Kendi kültür ve sanatını yitiren, insanın temel meselelerine bütün bir cevap veremeyen, iyi, doğru ve güzel ölçüsünü kaybeden toplumlar, esasında sanatkarını, fikir adamını, kısaca devleti ve toplumu iyiye, güzele ve doğruya sürükleyecek aydınlarını kaybetmiştir. Çünkü, toplumlar aydınlar sınıfı eliyle yoğrulur ve onların ortaya koyduğu ölçü ile mayalanır.
Bugün belediyelerin kültür ve sanat sahasındaki seviyesizliği de ortaya konulmuş yerli ve milli bir kültür ve bu kültürden neş’et etmiş bir sanatın olmamasından kaynaklanıyor.
Örneğin Trabzon Büyükşehir Belediyesi; autotune olmadan, bir cihaza bağlı kalmadan şarkı söyleyemeyen, söylediği de şarkı olmayan “Sefo”yu ve pohpohlanarak gaza getirilip çirkin sesiyle şarkı söylettirilen Fevzi isimli küçük bir çocuğu, sırf popülerlik uğruna, Avni Aker Millet Bahçesi’nde ağırlayacak. Belediyeler müzik dışında her şey olan, anıran, böğüren, ölçü ve şirazesini kaybetmiş, zevkten ve estetikten mahrum çukur seviyesindeki “sanatçılar”ı, “al sana sanat, al sana kültür” diyerek çukur olan şuur seviyesine pazarlıyor. Yani alan da razı veren de razı.
Böyle bir vasatta, yeni bir kültür ve sanata ihtiyaç olduğunun da şuuruna varılamıyor. Yeni bir kültür ve sanata olan ihtiyacın farkına varanlar ise oy uğruna, popülerlik uğruna kötüyü güzel diye yedirmeye, bu işlerden servet edinmeye devam ediyor. Dayatılan kültür vasatında kim kime ne yutturursa hesabı günü kurtarmaya bakıyor.
Sadece belediyeler değil, devletin de bütün “kültür ve sanat” müesseseleri, popülerlik ve oy uğruna insanları dayatılan bu kültür vasatına çekiyor, arz oluşturmak yerine talep edilene maruz bırakıyor. Hatta devlet eliyle bu seviyesizlik bizzat teşvik ediliyor. Festivaller, etkinlikler, konserler, gösteriler tamamen bu kültür vasatında absürtlüğe doğru evrilirken, bundan doğan derin boşluk ise yabancı kültürlerin kendilerinin bile bünyelerinden kusmak için debelendikleri ifrazat ile dolduruluyor.
Peki arzı kim oluşturacak, devlet mi? Hayır. Bunun nasılını bulacak, yaşayacak, yaşatacak ve sirayet ettirecek bir zümre olan “aydınlar sınıfı” tarafından oluşturulacak, ihtiyacı onlar gösterecek, kültür seviyesini onlar tayin edecek ve idealize edilenin numuneliği olarak kuru kuruya teorik olarak değil aksiyonu kendi içinde gösterecek, özendirilecek. Kısaca bu mesele devlet, belediye, basın ile değil, Üstad Necip Fazıl’ın aradığı fikir sosyetesinin eliyle olacak.
Devlet bir fikir olduğuna göre, devleti ve onun teşvikiyle toplumu dizayn edecek olan anlayış da bir sınıftan tezahür eder. Bizde bu sınıf “aydınlar sınıfı”ndan teşekkül eder. Devlete hâkim olan anlayış da tabii olarak aydınlar sınıfının anlayışıyla mutabık olmak zorundadır.
Büyük Doğu - İbda da “aydınlar sınıfı” dediği bütün insanlık çapında kendi kültür mayasını tutturacak örnek şahsiyet kadrosunun oluşmasını deklare eder. Buna da “gerçek ve üstün aydınlar sınıfı” der. İşte tüm mesele bu aydınlar sınıfının teşekkül etmesinde!
Baran Dergisi