Southern California Üniversitesi (USC), Filistin’e destek için düzenlenen öğrenci protestolarına yönelik sert güvenlik önlemleri ve yaptırımlarla ulusal çapta dikkat çekiyor. Geçtiğimiz baharda İsrail’in Gazze’ye yönelik katliamına karşı USC kampüsünde bir araya gelen öğrenciler ve öğretim üyeleri, protesto kampı kurarak İsrail'in Filistin halkına yönelik soykırımını kınadı. Ancak, bu eylemler, Los Angeles Polis Departmanı'nın (LAPD) ağır silahlarla müdahale etmesi ve 93 öğrencinin tutuklanmasıyla sona erdi. Üniversite yönetimi ise öğrencilere ve öğretim üyelerine yönelik akademik ve “medeni” yaptırımlar uygulanacağını bildirdi.

USC Başkanı Carol Folt, olayların ardından durumu yatıştırmak istediklerini belirttiği ve kampı ziyaret etmediğini ve bunu yapmadığı için pişmanlık duyduğunu ifade ettiği halde üniversite yönetimi protestolar sonrası daha sert güvenlik önlemleri aldı. Kampüs etrafında metal bariyerler, kimlik tarama noktaları ve çanta kontrolleri uygulandı. Yeni kayıt olan öğrenciler bu sıkı güvenlik önlemleri altında okula giriş yaparken, USC yetkilileri bu tedbirleri birer "kolaylık" olarak sundu.

Üniversite yönetimi, protestolara katılan öğrenciler ve öğretim üyeleri üzerinde baskıyı artırdı. Öğrencilere disiplin mektupları gönderildi ve herhangi bir yaptırımın kaldırılması için pişmanlıklarını ifade eden "düşünce yazıları" yazmaları istendi. Öğrencilerin eylemlerinin diğer üniversite topluluğu üyelerini nasıl etkilediğini değerlendirmeleri ve gelecekte nasıl farklı kararlar alacaklarını açıklamaları talep edildi. Bu uygulamalar, kampüsteki özgür ifade ortamını daha da kısıtlayan baskıcı önlemler olarak nitelendirildi.

USC, yalnızca kendi kampüsünde değil, ülke genelindeki üniversitelerde de ifade özgürlüğü konusundaki tartışmaların merkezine oturdu. San Francisco Eyalet Üniversitesi gibi bazı okullar, silah üreticilerinden kazanç sağlayan şirketlerden çekilmeye karar vererek protestocuların taleplerine kulak verdi. Ancak çoğu üniversite, tıpkı USC gibi, protestolara karşı sert önlemler almayı tercih etti. Örneğin, George Washington Üniversitesi, Filistin için Adalet Öğrencileri ve Barış İçin Yahudi Sesi gruplarını askıya aldı. Columbia Üniversitesi, kampüs erişimini sınırlamak için renk kodlu bir sistem kullanmaya başladı.

USC, bu baskıcı uygulamalarıyla ifade özgürlüğü konusunda ciddi eleştiriler alıyor. Bireysel Haklar ve İfade Vakfı tarafından yapılan bir araştırmada, USC 251 üniversite arasında 245. sırada yer aldı ve "çok kötü" bir derece aldı. Bu sıralamada, New York Üniversitesi ve Columbia gibi prestijli üniversiteler de “berbat” olarak nitelendirildi.

Kendilerine içki almayan çobanı dövdüler! Kendilerine içki almayan çobanı dövdüler!

Güvenlik önlemlerinin bu kadar artması, kampüsün bir "güvenlik kalesi" haline gelmesine yol açtı. Her gün kampüse giriş yapan öğrenciler, kendilerini havaalanındaymış gibi hissettiren yoğun güvenlik kontrolleri altında hareket ediyorlar. Güvenlik önlemlerinin yanı sıra, USC'nin çevresindeki Güney Los Angeles topluluğuna yönelik mesajlar da olumsuz. Kampüsün topluma açık olduğu eski günlere kıyasla, "karşılama çadırları" ve ek güvenlik taramaları misafirlerin üniversiteyi ziyaret etmesini zorlaştırıyor.

USC'deki bu militarize güvenlik ortamı, özellikle renkli öğrenciler üzerinde daha da büyük bir baskı oluşturuyor. Zaten büyük oranda beyaz öğrencilerden oluşan bir üniversitede kendilerini marjinalleşmiş hisseden bu öğrenciler, şimdi güvenlik kontrolleriyle daha fazla dışlanmış durumda. Öğrenci León Prieto, USC'yi artık aynı şekilde görmediğini ve kendini bu kampüse ait hissetmediğini söyledi.

Geçmişte de skandallarla anılan USC, son yıllarda hem öğrenci hem de öğretim üyeleri açısından zor günler geçirdi. Tıp fakültesi dekanının gençlerle uyuşturucu kullanması ve bir öğrencinin aşırı doz alması, USC'li yüzlerce kadına yönelik cinsel taciz suçlamaları ve üniversitenin "Varsity Blues" dolandırıcılık skandalı gibi olaylar, USC'nin itibarını zedeledi. Ancak son beş ayda yaşanan protesto baskıları, birçok öğrenci ve öğretim üyesi için en utanç verici olaylar halini aldı.

Eleştirmen Naomi Klein’in "Şok Doktrini" kitabında belirttiği gibi, kriz anlarında hızlı ve geri dönülmez değişiklikler uygulanır. USC'nin kampüsünün bir güvenlik laboratuvarına dönüşmesi, bu doktrinin bir mikrokozmosu olarak değerlendiriliyor. USC'nin baskıcı güvenlik politikaları, diğer üniversite başkanları tarafından yakından izleniyor ve bu tür uygulamaların yaygınlaşma olasılığı tartışılıyor.

USC’nin güvenlik politikalarının başındaki isim olan Erroll Southers, "Evde Yetişen Şiddetli Aşırılık" adlı kitabın yazarı ve USC’nin İç Güvenlik Merkezi için hazırladığı bir raporda, Müslümanları mağdur edilmiş olarak algılayan öğrencilerin ve İsrail’in Filistin’deki eylemlerine karşı çıkanların potansiyel tehdit olarak görüldüğünü belirtiyor.

Sonuç olarak, USC’nin kampüsünde artan baskıcı önlemler ve güvenlik politikaları, öğrenciler ve öğretim üyeleri tarafından yoğun eleştirilere maruz kalıyor. Üniversite yönetiminin, bu sert yaptırımları geri çekerek kampüste ifade özgürlüğünü ve akademik araştırma ortamını yeniden tesis etmesi gerektiği vurgulanıyor. Aksi takdirde, üniversiteler baskıcı alanlara dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.

Al Jazeera