Bu cümle, bazılarına çok garip ve gereksiz gibi gelebilir. Özellikle de, günlük kazanç ve eğlenceleriyle meşgul kimseler; veya herhangi maddi bir ihtiyacı olmayanlar için, saçma gibi de görünebilir
Fakat, bir toplumun geleceğini düşünen ve mevcut gidişatta birçok problemleri gören ve yaşayan kişiler için, hiç de normal dışı bir ifade olarak görülmez.
Ülke Yönetiminde Belirsizlikler
Ülke yönetimi, sosyal, siyasi, iktisadi ve hukuki alanda, ciddi sıkıntılarla yüz yüze bulunmaktadır. Bunlar, ya geçmişten gelip, şimdilerde yoğun hale gelen veya son yıllarda ortaya çıkan problemlere çözüm getirilemeyen konular üzerinde gerçekleşen ve çözümü zor konulardır.
Bu konuların başında aile, eğitim, kültür ve ahlak problemi kendisini göstermektedir. Sokaktaki insana sorarsanız, geçim; yolsuzluk, adam kayırmacılık ve eşitsizlik gibi konular dile getirilmektedir. Aslında bu konular, büyük ölçüde insanların inanç, ahlak ve kültürel eksikliğinin ortaya çıkardığı problemlerdir.
Yani, hepsinde insanın yozlaşması, sorumluluğundan uzaklaşması, insanın önemini gözardı etmesi veya dürüst bir anlayıştan uzaklaşması olarak açıklanabilir. Özetle bu durum, insanın ahlak ve inanç gibi, başkalarına karşı anlayışlı, adaletli ve merhametli yapan değerlerden uzaklaşmasıyla meydana gelen acımasız,sapkın ve insafsız bir yapıya bürünmesi ile ilgili sapmalarından kaynaklanmaktadır.
Sosyal meselelere ait yozlaşma ve çözülmenin kaynağında ise, bu ülkenin siyasi yapısını batı’ya angaje eden, batıcı elitler ve o elitlerin eğitim, ordu ve siyaset alanındaki temsilcileridir. Bu gruplar, geçmiş siyasi ve sosyal sistemi gerici, çağa uymayan ve geleneksel olarak açıklayan ve fakat, bu sistemin karşısına modernist, bilgi merkezli ve Atatürkçü bir sistemi alternatif olarak gösteren kesimlerdir. Fakat, ne gariptir ki; ülke yönetimine hakim bu anlayışlar, toplumdaki bozulmayı, yabancılaşmayı ve pragmatist yönelişi şimdiye kadar önleyememiş ve toplumdaki anlamsız değişimi engelleyememiştir.
Bozulma ve yozlaşmanın sosyolojisi
Türkiye, İslam medeniyet ailesinin en güçlü ve gelişmiş ülkesiydi. Özellikle Osmanlı dönemi, eksikliklerine rağmen, şimdiye kadar görülmemiş bir adalet, istikrar ve sosyal yönden gelişmiş bir medeniyet ortaya koymuştu.
Bozulma, Osmanlı’nın ilahi değerlere dayalı sistemine, askeri, iktisadi ve uluslararası siyaset açısından alternatif getirme isteğinde olan, Batı’nın liberal ve materyalist akımlarına bağlı bir grup yönetici ve yazar takımının yanlış reçeteleri ile başladı. Tanzimat devri, siyaset, hukuk, düşünce alanında batı’daki akımları taklit eden entellektüellerin, toplumun sosyal dokusunu bozmalarına devlet eliyle gerçekleşen bir düzenleme getirdi. Bunu; Batı etkisinde gerçekleşen, Meşrutiyet ve 1856 Islahat Fermanlarının yanlış ve sosyal yapıya uymayan düzenlemeler takip etti.
Batı siyasi ve sosyal yapısı model alındığından beri, sırtımızı yerden kaldıramaz, kendi ayaklarımız üzerinde güçlü bir şekilde duramaz olduk. Batı, Cemil Meriç’in ifadesiyle içimize yerleştirdiği “aydın entelijansya”sıyla sürekli bizi, kendi değer ve fikir sistemimizden uzaklaştırdı. Aksayan ve eskiyen sistemi, düzeltmek yerine; batıyı “birebir taklit” devri devam etti. Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri hep bu çizgiyi sürdürdü.
Türkiye’nin yeni döneminde, siyasi partiler; Türkiye’nin yeni bir geleceğe hazırlanmasında, başarısız kaldılar. Halkına bağlı siyasi hareketler bile, söylemlerinin aksine; inanca, tarihi ve yerli geleneklere yeni bir alan açmak yerine; batı’nın siyasi, iktisadi ve hukuki sistemlerini sürdürmekte ısrarlı bir duruş gösterdiler.
Türkiyeli aydın ve medeniyetine bağlı kesimlerin, ülkenin sistemini bu batı merkezli anlayıştan, durumundan kurtarmak gibi önemli bir görevi var. Bu konuda, ahlaki ve dini söylemlerine rağmen, köklü değişimlere girişemeyen fikri ve toplumsal hareketler, artık siyasi söylemlerin hayali iddialarını bir kenara bırakıp; insana, sisteme ve medeniyet anlayışına sahip olmak zorundadırlar. Yoksa, bu gidiş; bir “yokoluş”un kapılarını açmaktan başka bir sonuç getirmeyecektir.
Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber