Bir Filistinli, 8 Ocak 2025'te Gazze Şehri'nde İsrail saldırısında hayatını kaybeden 17 günlük bebeğinin cansız bedenini tutarken gözyaşı döküyor...
13 Ekim 2023'te Gazze Şehri'ndeki evimi tahliye ederken yanımda alabildiğim birkaç şeyden biri bu dizüstü bilgisayardı. Bu cihazın, sayısız katliamı belgelemek için kullanılacağını biliyordum; fakat o zamanlar savaşın sonunu düşünecek bir hâlde değildim.
Ama işte buradayım. Bizi hedef almaya niyetli bir savaşı yaşayan bazı gazeteci arkadaşlarımla birlikte hayatta kalmayı başardım. Ancak hayatta kalmanın ağır bir bedeli oldu; yaşam ve ölümün anlamları sonsuza dek değişti.
Son 15 ayda Gazze Şeridi'nin orta ve güney kesimindeki üç farklı barınağa zorla yerleştirildim. En uzak olanı, evimden arabayla yaklaşık 40 dakika mesafedeydi. Bu süre boyunca ölüm, geride bıraktığım evimden daha yakın hissettirdi. İsrail ordusunun ihlallerini belgelediğimiz her rapor ve öldürülen her meslektaşımla ölüm ihtimali daha da somutlaştı. Hayatta kalmak artık, yalnızca yaşamayı değil; aynı kaderle karşılaşmadan önce mümkün olduğunca çok hikâyeyi belgelemeyi gerektiriyordu.
Bu net bir bitiş çizgisi olmayan bir yarıştı. Zamanın değeri, saatlerle değil; yakalanan hikâyelerle, tanık olunan hayatlarla ve duyulan sessiz kurbanlarla ölçülüyordu. İsrail'in uluslararası gazetecilerin Gazze'ye girişini yasaklaması, tüm yerel Filistinli gazetecilere büyük bir sorumluluk yükledi.
Tecrit
İsrail'in Gazze'de uyguladığı sürekli elektrik kesintileri ve bu nedenle yaşanan zorunlu karanlık, gazetecileri susturma çabası gibi algılanıyordu.
Umudu, küçük zaferlerle canlı tuttuk: Gönderilen her kısa mesaj, yayımlanan her rapor, hatta saatlerce eSIM sinyali aramak için yürüdükten sonra bile elde edilen bağlantılar, sessiz birer başarı gibiydi. Barınakta, aylar sonra ilk kez güneş panelleri sayesinde televizyon çalıştırabildiğimizde her şeyin bambaşka bir anlam kazandığını fark ettim.
Bir basın toplantısında Gazze'deki ihlaller ve sivillere yönelik katliamlar tartışılıyordu. Normalde, bu konuşmaların içeriğine ve adalet çağrılarına kapılırdım. Ancak bu sefer dikkatimi çeken şey, konuşmacının tertemiz takım elbisesi, önündeki berrak su bardağı ve yanındaki meyve suyu şişesiydi. O anda düşündüğüm tek şey, temiz suya ulaşmak için saatlerce beklemek, şişelenmiş meyve suyunun unutulmuş bir lüks olması ve düzgün bir duş almanın nadirliğiydi.
Ateşkesin Ardından
Bu hafta, Gazze için uzun zamandır beklenen ateşkes anlaşması nihayet açıklandı. Pazar günü yürürlüğe girecek.
Çarşamba günü, ateşkes duyurulduğunda Deir al-Balah'taki El-Aksa Hastanesi'ndeydim. Bu anı, hem hayatta kalmanın hem de kaybın izlerini taşıyan bir yerde karşılamayı seçtim. Orada, İsrail saldırılarından kaçan ve hastaneye sığınan Filistinlilerle röportajlar yaptım. Abluka altındaki bölgedeki diğer hastaneler gibi burası da sivillere yönelik işlenen vahşetlerin tanığı oldu. İsrail ordusu, burada kurulan derme çatma çadırları hedef alarak yerinden edilmiş sivilleri katletti.
Ateşkes yürürlüğe girdikten sonra yapmak istedikleri ilk şeyi sorduğumda, yerinden edilmiş insanların yanıtı açıktı: Kuzey Gazze'ye, evlerine dönmek. Dışarıdan bakıldığında bu cevap sıradan görünebilir. Ancak onlardan biri olarak, bunun ne kadar güçlü bir arzuyu ifade ettiğini anlıyorum.
Eve Dönüş Hayali
İsrail, Gazze’nin kuzeyini zorla boşaltma hedefini açlık, toplu katliamlar ve infazlarla sürdürdü. "İnsani bölgelerde" dahi şiddet ve saldırılar devam etti. Bu nedenle, tahliye emirlerine uymak hiçbir zaman güvenli bir seçenek gibi görünmedi. Filistinliler, her an hedef alınabileceklerini biliyorlardı.
Ateşkes ilan edilmeden iki gün önce, bir eşek arabası sürücüsü, yıllar önce zorla terk ettiğimiz Gazze mahallelerinin adlarını bağırarak geçerken, farkında olmadan çantamdaki ev anahtarlarına uzandım. Anahtarlarım, yıkılan evime dönme umudunu korumamı sağlayan küçük bir teselli gibiydi.
Gazze’deki Filistinliler, yaşadıkları soykırım karşısında bile geri dönme fikrine tutunmayı bırakmadılar. Çünkü 15 ay süren bombalamalar, açlık ve yıkımın ardından, eve dönüş duası, hayatta kalma duasından hep önce gelmiştir.
Maha Hüseyni, Middle East Eye