Aşkın bedelini ödeyen adam, Bayram Ali Öztürk Hoca gözlerini nice çile ve cefalar çekeceği dünyaya Sakarya’da 1952’de gözlerini açtı. Hayata gözlerini açmasından tam beş ay sonra 23 yaşında “porfiria” hastalığına yakalanan babası, birkaç sene sonra odun keserken kaza sonucu bacağını keserek vefat etti. Yetim kaldıktan bir müddet sonra annesi evden ayrılarak başka birisiyle evlendiği için öksüz kaldı... Aşkın bedelini ödeyen adama iki yaşından itibaren Sakarya’da ikamet etmekte olan halası Kâniye Hanım ve babaannesi bakmaya başladı. Kâniye Hanım onun çocukluğundan şöyle bahsederdi: “Yaramaz bir çocuk değildi. Bir tek bana gelirdi. Annesi evlenince Bayram Ali Hoca’yı vermediler ve babasının tarafında kaldı. Evlenene kadar da yanımdaydı. Yazları benim yanımda, kışları amcasının yanında kalırdı. Vefat ettiğinde içimde bir darlık oldu, bunaldım. Bana ‘halaların halası’ derdi. Babası vefat ettikten sonra hep kafası eğikti. Garipliğini hissettirdi. Doğru düzgün güldüğünü hiç görmedik!”
Şehid Bayram Ali Hoca, hiç doğru düzgün gülmedi... Hep çile çekti ve bu çilelerini her daim nimet olarak gördü, bir sıçrama tahtası bildi. Onun en büyük destekçisi kitaplarıydı; onlarla dostluk kurar onlar ile yaşardı. Hatta ilk okul zamanlarında yemek ihtiyacı için aldığı paraları harcamaz, kitap alırdı. Öyle ki; bir keresinde tarlada kitap okurken açlıktan bayıldığı vâkidir. On iki-on üç yaşlarına gelince amcası evlenene kadar ona babalık yapmış ve okutmuştur. Amca oğlu ondan şöyle bahsederdi; “Sakarya’daki arkadaşları sayılıydı. Arkadaş edinme gibi bir durumu yoktu. Okuldan gelir kitaplara gömülür kafayı kaldırır okula giderdi. İkili ilişkileri pek yoktu. Babam bize ne alıyorsa, ona da almasına, aynı şekilde davranmasına rağmen ondaki yetimlik izleri hiçbir zaman üzerinden kalkmadı. Bu yüzden havalı bir çocukluğu ve gençliği yoktu. Daima kafası eğikti hiç kimsenin işine karışmayan durumu vardı.”
Üstadı ile ilk münasebeti amcasının yanında olduğu yıllarda... Amcası onu İstanbul’a Mahmud Efendi’nin sohbetine götürür. Sohbet bittikten sonra Mahmud Efendi bu mahcup edalı çocuğun başını okşar ve amcasına “Bu çocuk büyüyecek ve İsmailağa’da Mektubat okuyacak” der.
1971 yılında askere gitmeden önce Fatma Hanımla evlenir. Askerden geldikten sonra 1973’de Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü’nü kazanır ve 1978’de başarı ile bitirir. Üniversiteyi bitirdikten sonra çok sevdiği üstadı Mahmud Efendi’ye mektup yazar ve ne yapması gerektiği konusunda danışır... Onu çok seven üstadı İstanbul’a, yanına çağırır. Üstadının sözüne uyar ve hemen İstanbul’a gelerek küçük bir pazar mescidinde kısa bir süre vekil imamlık yapar. Ardından 1978-85 yılları arasında Şehzadebaşı Damat İbrahim Paşa Camii’nde kadrolu olarak göreve başlar. Caminin lojmanı yoktur ve evi camiye takriben üç km uzaklıktadır fakat o bundan asla şikayet etmez, evinde teheccüd namazını eda eder ve sabah namazını kıldırmak için yürüyerek camisine gider. Sabah namazı için gittiği camiden yatsı namazı ile ayrılır. Sabahtan yatsıya kadar ilim tahsil eder, hafızlık yapar...
Otuz yaşına geldiğinde hafızlığını itmam etti. Medrese ilimlerini de aldıktan sonra İsmailağa’da Mektubat dersleri vermeye başladı ve üstadını sevindirdi... Aşkın bedelini ödeyen adamın ismi 1990’larda kürsülere çıkması ve gönüllere su serpmesi ile yayılmaya başladı. Aynı dönemde 1990’lar öncesi Taraf dergisinde yazıları da yayınlandı. Herkes onun için her daim “Sultan” dediği üstadının kerametini fısıldayan bir lakap ile hitap etmeye başladı: “Mektubatcı Bayram Hoca”. Evet ismi Bayram idi... Hocayı dinlediğim ses kayıtlarıyla tanıdım ve hayran olmuştum. “Benim yüreğim İslâm’ı anlatmaya dayanmıyor” derdi. Onu dinlerken engin bir derya içinde olduğunuzu anlarsınız. Bir kitabdan kaynak vereceği zaman sahifesi sahifesine verir, aşktan bahsettiği zaman gönüllerinizde o heyecanı hissedersiniz. Hatta bazen dayanamaz onla birlikte ağlar ve bu ağlayışta samimiyeti görür ve sahte şeylerden tiksinirsiniz.
“Kitap aşkı ne demek?” ondan misal verelim hele... Müthiş bir aşkı vardı kitaplara karşı... Bir günde bin sahife okurmuş.. Hafızası son derece kuvvetliymiş. Bundan dolayıdır ki, Mahmud Efendi Hazretleri ona “yürüyen kütüphane” dermiş.
Bayram Hoca, 1985 yılında tayinini ister ve İstanbul Karagümrük’teki Draman Kara Ali Camii’nde görevine devam eder. Burada sohbetlerde binlerce insanın uyanmasına vesile olur, kafirleri korkutmaya başlar. 17 Mayıs 1998’de Mahmud Efendi Hazretleri’nin damadı olan Hızır Ali Muratoğlu Hoca Çukurbostan camiinde kurşunlanarak şehid edilir O dönem, Zaman gazetesi hala faili meçhul olan bu haberi “İsmi B ile başlayan zat vurulacaktı yanlışlıkla H ile başlayan zat vuruldu” diye sunar. Adeta tehdit eder, gözdağı verirler. Bayram Hoca daha o tarihlerde hedefe konmuştu ve cemaat içindeki birtakım münafık tipler de hoca hakkında iftira ve karalama kampanyalarına girişmişlerdi. Bayram Hoca Draman Kara Ali Camii’nden emekli olmayı düşünüyordu fakat rağmen 28 Şubat sürecinin akabinde, cemaati ele geçirmeyi hedefleyenlerce Arnavutköy Hacımaşlı köyüne sürgün edilerek cemaatten uzaklaştırılmaya çalışıldı. Ardından Bayram Hoca sınava girdi ve tekrar tayinini istedi. 2001’de Küçükköy’deki Mevlana Camii’ne atandı ve bir yıl kadar görev yapıp 2002’de emekli oldu. Bayram Hoca emekli olduktan sonra İsmailağa Camii’nde Mektubat okumalarına devam etti.
Bu süreçte porfiria, şeker, hipertansiyon başta olmak üzere hastalıkları dûçar oldu. Porfiria ve şeker hastalıklarının diyetleri zıt olduğundan bir yemeğe, biri izin verse diğeri vermiyordu bu hususta çok sıkıntı çekti. Son zamanlarında şeker hastalığından dolayı vücudunda yaralar çıkmıştı. Bu yüzden bazen sohbetlerinde rahatsızlandığı oluyordu. Ne kadar rahatsızlansa da asla kitap okumalarına ve sohbetlerine ara vermedi, her daim devam etti. Bayram Hoca tatili sevmez “Benim tatilim kitaplarımla olduğum zamandır” derdi. Oğlu Mahmud Öztürk bu hususta şöyle der: “Babamın hiç boş vakti olmazdı. Eğer vakit bulursa da kütüphaneden çıkar Sultanahmet’te kitapçıları gezerdi. Bir de sıla-i rahim yapar, akrabalarını ziyaret ederdi. Sakarya’da annesini, amcasını ziyaret eder, kalmadan gelirdi. Tatile gitmezdi. Bir kere ben 15-16 yaşlarındayken Armutlu’daki kaplıcalara gitmiştik, ayrıca Umre ve Hacca gitti. Onun ‘tatili’ kitap okumaktı. Namaz ve sohbet vakitleri dışında evde olduğu her vakti kütüphanede geçiriyordu. Çocukluğundan beri öyleymiş, hiç değişmedi. Namazı kıldırır gelir hemen kütüphaneye inerdi. Çalışmalarına devam ederdi.”
Bayram Hoca 3 Eylül 2006 Pazar sabahına kadar hiç kimseden çekinmeden hakikatleri söylüyordu. Bu sırada hem cemaate dışarıdan enjekte edilen münafıklar, hem de dışardaki Fener Rum Patriği ellerinden geldikçe hocaya saldırdı. Kimi kaba softa kol saati takmasının caiz olmadığını söylüyor, kimisi ise birtakım kasideler okuduğu için Bayram Hoca’yı bi’dat işlemekle suçluyordu. Herhalde bu tipler için söylenecek en güzel söz yine Bayram Hoca’nın şu sözüdür “Köpeğe cübbe sarık giydirsen de köpek yine aynı köpek.” Bayram Hoca bir yandan maddî sıkıntılar, bir yandan da fitneler, iftiralar ve tehditler üzerine gelmesine rağmen yılmadı, sohbetlerine hiç korkmadan devam etti. Bayram Hoca öldürülmekten, şehid olmaktan korkmuyor ve her zaman şöyle diyordu “Paranın zekatı, para vermektir, malın zekatı, mal vermektir, aşkın zekatı ve bedeli can vermektir, can!” Ve işte 3 Eylül Pazar sabahı aşkın bedelini ödemeye gitti İsmailağa Camii’ne... Sohbetini verdi, dua ederken yanına gelen Mustafa Erdal isimli bir şahıs tarafından tek hamlede kalbine saplanan bıçak ile şehid edildi. Bayram Ali Öztürk Hoca’nın şehid edildiği gün İsmailağa Camii’nde bulunanlar, o gün en ön safta hiç tanımadıkları simaların olduğunu, tüm uyarılara rağmen katilin orada linç edilerek öldürüldüğünü, Bayram Hoca’nın hastaneye yetiştirilmesine de arbede çıkarmak suretiyle bunların engel olduğunu belirtiyor. Ilımlı İslâm ve dinlerarası diyaloğu her fırsatta her yerden yere vuran Bayram Ali Öztürk Hoca’nın şehid edilmesi davasına bakan yargı mensuplarının neredeyse tamamının FETÖ’cü çıkması ise hâdisenin arkasında kimin bulunduğuna dair en önemli ipuçları verse de, 2016’da tekrar raftan indirilen dosyada bir gelişme kaydedilemedi. Hocanın katilleri ve katillerin ortaklarına gereken cezalar verilmedi.
Bayram Hoca aşkının bedelini canı pahasına vermişti. Peki aşkı olmayanlar, adamlığı kisvede arayanlar, Bayram Hoca’yı “bidatçı hoca” diye yaftalayanlar? Evet bu saydıklarımın hepsi Bayram Hoca şehid edildikten sonra dahi birtakım iğrençlikler yaparak, kinlerini iyice kustu. Fakat ortam durulduğunda birden en büyük Bayram Hoca’cı oldular. Yıllarca görmezden gelinen, üzerine düşülmeyen şeyi biz tekrar soralım... Bayram Hoca’yı kim şehid etti? Bayram Hoca, Fettoş'un ne mal olduğunu söylerken verirken kim rahatsız oldu? Bayram Hoca cinayetinin peşine niye düşülmedi? Bayram Hocam, hani şöyle demiştin ya, “Ben ölsem, hakkımı-hukukumu kim arayacak? Hiç kimse...”
O kadar haklıymışsın ki... Şehadetin mübarek olsun...
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun duasıyla, “Ya Muntakim Allah, bizi intikamına memur et!”
Baran Dergisi 712.Sayı