● İslâm İnkılâbında aile, "zat-ül-hareke"ligini kazanıncaya kadar, yeni baştan maya tutturulacak ve her unsuriyle yeniden teşkil ve tesis edilecek bir mevzudur.
● İslâm İnkılâbında aile, tıpkı bir makinenin iyi işleyip işlemediğini muayene eden bir mühendis gibi, uzaktan ve devlet gözüyle murakabe edilmesinden ibaret,"zat-ül- hareke"liğine kadar her ferdi ve her unsuriyle sımsıkı bir müdahale hedefidir.
● Büyük Doğu idealinin fideliğini teşkil edecek olan aileye maya tutturuncaya kadar ona musallat olmakta devam...
● Bu müdahalenin esaslarında, cemiyetin protoplazması olan muazzez aile mefhumunu korumak; babayı, anneyi, evlâdı, zevci, zevceyi ve bütün yakınlık kademelerini birbirine karşı- her türlü ahlâkî emirler ve yasaklarla vazifelendirmek ve bu hususların yerine gelmesi için gereken aile ruhunu elif-besinden başlıyarak fasıl fasıl tedvin etmek işi vardır.
● Mukaddes gayenin eşya ve hadiseler nakşı içinde devlet dışarıdan ve aile içeriden yetiştirici olacaktır.
● İslâm inkılâbında, devlet tesisi olarak, müstakil bir aile zabıtası ve mecburî aile kursları, tohumun ağacı ve ağacın yemişi elde edilinceye kadar muvakkat teşkilâtın esas şubelerinden olacaktır.
● Çocuğun yetiştirilme metodu üzerinde devlet, anne ve babayla el ele, nihaî salâhiyet merkezi rolünü oynıyacak; anneyle babayı, adetâ mesul memurları gibi kullanacaktır.
● Teferruata girmeden sadece umumî prensiplerini çerçevelediğimiz bu noktalar, adeta aileye istiklâl ve manevi tasarruf hakkı bırakmaz bir cendere mahiyetinde görünebilirse de, bütün cemiyet ve milletin ana çekirdeği olan ve her kötülük onun bozulmasından doğan aile mayasının kurtulabilmesi ve artık her şeyi kurtarıp koruyabilmesi için başka hiçbir çare yoktur.
● İzdivaç müessesesi, en genç yaşlarda adetâ mecburiyet belirtecek şekilde devlet tarafından himaye edilecektir.
● İslâm inkılâbında, mektep vesair telkin ve terbiye vasıtalarından her biri, mefkürevî nizamına göre ayarlanacak ve yine cemiyette aileyi zaafa uğratan her faaliyet şubesi, mutlak olarak kökünden kazınacaktır
● Cemiyetle aile arasında karşılıklı öyle bir ahenk doğacaktır ki, ferdin vazife ve iş zeminini yalnız cemiyet, zevk ve saadet bucağını da yalnız aile yuvası temsil edecektir. Bütün aileler için müşterek ve meşru zevk ve saadet müesseseleri cemiyeti taşıracak derecede bol olacaktır. Fakat buna mukabil cemiyetin, ferdleri aile kadrosu dışına cezbeden ve aileyi örseleyen her nevî fuhuş ve hafiflik müesseseleri kezzapla ve tâ köklerinden kurutulacaktır.
● İslâm İnkılâbının, mimarîsini yerine getireceği cemiyette, aileye müteveccih suikastçı ve zıt vücutlardan, umumhane, meyhane, kumarhane, balo, bar ve hattâ kahvehaneye bile yer yoktur. Buna karşılık o türlü ve tamamiyle ulvî müşterek zevk ve şevk müesseseleri vardır ki, cihanın nazarında örnek buluşlar ifade edecektir.
● Netice itibariyle, her ferdi devlet, tarafından, maddi ve manevî devlet tezgâhlarında yetiştirilecek olan bir cemiyette, aile ocağı büyük ye resmî devlet içinde küçük ve hususî birer devlet rüşeymi halinde, yumurtayla tavuk gibi her biri öbüründen doğma ve her biri her haliyle öbürünü besleyici ve koruyucu bir mâna belirtecek; bu mânanın bütün gerekli iç ve tedbir unsurlarına ve lâzimelerine malik olacak; ve bu mâna çerçevesi içinde nihaî masuniyet ve muhafaza müeyyideleriyle tahkim edilmiş bulunacaktır.
Mektep
● İslâm inkılâbında mektep, dâvanın muhtaç öldüğü yeni ve dayanak nesli yetiştirmeye mahsus aileyle el ele bütün bir talim, terbiye ve telkin ocağı olacak; ve mâlum. bandrollü bilgi posalarını veren tarafsız bir müessise olmaktan çıkacaktır.
● İslâm inkılâbının mektebinde talebe, annesi ve babasından ziyade hocasının malıdır; ve alacağı ilgiden, benimseyeceği ahlâktan, bürüneceği tavır ve edaya kadar, her şeyi onun elinden alacaktır.
● 7 yaşından başlayıp 12 yaşında bitecek ve çocuğa bütün bilgilerin kaba hatlarını verecek olan beş yıllık ilk tahsil, mecburîdir, işçi, nefer, hamal ve çöpçü bile bu ilk bilgi sermayesiyle mücehhez olmak borcu altındadır, İslâm inkılâbının cemiyet kadrosunda "okur-yazar" olmıyan bir ferd tasavvuru mümkün değildir.
● İslâm inkılâbında devlet teşkilatının en girift ve hummalı şubesi, baştan basa plânlı tahsil devrelerinin ilk kısmını çobanlara kadar teşmil etmekle mükellef maarif cihazıdır. Bu cihazın köylerdeki mümessilleriyle, köylere memur yetiştirici inkılâp unsurları, birbiriyle en sıkı temas halindedir.
● Aynı maarif cihazının hususî bir müsteşarlıkla ve konferanslarla idare edeceği koskoca bir halk terbiyesi şubesi de bulunacak; ve aileyle mektep arasındaki sıkı münasebeti, aileyi murakabeye memur devlet teşkilâtına mesnet olarak bu şube idare edecektir.
● İlk tahsilden sonra, 12 yaşında başlayıp 17 yaşında bitirilecek olan yine beş yıllık bir orta tahsil devresi vardır ve yüksek tahsile kadar bütün öğretim kadrosu, en ince ve semereli bir programla, çocuğu işte 7 yaşı ile 17 yaşı arasındaki bu on sene içinde mayalandırmaktan ibaret bir cehde memurdur. Ayrıca "lise" veya başka bir isim altında orta tahsile ekli bir devre yoktur.
● Orta tahsil müesseseleri kazalara kadar teşmil edilecek; ve devlet teşkilâtında "memur" unvanına mâlik her ferdin mecburî vasfını teşkil edecektir. Ayrıca hali, vakti ve meslekî vaziyeti müsait her ferd orta tahsille mükellef olacaktır. Bunun için de ölçü, devletten orta tahsil mevzuunda öbür vesikası olmıyan her ferdin bu tahsille de mükellef bulunmasıdır. Orta tahsile karşı özür beyanı, ancak köylü, rençber, kaba isçi ve benzerleri olan sınıfların hakkıdır.
● Vazifesi talebesine sadece umumî bilgiler vermekten ibaret olmayıp İslâm inkılâbının en girift insan ve cemiyet politikasının mümessili olan hocalar, ilk tahsil devresinde mimledikleri istidatları, her türlü özürlerine rağmen devlet himayesinde yüksek tahsile ulaştırıcı yolları açmak hususunda vazifeli ve selâhiyetlidirler. Bu mevzuda hocaların vereceği istidat raporları, en hakîr çobanın oğlunu bir gün devlet reisi makamına kadar getirici tahsil çilesini ona mecburi kılabilir.
● Her türlü orta meslekî tahsil, ilk tahsilden; ve yüksek meslekî tahsil, orta tahsilden ayrılarak şubelenir.
● Talebenin seçeceği ve ayrılacağı kolda da bütün karar hakkı kendisinin ve ailesinin keyfinden ibaret olmıyacak, bu hususta başlıca söz yine onu yetiştiren müessiseye düşecektir.
● Bilhassa yetiştirici yetiştiren, yâni muallimi talim eden mektep müessisesi, fikir, terbiye ve teşkilât bakımından görülmemiş bir derinlik ve incelik belirtecektir.
● Üniversitenin ismi "Külliye"dir; ve vatan bölgesinin üçer milyon olarak taksim edilecek havzalarına bunlardan bir tanesi isabet edecektir. Bahsi ayrıca gelecek...
● Avrupa’da tahsil, devletin maarif sistemine bağlı hususî bir cihaz tarafından, her biri seçilmiş ve mukaddes dâva uğrunda Garbın müsbet bilgiler manzumesini fethedip vatana intikal ettirmeye memur ulvî bilgi casusları halinde gençlerin eline tevdi edilecek; ve bunlar ferd ferd fisken casusluk işiyle mükellef kurmaylar derecesinde üstün vasıflar taşıyacak; ağır mükellefiyet ve mesuliyet artları altında bulanacaklardır.
● Talim ve terbiye işinde Avrupalı mütehassıs, kız ve erkek karışık öğretim gibi heyulâî abesler, İslâm inkılâbının maarif siyasetinde mevzuu olamaz. Bulüğdan; evvelki ilk tahsil devresinde karışık bulunmasında bir mahzur olmayan kız ve erkek talebeler, ilk devreden sonra tahsillerine cinsiyetlerinin müstakil toplulukları içinde devam ederler. Kızlar için orta tahsil ayrıca mecburiyet ifade etmez. "Külliye" tahsili ise kızlar için kendilerine mahsus birkaç hususi üniversitede kabildir. Ana vazifesi ev kadınlığı olan kız talebe, kadınlık iş ve mefhumuna yabancı yüksek meslek mekteplerinden tamamiyle tecrit edilmiş vaziyettedir. Buna mukabil kadınlık iş ve mefhumuna bağlı hususî meslek mektepleri, kızlar için imkânın son haddiyle ve her tarafta çok geniş bir mahiyet arzedecektir.
● Kalın hatlarla İslâm inkılâbının ana prensip bakımından mektep telâkkisi şudur ki, her şey, tahsil programlarının belirteceği keyfiyet ölçüsüne bağlı olarak orta ve yüksek sınıflariyle mekteplerde yuğurulacak; ve İslâm inkılâbında mektep, dâvanın ilim ve nazariye, telkin ve terbiye plânını en canlı, en olgun şekilde bütünleştirecektir.
Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, s.243-248