Eğitim bekâ meselesidir. Eğitimin en mühim unsûru öğretmendir. Dolayısıyla öğretmen meselesi milletimizin bekâ meselesidir. 

“Öğretmen meselesi” hep öğretmenin özlük hakları ve alacağı maaş zaviyesinden konuşuluyor. Bu, “öğretmenin meselesi”dir. “Öğretmenin meselesi” ile “öğretmen meselesi”ni birbirine karıştırmamalıyız. Elbette öğretmenin özlük hakları ve alacağı maaş da mesleği etkileyen mühim bir unsûrdur ama bizim burada “bekâ meselesi” olarak gördüğümüz şey “öğretmen meselesi”dir. 

Direniş ekseni ve demokrasi palavrası! Direniş ekseni ve demokrasi palavrası!

“Öğretmen meselesi” maârifimizin baş meselesidir. Yeni nesiller bugünkü öğretmenlerin elinde şekillenecektir. Dijital dünyâ ve sosyal medyanın korkunç gücüne rağmen öğretmen hâlâ yeni nesiller üzerinde çok tesîrlidir. Yıllarca süren bir berâberlik elbette arkasında müspet-menfî birçok iz bırakacaktır. Bu izlerin müspet olabilmesi için öğretmenlerin müspet kişilerden seçilmesi elzemdir. İşte bu, bekâ meselesidir. Öğretmen rol modeldir ve milletin hizmetinde olan bir devlet yeni nesillerin karşısına milletin millî-mânevî değerlerine tam uygun öğretmenler çıkarmak zorundadır. Milletin mânevî değerlerine lâkayt, hattâ düşman tiplerle milletin geleceği kurulamaz. Eğer millî-mânevî değerleri heyecânla yaşayan öğretmenler seçilip eğitim bunların eline verilmezse millet olarak geleceğimiz yok demektir. Bu iş bu kadar mühimdir. Eğitim sistemimiz neredeyse yüz yıldır millî-mânevî değerlerimize ilgisiz veya düşman dünyaperest, âhiretsiz, inançsız, materyalist, Kemalist, solcu yetiştiriyor. Son yirmi yılda da bu durum değişmemiştir maalesef. Bütün iyi niyetli çabalara rağmen netîce niye değişmiyor? En mühim sebep: Sistemin içindeki ateist, solcu, Kemalist öğretmen kadrosudur. Bilinen “Türkiye gerçekleri” sebebiyle de bunların hâkimiyeti bir türlü kırılamıyor. Hattâ Kemalist zihniyet kendilerine göre “şarîatçı hükûmet”e duydukları öfke ve kîni de kuşanarak gittikçe şirretleşip azgınlaşıyor. Yeni nesiller millî-mânevî değerlerinden hızla uzaklaşıyor, hattâ bu değerlere düşman hâle getiriliyor. Bu böyle gidemez! Ya bu çark durdurularak eğitim millî-mânevî değerler üstüne oturtulur ya da millet olarak varlığımızı kaybederiz. Görülüyor ki en mühim meselemiz öğretmenin seçimidir. Tabiî mâlûm “Türkiye gerçekleri” muvâcehesinde kimse bu meselede gerekli adımı atamıyor. Derin sistemin gücünü bilenler başına taş yağacağını da bildiğinden bu netâmeli mevzûa el atamıyor. Mesele kökünden halledilemeyince de hep kabuk işlerle uğraşıp duruyoruz. Sonra da dönüp kendimize soruyoruz: Niye bir arpa boyu yol alamadık? Öğretmen kadrosu millîleşmedikçe netîce hep böyle olacak, bunu biliniz. 

İyi öğretmeni nasıl seçelim? Bir yıl evvel yazdığımız bir yazıdan alacağımız bölüm bir fikir verecektir ümidindeyim: 

Eğitimde bazı iyi niyetli çabaları da yok hükmüne düşüren unsûr sistem içindeki fârelerdir. Mevlânâ, “Ambarda fâre yoksa ibâdet buğdayı nerede?” der. Zaman zaman gördüğümüz iyi niyetli çabaları da kemirerek sıfırlayan fâreler ateist, materyalist, gayr-i millî ve gayr-i İslâmî ideolojilere kafayı kaptırmış öğretmenlerdir. Sistem içinde hâlâ en etkili kesim bunlardır. En iyi niyetli çabalar bile bunların elinde tersine dönebilir. Siz dindâr nesil yetiştireceğiz dersiniz ama sistem bunlar sâyesinde durmadan deist, ateist, Kemalist, laik, seküler, materyalist, âhiretsiz; millî ve vatanî âidiyet duygularını yitirmiş nesiller yetiştirir. Bu yüzden eğitimin gerçekten millî olması isteniyorsa sistem içindeki gayr-i millî zihniyet temizlenmelidir. Dünyâda hiçbir ülke, hiçbir akıllı millet kendine düşman bir zihniyeti eğitim sisteminin içine sokmaz. Bu belki de sâdece bizde görülen bir garâbettir.  

Ahmet Tâlib Çelen, Yeni Akit