Geçmişten günümüze gerçekliği sorgulanan dünyamızın içinde bugün medya ve iletişim araçlarının çoğalmasıyla beraber ne yazık ki televizyonların, dizilerin, programların bizi hapsettiği ‘yapay’ gerçekliğin içinde sıkışmış durumdayız. Bir üst gerçekliğe hamle yapmamız gerekirken bir altına iniyoruz. Ve olduğumuz yerde mutluyuz…
Senaryosunu Andrew Niccol’ün yazdığı, yönetmenliğini Peter Weir’in yaptığı Truman Show (1998) esasen bir simülasyon evreninde yaşamakta olan Truman Burbank (Jim Carrey)’in simülaklar içinde yaşadığı “hiper gerçekliği” anlatmaktadır. Baudrillard’ın simülasyon kuramına başarılı bir örnek teşkil eden film aynı zamanda ciddi bir medya eleştirisidir.
“Oyuncuların televizyonda bizlere sahte duygular vermesinden sıkıldık. Görkemli sahne görsellerinden ve özel efektlerden bıktık. İçinde yaşadığı dünya sahte olsa da Truman’ın kendisinde yapay olan hiçbir şey yok. Ne senaryo ne replik kartları...”
Yukarıdaki cümleler filmin içindeki Truman Show’un mimarı, kendi gerçekliğini yaratmak isteyen bir yönetmen olan Christof’a aittir. Hikâyenin geri kalanını ellerimizle kapattığımızda bu serzenişin haklı olduğunu düşünebiliriz. Christof, kısacası içinde bulunduğu gerçekliğin kendisini tatmin etmediğini ve sahte olduğunu, o sebeple Tanrı rolü üstlenerek kendi oluşturduğu mekân, zaman, kişiler ile farklı bir gerçeklik evreni kurduğunu söylemeye çalışır. Karakterimiz Truman Burbank’in de bu evrende daha mutlu ve huzurlu olacağına inanır.
Batı düşüncesinin “Tanrı’yı öldürmesi” ile ortaya binlerce Tanrı-insan çıkmıştır. Christof’un da bu Tanrı-insanlardan biri olduğunu göz önüne alırsak, niyetini de saptamış olabiliriz.
Truman, Christof’un oluşturduğu evrende tamamen gerçek olan ve senaryosu olmayan tek karakteridir. Doğduğunda yapım şirketi tarafından evlatlık edinilmiştir ve yaklaşık 30 sene boyunca dünyanın her tarafında 7/24 aralıksız, 5000 kamera ile her anı izleyiciye aktarılmıştır. Yani izleyici de bir nevi bu yapay gerçekliğe 30 senedir hapsedilmiştir.
Truman bu hayatta Amerikan rüyasını yaşamaktadır. İşi, evi, dostları ve düzenli hayatı ile “yaşanılabilir hayatı” temsil etmektedir. Fakat Truman’ın çocuk mizacı, şüpheci tavrı ve ideal gerçekliğe ulaşma arzusu bu yapay gerçekliğe çomak sokacaktır.
İzleyici, Truman Show’un sahte olduğunun farkındadır ama Truman’ın gerçek olması onları bu televizyon şovuna bağlayan tek unsurdur. “Kalabalıkların aklı yoktur.” sözünü esas alarak izleyicinin bu 30 sene boyunca aralıksız Truman Show’u izlemeleri gayet doğal karşılanabilir.
Truman bir sabah işine gitmek için evden çıktığında yukarıdan bir projektör düşer. Projektörün üstünde ‘takım yıldızı’ yazmaktadır. Truman ilk şüpheyi burada duyar. Arabasının radyosunda uçakla uçmanın ne kadar tehlikeli olduğu telkin edilir. Çünkü uçakla uçmak bu evrende mümkün değildir.
Christof her ne kadar mükemmel bir evren oluşturduğunu düşünse de insan yapımı olan her şeyde ve her işte bir eksiklik, noksanlık görülecektir. Truman, bu eksiklikleri birer birer yakalayacaktır.
Bu evrende ölüm ve kader inancı da yoktur. Her şey planlanmış ve herkesin rolü biçilmiştir. Her gün aynı şeyler olmak zorundadır. Truman’ın her sabah komşusuna bir espri mahiyetinde söylediği “Olur da görüşemezsek iyi günler, iyi akşamlar, iyi geceler” sözü onun hakkında bize ipuçları verir.
Truman, çocukluğundan itibaren gözü hep ufuklarda olan biri olmuştur. Kendisine sunulan yaşamı bir türlü sindirememiş, tam anlamıyla kabul edememiştir. Fakat 30 yıl boyunca çeşitli telkinler ile bu evrende kalması sağlanmıştır.
Truman küçüklüğünden beri ideali olan Fiji Adalarına gitmek istemektedir. Bu ideali gerçekleştirmesini önlemek adına Truman küçükken sahte babası ile sandalla denize açılır ve babası ölür. Böylece Truman’da deniz fobisi oluşur ve idealini yıllarca ertelemek zorunda kalır. Truman’ın özgür ruhuna eşi, arkadaşları çeşitli telkinlerle sürekli sınırlar çizmektedir. Masa başı iş güzellemeleri yapılır. Sürekli para biriktirmesi telkin edilir. Rutin hayatın dışını çıkabilecek her hareketi engellenir.
Truman bir gün işe giderken babasını görür. Tam o esnada oyuncular tarafından babası apar topar alınıp otobüse bindirilir ve götürülür. Bu tür tüyolar Truman Burbank’i günden güne şüphelendirmektedir.
Gerçeği aramasına neden olacak ilk davranış senaryo dışına çıkıp Merly yerine Lauren’e âşık olmasıdır. Truman, ilk olarak okulda bir törende, ardından bir dans partisinde Lauren’i görüp etkilenir ama senaryo dışı duygular Christof’un gerçekliğini bozacağından o kız sürekli ortadan kaybolur. Daha sonra kütüphanede ona rastlar. Lauren de Truman’dan hoşlandığı için ona gerçekleri anlatmak ister ve bir anda kamera açılarından kaybolup deniz kıyısına giderler. Lauren o kısa sürede Truman’a bütün bu yaşananların gerçek olmadığını söyler; bu arada kızın babası gelir onun rahatsız olduğunu söyler ve arabaya bindirip götürür. Truman bundan sonra yeterli şüpheleri edinmiştir. Artık bu şüphelerini delillendirmeye çalışır.
Truman, eski fotoğraflarından, arkadaşlarından, sokaktaki insanların her gün aynı saatte aynı yerde olmasından duyduğu şüphelere deliller toplar ve ideali olan Fiji adasına gitmeye karar verir. Uçak seferi bulamadığı için korktuğu denizden gitmek zorunda kalır.
Truman bir plan hazırlar ve bodrumda yattığı yere bir maket koyar ve kasete kaydettiği uyuma sesi ile yönetmenlerden birini tuzağa düşürür. Kameranın çekmediği kör noktadan kaçar ve deniz kenarından ideallerine doğru açılır. Setteki tüm oyuncular onu arar ve 30 senedir kesintisiz devam eden Truman Show kesintiye uğrar.
En sonunda denizde olduğu fark edilir. Onu planından vazgeçirmek için denizde yapay dalgalar oluşturulur, sandalı alabora edilir. Çeşitli yıldırma yöntemleri uygulanır. Truman ilk başta deniz fobisini yenerek ve korkularıyla yüzleşerek denize açılmıştır. Bundan sonra bütün bu baskılara, yıldırmalara göğüs gererek ideallerine doğru seyre devam eder. Küçüklükten itibaren kâşif olmak isteyen Truman’ın denize açıldığı sandal ismini Kristof Kolomb’un 1492 yılında gerçekleştirmiş olduğu deniz seyahatinde Atlas Okyanusu’nu geçerken kullandığı gemilerden en büyük olanı Santa Maria’dan alır.
Truman en sonunda sandalı ile dekora çarpar. Christof’un sahte gerçekliğinin sonuna gelmiştir ve ilk gediği açmıştır. Ruhun zaman ve mekân üstü bir şey olduğunu burada bir kez daha Truman üzerinden görürüz. Filmin başından itibaren Truman’ın şuur seviyesi arttıkça, gerçeklik seviyesinin de değiştiğini görürüz.
Truman çıkış kapısına doğru ilerler ve o sırada Christof ile aralarında şu diyaloglar geçer:
“ -Truman. Konuşabilirsin. Seni duyuyorum.
-Kimsin sen?
-Ben bir yaratıcıyım. Milyonlara umut, neşe ve ilham veren bir televizyon programının yaratıcısı…
-Peki ben kimim?
-Sen yıldızsın.
-Hiçbiri gerçek değil miydi?
-Sen gerçektin, seni izlemek bu yüzden güzeldi. Beni dinle Truman. Dışarıda, senin için yarattığım bu dünyada olandan daha fazla gerçek yok. Aynı yalan ve aynı iki yüzlülük. Ama benim dünyamda korkacak hiçbir şey yok. Seni, senden bile iyi tanıyorum.
-Ama beynime kamera koyamadın.
-Korkuyorsun, bu yüzden gidemiyorsun. Önemli değil Truman, seni anlıyorum Bütün hayatın boyunca hep yanındaydım. Seni doğarken izliyordum. İlk adımını attığında da oradaydım. Sen gidemezsin Truman… Sen buraya aitsin, benim yanıma. Konuş benimle, bir şeyler söyle lütfen. Bütün dünya seni izliyor.
-Olur ya belki görüşemeyiz; iyi günler, iyi akşamlar, iyi geceler…”
Truman’ın Christof’un gerçekliğinden kurtulması bir nevi 30 senedir 7/24 devam eden Truman Show’un bitmesi izleyenlere adeta bir katharsis yaşatır. Truman Show’un bitmesine üzülmek yerine sevinirler çünkü Truman karakteri onlarda anlık olarak içselleşmiştir. Truman’ın esareti kendi esaretleridir o anda. Truman’ın özgürlüğü de kendi özgürlükleridir ama aynı zamanda izleyici Truman’a pragmatik bir şekilde yaklaşır. Belirttiğimiz gibi izleyicinin duyguları ve düşünceleri suyun üstüne yazılan yazı gibidir.
Truman Show’un bitmesine üzüleceğini düşündüğümüz izleyici kitle, Truman Show biter bitmez başka bir kanala geçer. Her ne kadar 30 sene de sürse, izleyici kitlenin duyguları, sevinçleri ‘anlık’tır. İzleyici gösterenin niyetine ve gösterilenin muhtevasına göre şekillenir. Medya ve iletişim araçları kitlelerin kontrol edilmesi bakımından önemli bir noktada durur.
Christof her ne kadar Truman’ın ‘iyiliğini’ düşündüğünü söylese de aslında onun hayatının büyük bir kısmını çalarak ona en büyük kötülüğü yapmıştır. En başta bıktığını söylediği sahteliği ve sahne şovlarını kendisi farklı bir yolla sürdürmüştür. Sadece eldivenin tersini çevirmiştir o kadar. Tanrı olma iddiasındaki Christof, Truman’ın hakikat arayışını durduramamış ve kusursuz olmadığını anlamıştır. Çünkü Truman Show ile oluşturmaya çalıştığı yapay gerçeklik son bulmuştur.
Kesintisiz bir şekilde tıpkı hayat gibi devam eden Truman Show’un tüm gelirleri programda uygulanan ve geleneksel reklama alternatif olarak tanımlanan ürün yerleştirme uygulamaları sayesinde kazanılmaktadır. Yerleştirilen tüm ürünlerin toplandığı ‘’Truman Kataloğu’’ sayesinde izleyicilerin doğumuna, ilk adımına, süt dişlerinin düşmesine, mezuniyetine, evlilik törenine tanıklık ettikleri tek gerçek yıldızlarının kullandığı ürünlere sahip olabilmektedir. Doğumunu 1,7 milyar izleyicinin seyrettiği Truman evrendeki en tanınan kişi ve birçoklarının yaşadığı hayatın sahte olmasını bile bile imrendiği bir ikondur. Programda gösterilen kameraların çekebildiği her şey satılıktır. Evler, arabalar, giysiler, yiyecekler kısacası her şey. Seahaven Adası izleyiciler için esasında bir gerçekliği temsil etse de, Truman Show’un bir yapım olduğunu düşünürsek Seahaven Adası bir ürün yerleştirme cennetidir. Ürün yerleştirmeden elde edilen gelirin çokluğu oyuncuların ve yapım masraflarının miktarı düşünülürse oldukça fazladır. Tıpkı bugünün dünyasında olduğu gibi satılık olmayan hiçbir şey yoktur ve Seahaven’da gördüğünüz her şeyin bir değeri vardır. Truman Show, Truman Burbank’in aslında kendisi olduğundan habersiz bir şekilde yaşayan Baudrillard’ın simülasyon evreni insanlarının yaşamlarından kesitler sunarken Burbank post modern insanı anlatan bir siluettir.
Reklam bugün hayatımızın her anında her yerde karşımıza birbirinden farklı şekillerde çıkmaktadır. Sistemin en büyük destekçisi de yine reklam ve kitlelerdir. Postmodern birey bugün her geçen gün daha da artan bir şekilde sosyal medya araçlarına mahkûm olmakta, onlarsız yapamaz hale gelmekte ve gününün önemli bir bölümünü gerçek hayatın dışındaki bu hiper gerçeklik evreninde yaşamaktadır. Yaşantıya dair yapılan gerçekliği şaibeli paylaşımlar bireyi tıpkı Truman Burbank gibi simülasyon evreninin içine çekerken bugünün bireyi Burbank’ten farklı olarak buna bilinçli bir şekilde razı olmaktadır. Etrafı reklamlarla dolu olan birey Seahaven adasındaki Truman gibi bunu yaşamaktayken, ücretli-ücretsiz ürün yerleştirmeler vasıtasıyla da bu durumun dozu her geçen gün arttırılmaktadır. Hiper gerçeklik evreninde yaşayan günümüz insanı gerçekliğe ulaşmak için önce taklidin taklidini reddetmek, rüyadan uyanıp medyanın ve medyanın en yeni hali olan sosyal medyanın sunduğu dünyayı sorgulamalı ve kendi gerçekliğinin kapısını tıpkı Truman Burbank gibi aralamalıdır.
Yararlanılan Kaynaklar:
1- Yıldırım, Mert, Simülasyon Evreninde Ürün Yerleştirme Uygulamaları: Truman Show Analizi, Halkla İlişkiler ve Reklam Çalışmaları E-Dergisi, Mart 2018
Muzaffer Ayvalıoğlu, Aylık Dergisi 194. Sayı Kasım 2020