5 Hasse-duyu ile akla dair meseleleri anlamak mümkün olmadığı gibi, Şeriat ölçülerinin üstünlüğünü anlamada sadece akıl, kâfi değildir. Çünkü onlar bedahet ifâde eder ve erene apaçık görünür. “İslâm kalbin yoludur; akıl, işi tahdit ile tek bir esasa bağlar, hakikat ise kendi nefsinde bunu kabul etmez!”… Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak üzere yaratıldığı ölçü ile sabit insan, Allah’ın kulunu yarattıktan sonra kendini inkârına kadar HÜR bırakıp bu hâlinde de ona mutlak hâkim olması gibi, HALİFE memuriyetini yerine getirirken bu hikmetin kendi nefsinde ve cemiyetinde tesisi mecburiyetinde… His, nefsimizdeki bedahet idrakidir; önce hisseder, sonra fikrederiz… Bir şeyi izâh ederken, izâh edilmiş gibi basamak yaptığımızla, sonra onu izâh ederken, diğerini izâh edilmiş kabul ederek; oysa hiçbir şeyi sonuna kadar temellendiremediğimiz, bilginin bilinmezden devşirilen olmasından belli değil mi? Demek ki his, akıl ve ruhun neftse bir kıvamı… İnsan ve toplum meselelerinin hallinde tecelli eden her şeyin bir basamağında, his ve ahlâkın iç yüzü ve dış yüzü sözkonusudur. Fikrin ahlâk ve ahlâkın fikirle içiçeliği, ahlâksız –bir ahlâk anlayışı olmayan– fikrin derme çatmalığını da göstericidir. “İslâma muhatab anlayış”ın dünya görüşü ve sistemini inşâ eden Büyük Doğu İdeolocyası’nın ANA KAYNAK İSLÂM ve TEMEL PRENSİPLER faslında AHLÂK davasının işlendiğini bildirelim.
(Salih Mirzabeyoğlu, Ölüm Odası B-Yedi -Tarih-, 801-802)
Ahlâk, bizi insanı anlamaya zorlar ve bütün değerler için anlaşma temeli verir; ruhun merkezi fakültesi... Bundan dolayı AHLÂKİ GEREKLİLİK ötekileri kuşatır; insanın insanı anlamasını sağladığı için, "olması gereken" hakkındaki şuuru "ortak" bir şuur hâline koyar ve bütün ideallerin bildirilebilmesinde temel görevini görür... Doğrunun, hakkın, güzelin ortak değer olması bu bildirilebilme ile, ahlâkî değerlerle mümkün olur.
Bunun için, mecbur olmak yalnız ahlakın değil, hakikatin de geçerliliğini sağlar; varlıkla- oluşun, varlıkla-görünüşün, varlıkla-düşüncenin, varlıkla-imkânın zıt ve tamamlayıcı rolleri, HAKİKAT kavramında bütünlüğünü bulur. İzahın lüzumsuz olduğu bir açıklık!..
(Salih Mirzabeyoğlu, İslama Muhatap Anlayış, s. 112)
(…) Ahlâk, bizi insanı anlamaya zorlar ve bütün değerler için anlaşma temeli verir… Ahlâk, ruhun merkezî fakültesidir… Bundan dolayı ahlâkî gereklilik bütün ötekileri kuşatır; insanın insanı anlamasını sağladığı için, “olması gereken” hakkındaki şuuru “ortak” bir şuur hâline koyar ve bütün ideallerin bildirilebilmesinde temel görevini görür!..
(…) Ahlâk mefhumu, bir mükellefiyet, bir vazife mefhumundan doğmaktadır; ve materyalist bir anlayışla kavranamayacak bir gerçeklik hâlinde, en eski devirlerden bugüne kadar birbiriyle hiç ilişkisi olmayan toplumların birtakım ortak prensipleri hâlinde de görünmektedir... Adam öldürmenin, hırsızlığın, ırza tecavüzün, ihanetin fenalığı gibi hususların, genel bir anlayış teşkil etmesi gibi... Neyse; ahlâk kaideleri, dışa dönük yönüyle, cemiyeti düzenlemeye ve nizamı temine yarıyor... Bütün hukuk kaideleri ve bunları içine alan kanunlar da cemiyeti nizamlamağa uğraşmıyorlar mı?.. Bunun böyle olduğu açık!..
(Salih Mirzabeyoğlu, Hukuk, s. 18-19)