarında bile böyle bir saldırıyı ön görmemiş, hatta hiç düşünmemişlerdi. Gerçekten de tasarlanan en kötü senaryo beş ila yedi sivil yerleşime eş zamanlı bir saldırı olarak düşünülüyordu. Hamas’ın saldırısı bu sayının neredeyse beş katını ve bir müzik festivalini hedef aldı.
Bu büyüklükteki sürprizler, büyük stratejik yanlış hesaplamaların yapılabileceği, hatta yapılmasının olası olduğu bir ortamı beslemektedir. Devam eden çatışmalar göz önünde bulundurulduğunda, İsrail’in güvenlik teşkilatı içinde istihbarat zafiyetine yol açan iç dinamikleri ve İsrail’in ilan edilmemiş bir nükleer silah devleti olduğunu da hatırlarsak, istenmeyen gerginlik risklerini hesaba katmak çok önemli.
İsrail’in stratejik uyarı alarmı vermek ve Gazze’den gelebilecek belirli terör eylemlerini engellemekle görevli iki ana istihbarat örgütü Genel Güvenlik Servisi (İbranice’de Şabak ya da Şin Bet olarak bilinir), ve Askeri İstihbarat Direktörlüğü’dür. (İbranice’de Aman olarak bilinir).
Bunlardan birincisi, yani Genel Güvenlik Servisi insan istihbaratından (HUMINT) sorumludur ve başta sinyal istihbaratı (SIGINT) olmak üzere teknolojik araçları da kullanır. İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) altında olan Askeri İstihbarat Direktörlüğü ise ağırlıklı olarak teknik toplama araçlarını kullanmaktadır.
İsrail’in Gazze’den gelebilecek küçük ya da büyük çaplı terörist saldırılara karşı uyarı sistemi üç ana savunma katmanından oluşuyordu. Çoğunlukla Şin Bet’in HUMINT kaynaklarından oluşan ilk katman, Hamas liderlerinin büyük bir saldırı planlama, hazırlama ve uygulama hazırlıklarında İsrail’i uyaracaktı. Aman’ın SIGINT veri toplama kabiliyetlerine (8200 ve 81 numaralı birimler) ve görüntü istihbaratına (9900 numaralı birim) dayanan ikinci katman da Hamas’ın saldırı için fiili hazırlıkları hakkında kanıt toplayacaktı.
Üçüncü katman ise Gazze sınırı boyunca uzanan ve İsrail’e girme girişimlerine karşı son savunma hattını oluşturmayı amaçlayan fiziksel engeller, elektronik sensörler ve diğer görsel araçları bir araya getiren büyük kara bariyeriydi. Her üç katman da 7 Ekim sabahı çöktü. Yaklaşan saldırının niteliği ve büyüklüğü konusunda herhangi bir stratejik uyarıda bulunmadılar.
Bu hatanın kökeninde iki temel başarısızlık yatıyor gibi görünüyor. Bunlardan ilki, 1973’te olduğu gibi kavramsal. Şin Bet ve Aman’ın iki unsurdan oluşan yanlış ama istikrarlı ve inatçı ortak görüşleridir. Birinci unsura göre, İsrail’in askeri ve istihbarat üstünlüğü Hamas’ı büyük bir askeri eylem başlatmaktan caydıracaktı. İkincisine göre de Hamas böyle bir saldırı başlatırsa Şin Bet ve Aman istihbarat birimleri zamanında uyarıda bulunacaklardı.
Hamas’ın son yıllardaki göreceli itidali, Katar’dan para akışını sürdürmeye ve İsrail’de çalışmalarına izin verilen Gazze sakinlerinin sayısını artırmaya yönelik belirgin ilgisi, İsrail’in siyasi, askeri ve istihbarat liderlerinin kolektif zihninde yukarıda bahsettiğimiz iki görüşü iyice güçlendirdi.
Sakinleştirme ve göz ardı etme konseptine karşı ortaya çıkan bir çeşit bağlılık, üst düzey subayların saldırıdan önceki uyarı göstergelerini görmezden gelmelerine yol açtı. Geçtiğimiz birkaç yıl boyunca, sınıra yakın sivil amatörler Hamas’ın askeri birliklerinin bitmek bilmeyen eğitim tatbikatları düzenlediğinden bahseden telsiz haberleşmelerini gözlemlediler.
Geçtiğimiz haftalarda İsrailli subaylar, kılık değiştirmiş çiftçilerin sınır çitlerinin fotoğraflarını çekmesi ve Hamas birliklerinin haritalarla İsrail tarafındaki askeri kaleleri ve yerleşimleri gözlemlemesi gibi düzensiz faaliyetlerle ilgili birçok rapor aldılar fakat bu raporlardan hiçbirini dikkate almadılar.
Saldırıyı caydırmak, savuşturmak ya da saldırı tehlikesini en aza indirmek için İsrail Devleti’nin son dakikalara kadar hala bir şansı vardı. İsrail istihbaratı 6 Ekim gecesi bazı uyarı işaretleri tespit etmişti.
Bu işaretler gece geç saatlere kadar süren bir dizi üst düzey istişareye de neden oldu, ancak yukarıda bahsettiğimiz o hatalı akıl yürütme galip geldi ve sınır boyunca alarm durumunda önemli bir artış yapılmadı. Yalnızca şu oldu: Şin Bet güneye birkaç ek ajan gönderdi. Fakat Aman’ın direktörü Tümgeneral Aharon Halive Eilat’ta tatiline devam etti ve önemli bir görevlendirme yapılmadı.
İkinci ve daha da şaşırtıcı olan başarısızlık ise istihbarat toplama konusunda yaşanmıştır. Görünen o ki Şin Bet temel görevinde başarısız oldu ve Hamas’ın büyük bir saldırı başlatma niyetine ilişkin kayda değer hiçbir uyarıda bulunmadı. Direktör Ronen Bar 16 Ekim’de bu başarısızlığın sorumluluğunu tamamen üstlendi. Akabinde Aman’daki meslektaşı da onu takip ederek başarısızlığın sorumluluğunu üstlendiler.
Şin Bet’in mükemmel istihbarat geçmişi düşünüldüğünde, 7 Ekim’deki gizli operasyondan haberdar olan Hamas ajanlarının sayısının oldukça fazla olması da bu başarısızlığı iyice pekiştiriyor. İslamcı köktendinci gruplarda insan kaynağı bulmanın zorluklarına rağmen, Gazze’deki istihbarat varlıklarından önceden herhangi bir bilgi alınamaması son derece düşündürücü.
Diğer açıklamalar daha çok Şin Bet İstihbarat Birimi’nin karakteristik özellikleriyle ilgili. Bunlar arasında en önemlisi, operasyonları ve topyekûn bir saldırıya karşı soyut uyarılar sağlamak ya da soyut uyarıları dikkate almak yerine somut ve münferit tehditleri savuşturma ihtiyacını vurgulayan eğilimi ve organizasyon geleneği.
Ulaştığımız birkaç emekli Şin Bet çalışanına göre organizasyon geleneğinin sonuçlarından biri, Hamas’ın sınıra yakın İsrail yerleşimlerini işgal etmeye yönelik geniş çaplı bir girişiminin servisin öncelikler sıralamasında alt sıralarda yer almasıydı.
Bu geleneğin bir diğer sonucu da Şin Bet’in araştırma kapasitesinin yozlaşmasıdır:
Örneğin stratejik değerlendirmeler sağlamak (ve Şin Bet’e yardım etmek) amacıyla 1980’lerin sonlarında büyük bir araştırma departmanı kurulmuştu. Şin Bet ev kurulan departman organizasyon tercihleri nedeniyle son yıllarda etkinliğini kaybetmişti. Buna ek olarak, uzun süredir devam eden kurumsal güvenilirliğinin aksine, Şin Bet son yıllarda yalnızca yönetimi memnun etmek için istihbarat sağlama eğiliminde oldu. Şin Bet’in tahminleri ve önerileriyle, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Gazze’de Hamas yönetimini beslemeye ve devamlılığını sağlama politikası ile Filistin Yönetimi’nin Batı Şeria’daki gücünü ve etkisini azaltmayı amaçlayan politikalarını destekliyordu.
Aman’ın başarısızlığa katkısı hakkında ise çok az şey biliniyor. Fakat çok fazla analiste sahip olması ve yetersiz entegrasyon nedeniyle noktaları birleştirememek gibi iyi bilinen bir zayıflıktan mustarip olduğu anlaşılıyor. Hamas’ın İsrail yerleşimlerini işgal etmek için verdiği eğitimlerin (örneğin bunları CNN göstermişti) İsrail insansız hava araçları ve diğer istihbarat toplama araçları tarafından iyi gözlemlendiği çok açık. Buna rağmen Aman’ın analistleri bunların gerçek anlamını bir türlü kavrayamadı ve göstermelik tatbikatlar olarak değerlendirdiler.
Bir takım raporlara göre ise Hamas, Birim 8200 (ve muhtemelen Birim 81 ve Şin Bet SIGINT) tarafından dinlenen görüşmelerde yeni bir savaştan kaçınmakla ilgili konuşarak İsrail’in SIGINT istihbarat toplama araçlarını özellikle yanılttı ve yanlış yönlendirdi. Böylece Hamasın daha önce fark edilenden çok daha yüksek bir gelişmişlik seviyesi sergilediği de ortaya çıkmış oldu.
Son savunma hattı olan sınır boyunca uzanan 40 millik bariyer İsraillilere sahte bir güven duygusu veriyordu.
İsrail Savunma Kuvvetleri, Aralık 2021’de tamamlandığında 1,1 milyara dolara mal olan bu projeyi açıkladığında, hiçbir teröristin onu geçemeyeceği izlenimini verdi. Projenin ana unsuru, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin ifadesiyle “Gazze’den Bulgaristan’a bir yol inşa etmeye” yetecek kadar çimento içeren devasa bir yeraltı anti-tünel bariyeriydi. İronik biçimde, bariyerin yeraltı kısmının etkili olduğu 7 Ekim’de kanıtlanmış oldu.
Yeraltındaki çimentoya ek olarak, proje planlayıcıları çitteki elektronik veri toplama sistemine etkili bir siber koruma sağlamak için ayrıca çaba harcadılar. Fakat Hamas’ın bu sistemi kırmak için patlayıcılar kullanacağı ve yeraltındaki sığınaklarda görev yapan eğitimli askerlerin ekranlarına görsel istihbarat aktaran sofistike gözlem noktalarına insansız hava araçlarıyla patlayıcılar yollayacağı bir senaryoyu asla hesaba katmadılar. Hamas’ın sınırı geçip üsse saldırmasının ardından çoğu kadın olan bu askerlerden bazıları uykularında öldürülmüştür.
Bomba yüklü dronelar tahminen 100 adet uzaktan kumandalı makineli tüfek kulesini devre dışı bıraktı. Ukraynalıların Rus tanklarına ve düşman askerlerine el bombası atmak için insansız hava araçlarını nasıl kullandığını gösteren Ukrayna’daki birçok savaş videosu göz önüne alındığında, bu ihmali anlamak pek mümkün değil.
İsrail Savunma Kuvvetleri ayrıca Gazze’yi güney, orta ve kuzey kesimlerinde gözetlemek için ikinci hat platformu olarak üç büyük gözlem balonu kullanıyordu. Saldırıdan önceki haftalarda 3 balon, uygun olmayan hava şartlarında devreye girme sorunu nedeniyle hizmet dışı bırakılmıştı. Nitekim sonrasında İsrail ordusu, balonları hizmete sokmayı ihmal etmiştir.
Her ne kadar İsrail’in kayıtsızlığının ana nedeni yüksek kaliteli uyarı istihbaratının yetersizliği olsa da, 11 Eylül Komisyon Raporu’nda Amerika Birleşik Devletleri özelinde vurgulanan şey de göz ardı edilmemelidir: Hayal gücü eksikliği!
Açıkçası, Hamas’ın kapasitesi ve İsrail yerleşimlerinin sınıra yakınlığı göz önüne alındığında, 7 Ekim’deki saldırı, kaçırılan uçakların kullanıldığı 11 Eylül El Kaide saldırısında olduğu gibi hayal edilemez bir senaryo değildi. Bu açıdan, hayal gücü eksikliği, istihbarat toplama başarısızlığına katkıda bulunmuş ve yetersiz istihbarat, Hamas’ın topyekûn bir saldırısının pek olası olmadığı inancını güçlendirerek klasik bir başarısızlık vakası yaratmıştır.
Hamas’ın katliamının büyüklüğü göz önüne alındığında, İsrail hükümeti ve kamuoyu en olumlu senaryoda yalnızca Hamas’ın askeri ve sivil gücünün yok edilmesine kesin bir şekilde karar vermiş gözüküyor. (Olumsuz senaryolarda ise kapsam genişliyor.)
İsrail hükümeti içeride ve dışarıda, Hamas’ın bir örgüt olarak tamamen yok edilmesine yönelik bir taahhüdün oldukça yeni ve daha önce eşine rastlanmadık olduğu anlaşılmakta. Eski Başbakan Ehud Barak ve başkalarının da işaret ettiği üzere bu muhtemelen başarılamayacak bir politika.
Böyle bir taahhüt olağanüstü riskler yaratacaktır. Daha bu yazı yazılırken İsrail Gazze’yi İsrail’den ayıran 40 millik sınır boyunca savaş yürütüyordu. Fakat İsrail kuzeyde de iki farklı sınırla karşı karşıya: Lübnan sınırı boyunca Hizbullah ile yaklaşık 80 millik bir sınır ile Suriye ile Golan Tepeleri boyunca 40 milden fazla uzayan bir sınır. Kuzey sınırı şimdilik kaynamaya devam ediyor, ancak bu kaynama çok hızlı bir şekilde tam ölçekli bir savaşa dönüşebilir.
İsrail Savunma Bakanı’nın 18 Ekim’de belirttiği gibi Hizbullah, Hamas’tan 10 kat daha güçlü. Hizbullah 100.000 savaşçıya sahip olduğunu iddia ediyor. Ek olarak İsrail’in tüm topraklarını hedef alabilecek, büyük şehirlere ve askeri tesislere ağır hasar verebilecek, bazıları son derece hassas on binlerce roket ve füzeye de sahip. Ayrıca Hizbullah’ın hamisi İran’ın etrafta kol gezen heyulasını da unutmamalıyız. İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan 14 Ekim’deki Beyrut’u ziyareti sırasında İsrail’i Gazze bombardımanını durdurması aksi takdirde de “büyük bir depremle” karşı karşıya kalabileceği konusunda uyardı.
Hizbullah’ın (ve muhtemelen İran’ın da) İsrail’in Hamas’ı ortadan kaldırmak için Gazze’ye yapacağı uzun süreli ve yıkıcı bir saldırı sırasında seyirci kalıp kalmayacağını kimse bilmiyor. Aynı zamanda, Hamas’ın yaklaşan saldırısını tespit edememenin şokunu yaşayan İsrail istihbarat örgütleri, benzer bir tehdide dair her türlü sinyale karşı aşırı duyarlı hale geldiler. Hatta bu istihbarat örgütleri son günlerde bir dizi yanlış alarma dahi yol açtılar.
1973 Savaşı’ndan sonra Kuzey Komutanlığı başkanı Tümgeneral Motta Gur’un İbranice anılarında aktarıldığı üzere, yaklaşmakta olan bir Mısır veya Suriye saldırısına dair bir dizi yanlış ve hatalı alarm verdiklerinde, mevcut durum yukarıda bahsettiğimiz vakalara oldukça benziyordu.
Ancak bir şey açık: İsrail ile Hizbullah arasında, İran olsun veya olmasın, kasıtlı veya kasıtsız bir gerginlik ve çatışma tehdidi, bölgenin daha önce hiç görmediği türden bir acımasızlık ve vahşet içeren savaş senaryoları üretecektir.
Mevcut denklemde Amerikan faktörünün önemini vurgulayan da bu önemli ve belirsiz risktir. Hatırlayacak olursak: Elli yıl kadar önce, 7 Ekim’de, yani 1973 Arap-İsrail Savaşı’nın ikinci ve en kötü gününde, İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan, Başbakan Golda Meir’den İsrail nükleer silahlarının nümayiş için hazır olmasını, seferber edilmesini istedi. Böylece muhtemelen bu nükleer silahları teknik açıdan kullanıma hazır hale getireceklerdi. Eklemek gerekirse, bir çokları (Samson Seçeneği adlı kitabında Seymour Hersh de dahil olmak üzere) ABD Başkanı Richard Nixon’un 12 Ekim 1973’te İsrail’e acil hava nakliyesi başlatma kararının İsrail’in nükleer alarmı nedeniyle verildiğini iddia ediyor.
ABD Başkanı Joe Biden durumun eşi benzeri görülmemiş niteliğinin farkına vararak derhal USS Gerald R. Ford uçak gemisi taarruz grubunun İsrail kıyılarına doğru yola çıkmasını emretti. Aynı zamanda İsrail’e askeri malzeme sevkiyatını hemen başlattı. Bir haftayı aşkın bir süre sonra da ikinci bir uçak gemisi taarruz grubu olan USS Eisenhower Doğu Akdeniz’e doğru yola çıktı.
ABD hükümeti geçmişteki hiçbir İsrail savaşında bu hafta olduğu kadar kararlı ve hızlı hareket etmemiştir. Biden’ın İsrail’e verdiği destek hiç şüphesiz eşi benzeri görülmemiş bir destekti. Bu destek hem değerlerin hem de çıkarların, duyguların ve stratejik gerekliliklerin eşsiz bir bileşimi olarak okunmalıdır.
Stratejik açıdan bakıldığında ise amaç oldukça açıktır: Biden’ın kendi ifadesiyle Hizbullah ve İran’a caydırıcı bir mesaj vermek: “Yapmayın, yapmayın, yapmayın, yapmayın!!”
Ancak başka bir stratejik endişe daha söz konusu olabilir. Washington bundan nadiren bahsetse de İsrail nükleer silah sahibi bir devlet. Ve bu çok özel bir durum. İsrail hiçbir zaman cephaneliğini resmen ilan etmemiş ya da açıkça test etmemiştir. Yarım yüzyılı aşkın bir süredir İsrail, kendi varoluşuna karşı tehditleri caydırmayı amaçlayan bölgesel bir nükleer tekel yaratarak benzersiz, şeffaf olmayan bir nükleer duruş inşa etti. Bu duruşunu sürdürmeye devam ediyor. Geçmişteki tüm İsrailli liderler bu stratejik (nükleer) kapasiteye sanki kutsalmış gibi muamele ederken, Amerika ise Nixon’dan bu yana İsrail’in benzersiz nükleer statüsünü ‘doğru ve sorumlu ilişki süreçleri yürütüldüğü’ sürece zımnen kabul ediyor.
Fakat son 10 ayda Netanyahu bu mirası hiçe saydı, hatta sorumsuzca davrandı. İsrail Atom Enerjisi Komisyonu’ndan sorumlu bakan olarak, kendisine oldukça sadık bir politikacı olan David Amsalem’i atadı.
Son zamanlarda Netanyahu, nükleer uzmanların tavsiyelerine de karşı çıkarak, İsrail’le normalleşme ilişkisi kurması karşılığında Suudi Arabistan’ın bağımsız (nükleer) zenginleştirme kapasitelerini değerlendirmeye aldı; elbette bu her ülkede için olacağı gibi nükleer silahlanma riski taşıyordu.
Bu durum, 1990’ların sonları da dâhil olmak üzere, Netanyahu’nun bıraktığı geçmiş izlenimlere dayanmaktadır. O yıllarda İsrail’in nükleer muhafızları ülkenin nükleer anahtarlarını kontrol edecek niteliklerden yoksun olduğu düşündüğü Netanyahu hakkında olumsuz görüş bildiriyorlardı.
İsrail’in Gazze’yle savaş halinde olduğu şu anki dönemde Hizbullah’ın İsrail şehirlerine on binlerce füze fırlatması gerçek bir risk. Bu ise pervasız ve deneyimsiz bakanların verecekleri tepkilerde aşırılıklara kaçmalarına ve yoldan çıkmalarına sebep olabilir.
Nitekim daha birkaç gün önce İsrailli aşırı sağcı Likud milletvekili Tally Gotliv, hükümeti Hamas’a karşı “kıyamet günü” silahları da dâhil olmak üzere İsrail “cephaneliğindeki her şeyi” kullanmaya çağırıyordu.
Böyle bir anda İsrail’in eşsiz nükleer statüsünü hatırlamamak mümkün değil. Biden Ukrayna savaşı nedeniyle de küresel nükleer tabunun ciddiyetinin ve kırılganlığının belki de geçmiş Amerikan liderlerinden çok daha fazla farkında. İnsan gerçekten merak etmeden duramıyor: Biden’ın deniz kuvvetleri konuşlandırmaları ve 18 Ekim’de İsrail’e yaptığı yüksek profilli ziyaret de dâhil olmak üzere benzeri görülmemiş katılımının bir başka örtülü nedeni de acaba bu nükleer tabunun yıkılıp yıkılmadığından emin olmak mı?
Kaynak: Foregn Policy (çev. Serbestiyet)