15 Temmuz’un ardından 3 sene geçti. FETÖ ile mücadelede aksama olduğu sıkça konuşulan bir mesele. Bu husustaki görüşünüz nedir?
Örgütsüz toplum, ağlayan insanlar topluluğudur. Eğer FETÖ ile mücadelede aksama, 15 Temmuz meşruiyetini korumada zafiyet varsa önce kendimize bakacağız.

1-STK kurmamış, davayı siyasetin eline bırakmışız.
2-Medya işini yapmamış.
O zaman millet işini yapacak. Bu milletin davasıdır, davamıza sahip çıkacağız. 15 Temmuz, devletin değil milletin sahip çıkacağı bir kavramdır, çünkü o akşam devlet yoktu, devletin içine yuvalanmış hainlerle millet sokakta doğrudan hesaplaştı. O zaman ne bu, “15 Temmuz sızlanmaları?” Sen, milletsin, en zor şartlarda bile hedefini bozmayacak, yürüyeceksin. 15 Temmuz’un sahibi devlet değil, millettir. Devletin tam 18 saat ortadan kaybolduğunu gördük, geri aldık toparladık, meşru yöneticilerine teslim ettik. 15 Temmuz’un daimi kalıcı meşruiyetini kimseye emanet etmedik, o doğrudan milletin uhdesindedir ve hainle hesaplaşma sürecektir. 15 Temmuz’u sıradan bir tarih sayfasına çevirmek isteyen emperyalist işbirlikçileri, çıkarcı medya mensupları, kripto siyasetçiler olabilir, geçiniz. Esas olan millettir ve milletin duruşudur. Tarihin her sayfasında hainleri ve korkakları görebilirsiniz, ama millet kalıcıdır.
 
Türkiye’de bu kadar hain nasıl türedi?
Tarih zeminli siyasi analizlerine önem verdiğim Prof. Dr. Çetin Yetkin, ülkesinin geçmişten bugüne ve yarına dönük yolculuğunu merak eden herkesin okuması gerektiğine inandığım, “Karşı Devrim, 1945-1950” başlıklı kitabında, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin, en yakın çalışma arkadaşının ihanetine uğradığını savunur. Yetkin’e göre, Şevket Süreyya Aydemir’in “İkinci Adam” olarak tanımladığı 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 12 Temmuz 1946 günü, ABD ile “İkili Askeri İşbirliği Anlaşmasını” imzalayıp, devamında NATO üyeliğinin yolunu açarak bir “karşı devrimi” gerçekleştirdi.

Bu analizi onaylıyorum. İsmet İnönü’nün “Stalin tehdidi” bahanesiyle imzaladığı anlaşmaların, zaman içinde Türkiye’yi “emperyalist vesayet rejimine” sürüklediği bir ABD-NATO mandası haline getirdiği bir gerçektir.

Mustafa Kemal, arkasında, üzerinde yabancı postalı olmayan bir ülke bırakmıştı, İnönü, onun ölümünden yalnız 8 yıl sonra, “halifenin topraklarını” Amerikan askerinin postalına açtı.

Ne demişti İsmet İnönü, 27 Ağustos 1919’da, Mustafa Kemal, Kuvvayı Milliye’yi Anadolu coğrafyasında toparlamaya çalışırken Erzurum’da bu mücadelenin merkezinde bulunan Kazım Karabekir’e yazdığı mektupta: “Eğer Anadolu’da halkın Amerikalıları tercih ettikleri zeminde Amerika milletine müracaat edilse pek ziyade faydası olacak deniliyor ki, ben de tamamıyla bu kanaatteyim. Bütün memleketi parçalamadan bir Amerika’nın murakebesine tevdi etmek, yaşayabilmek için yegane ehven çare gibidir.

Erzurum-Sivas Kongreleri, devamında Ankara’da açılan Meclis, İnönü gibi “Amerikan mandacılarını” hizaya sokmuş ve “tam bağımsız Türkiye” hedefini milletin önüne koymuştur.

Bu nedenle 12 Temmuz 1946, Türkiye’nin Amerikan emperyalizminin oltasına takıldığı bir andır. “Oltaya takılmış balık” benzetmesi ünlü Nelson A. Rockefeller’e aittir. Dönemin Amerikan Başkanı Eisenhower’a 1956’de yazdığı mektupta, Türk ekonomisine desteğin ülkede bağımsızlıkçı hareketi güçlendireceğini ifade etmiş ve “oltaya takılmış balığın yeme ihtiyacı yoktur” demişti.
 
Ülkemizde nüfuzu derinlere kadar inen bir oligarşi var; bu yalın bir gerçek. Peki, bu oligarşik yapıyla baştan aşağı hesaplaşmadan tam bağımsızlık söz konusu olabilir mi?
FETÖ, Amerikan emperyalizminin bu topraklarda kurumsallaştırdığı işbirlikçi yapılardan sadece biridir…

1960 Darbesi çerçevesinde devreye sokulmuş, kağıt üstünde “Kemalist”(!) aslında NATOTÜRK olan askeri vesayet GLADIO-A, bunun paralelinde yedeklenmiş, günü geldiğinde İslamcı(!) kimlikle ısıtılmak üzere bünyeye yerleştirilmiş FETÖ, GLADIO-B’dir. İlginçtir. İkisinin de kurucusu, İnönü’nün sağ kolu, CHP’nin efsane Genel Sekreteri Kasım Gülek’tir.

TÜSİAD’ın, bu ülkenin büyük sermaye gruplarının, dönemin merkez medyası olarak adlandırılan anlı-şanlı medya patronlarının, finans çevrelerinin her iki GLADIO ile birlikte hareket etmesi bir tesadüf müdür, hayır…

“Laiklik” sloganıyla milli iradenin GLADIO-A tarafından biçilmesine çanak tutanların, kendilerini Gezi Parkı’nda veya FETÖ kurmayları ile “ananas görüşmelerinde” göstermeleri de bir tesadüf değildir.

Yaşadığımız günler, Amerikan emperyalizminin kurumsallaşmış matruşkasıyla karşılaştığımızı gösteriyor.

GLADIO-A ve GLADIO-B etkisizleşirken, GLADIO-C’nin her yeri kuşatma hereketiyle karşılaşıyor, “küresel finans çevrelerinin desteğini almış olması” başarı (!) olarak gösterilen siyasilerin parti kurma çalışmalarına aynı güçlerin destek olduğunu izliyoruz.
 
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
15 Temmuz’a ilerleyen hafta sonu ve o gün, esas olarak, vatanın bağımsızlığı için toprağa düşmüş aziz şehitlerimizi bir kez daha rahmetle anarak, bayraklarımızı asarak, siyaset üstü bir duruşla emperyalizm ve işbirlikçilerine haykıracağız: Geçit Yok!..

Son söz: Amerikan emperyalizmi ve elbette uzantıları, bu topraklardan tam olarak temizlenmeden, ne FETÖ biter ne de yeni FETÖ’lerin önü kesilir.


Baran Dergisi 652. Sayı