4 Şubat Şeyh Şâmil’in şehadetinin sene-i devriyesiydi… Bu vesileyle bir yazı kaleme almak istedim…
Şeyh Şâmil, Dağıstan’ın Gimri köyünde dünyaya geldi. Babası Avarlar’dan M……., annesi Avar beylerinden Pîr Budak’ın kızı Bahu Mesedu... Şeyh Şâmil’e dedesinin ismi olan Ali ismi verildi. Ancak sürekli hasta olduğundan adı Şâmil olarak değiştirildi. Zira o bölgede devamlı hasta olan küçük çocukların isimlerinin değiştirilmesi adettendi. On beş yaşında iken at binip kılıç kuşandı. Yirmi yaşına geldiğinde ise boyu iki metreyi aşkın gözü pek yumruğu sert bir mücahid oldu. Şeyh Şâmil ilk eğitimini dayısından aldı. Ardından arkadaşı Molla ile birlikte Harakinili Said ve ileride kayınpederi olacak olan Nakşibendî şeyhi Cemâleddin Gazi-Kumukî’den dinî ilimleri tahsil etti… Yirmi yaşlarında icazet aldı. Bu sırada memleketi Dağıstan’da Ruslara karşı cihad eden Gazavât hareketi lideri İmam Mansur esir düşmüş ve esir düştüğü yerde vefat etmişti. Nakşibendî-Hâlidî şeyhi İsmâil Şirvânî’ye intisap ederek hilâfet aldıktan sonra 1823’te Dağıstan’a dönen Şeyh Şâmil’in arkadaşı Molla 1829’da Gazavât hareketinin liderliğine seçildi. Şeyh Şâmil de arkadaşının en önemli yardımcılarından oldu.
Ruslar 20 Kasım 1932’de Şeyh Şâmil ve arkadaşı Molla’nın köyü olan Gimri köyüne baskın düzenledi. Molla, Şeyh Şâmil’in yanıbaşında şehid düştü. Şeyh Şâmil bu olaydan o kadar müteessir oldu ki, intikam ateşi ile doldu… Tek başına koca Rus ordusunun arasına daldı ve düşman süngüsü ile göğsü delinene kadar birçok Rus’u cehenneme yolladı. Göğsü delinerek bayılan Şeyh Şâmil köyün müezzini tarafından ağır yaralı halde bulundu ve Dağıstan’ın en meşhur hekimi olan Cerrah Abdulaziz Efendiye götürüldü. Şeyh Şâmil yirmi beş gün baygın yattıktan sonra uyanmış ve uyandıktan sonra yanı başındaki annesine “Namaz vakti geçti mı?” diye sormuş.
Şeyh Şâmil uyandığında Gazavât hareketi lidersiz Müslümanlar başsız idi. Molla şehid olmadan evvel Şeyh Şâmile şöyle demişti: “Ey Şâmil, artık bana yolculuk göründü. Benden sonra Hamzat imamlığı eline alacaktır. Pek az muammer olacak, Kafkasya’nın mukadderatına senelerce sen hükmedeceksin, yıldızın uzun seneler bu dağlarda güneş gibi parlayacak, namın dünyaları tutacak, çarlara boyun eğmeyecek, çar ordularına kan kusturacaksın. Gimri’yi bugün bırakıp gitsen bile yine kurtarır, benim mezarımı düşman ayakları altında bırakmazsın inşaallah.” Şeyh Şâmil en yakın arkadaşının bu sözlerini halkına duyurdu. Ve Gazavât hareketinin başına Hamzat Beg getirildi. İki sene sonra Hamzat Beg de bir suikast sonucu camide şehid edildi. Bu olaydan sonra bölgedeki ulema toplanarak Şeyh Şâmil’i kendilerine İmam seçti. Şeyh Şâmil, bu liderliği ilk başlarda kabul etmese de, ulemanın ısrarı sonucu razı geldi. Şeyh Şâmil, Dağıstan’da Müslümanların birliğini güçlendirmeye çalıştı. Çeçenistan’da yeni bir güç haline gelen Hacı Taşov ve Kibid M……. ile bir anlaşma yaparak Dağıstan ve Çeçenistan’da birliği sağlamlaştırdı. Bunun üzerine Ruslar, Şâmil’in otoritesini kırmak ve halkı ikna etmek amacıyla Rus hükümetine sadık Müslüman bir din âlimi olan Kazanlı Tâceddin Efendi’yi bölgeye gönderdiler. Fakat halk onun bölgeye gelmesini istemedi. Bu başarısız girişimin ardından Ruslar, Şâmil’i ortadan kaldırmak için Çeçenistan ve Dağıstan’a askerî bir harekât yapmaya karar verdiler. İmam Şâmil’in liderliğindeki Kuzey Kafkasyalılar Rus ordularına kan kusturmaya başladı. Kafkas dağları Rus ordularına mezar oldu. Ahulgol ve Surhay kuşatmasında İmam Şâmil’in kumandası altında yapılan mükemmel müdafaa düşmana çok ağır kayıp verdirdi.
Çar I. Nikola askerî kuvvetle yenemediği Şâmil’i hile ile yenmeyi denedi. Generalleriyle, Şâmil’e bir mektup göndererek makam mevki vaat etti… Çar’ın alçakça teklifine müthiş hiddetlenen Şeyh Şâmil elçilere, “General, senin yerinde eğer şu anda Çar’ın kendisi karşımda bulunmuş olsa ve bu sefil teklifleri bana bizzat yapsaydı ona ilk ve son cevabımı, şu kırbacım verirdi. Söyle ona başında bulunduğum bu kahramanlar topluluğunun kalplerinde kökleşen bu eşsiz zafer imanı kökünden kazınmadıkça ve en genç muhariplerimden en ihtiyar naiplerime kadar tek kurşunları ve tek kolları kalıncaya kadar bu mübarek vatanı son dağına, son köyüne ve en son kaya parçasına kadar karış karış müdafaa etmekten beni hiçbir kuvvet alıkoymayacaktır. Bu uğurda bütün evlât ve ayalimi kılıçtan geçirseniz, son zürriyetimi kurutsanız, en son müridimi yok etseniz, tek başıma ve son nefesime kadar yine dövüşeceğim. Son cevabım budur General!.. Ben Çar Nikola’yı tanımıyorum…”
Şâmil’in bu cevabı Nikola’ya ulaştırıldığında, Çar, Kafkasya’nın bu yiğit akıncısına teklifini General Feze vasıtasıyla tekrarladı.
İmam Şâmil’in General Feze’ye cevabı ise şöyle olmuştur:
“Ben Kafkasya’nın hürriyeti için silaha sarılan muhariplerin en hakiri Şâmil, Allah’ın himayesini Çarların efendiliğine feda etmemeğe ahdeden, özü, sözü doğru bir Müslümanım. Çar Birinci Nikola’yı tanımadığımı, onun iradesinin bu sarp dağlarda sökmeyeceğini General Klug’a anlayabileceği bir dilden tekrar tekrar söylemiştim. Sanki bu sözler taşa söylenmiş gibi, Çar ile görüşmek üzere beni hâlâ Tiflis’e davet edip duruyorsunuz. Bu davete asla icabet etmeyeceğimi şu mektubumla son defa size bildiriyorum. Bu yüzden fâni vücudumun parça parça kıyılacağını ve sırtımı verdiğim şu vatan topraklarında taş üstünde taş bırakılmayacağını bilsem bu kat’î kararımı asla değiştirmeyeceğim. Cevabım işte bundan ibarettir. Nikola’ya ve kölelerine böylece malum ola.”
Şâmil’in 28 Eylül 1837 tarihini taşıyan bu mektubundan sonra müthiş muharebeler başladı. İman sırrından gafil olan Çar, Şâmil’in bu cevapları karşısında adeta küplere bindi.
Çar Kafkasya’ya modern silah ve bol cephane ile donatılmış üç ordu gönderdi... 1838 ve 1839 yıllarında Şâmil’in liderliğindeki Kafkasyalılarla, Ruslar arasında müthiş muharebeler cereyan etti.
Şâmil bütün Kuzey Kafkasya’yı dolaşarak, camilerde, meydanlarda halkı cihada davet etti. Yiğit insanlar bu davete büyük bir iştiyakla koştu. 1839 senesinde Şâmil’in kumandasında on bin akıncı bulunmaktaydı. Bu akıncı ordusu hiç umulmadık anlarda Rus ordularının tepesine yıldırım gibi indi. 30 Mayıs 1839’da General Grabe kumandasındaki Ruslarla, Şâmil’in kumandasındaki Kafkasyalılar arasında müthiş muharebe oldu. Şâmil’in kuvveti beş bin kişi, Ruslar otuz bin kişiydi; Silah ve teçhizat durumu ise kıyas kabul edilmeyecek derecede Rusların lehineydi.
Şâmil kuvvetleriyle birlikte ustalıkla rica etti ve Ahulgoh kalesine girdi.
Rus orduları kaleyi muhasara etmiş ve bu muhasara aylarca devam etmişti. Kalede yiyecek ve içecek tükenmiş, askeri teçhizat bitmişti. Şeyh Şâmil Rusların teklifi üzerine, ahalinin canlarına dokunulmayarak kaleden serbestçe çıkıp gitmelerine karşılık oğlu Cemaleddin’i rehin verdi. Oğlunu İslâm için feda etti... Fakat Cemaleddin’i alan Ruslar sözlerine ihanet etti ve kaleyi daha sıkı bir ateş altına aldı. Bu ateş esnasında zevcesi ile iki yaşındaki yavrusu Mehmed Said şehit verdi Şeyh Şâmil. 28 Ağustos 1839’da kaleye hücum eden Rus askerleriyle boğaz boğaza bir mücadeleye girildi. Şâmil ve askerleri son bir gayretle vuruşmaya devam etti. Kalede bulunan kadınlar düşmanın eline geçmektense namuslarını korumak adına ölmeyi tercih ederek kendilerini uçuruma attı. Kalede taş üstünde taş baş üstünde baş kalmadı. Şeyh Şâmil ve sekiz yaşındaki oğlu Gazi ağır yaralıydı. Manzarayı biraz olsun hayal ederseniz, ne denli feci bir hadise olduğunu ruhunuzda hissedersiniz. Hayal edin ve hissedin. Şeyh Şâmil son kalan askerlerine geri çekilmelerini emretti. Kendisi de oğlunu sırtına alarak düşman arasından sıyrıldı. Dimdik dağlara tırmandı ve geri çekilmeye muvaffak oldu. Ruslar Kale içinde Şeyh Şâmil’in bedenini ararken, Rus generale bir mektup geldi… Mektubu getiren bir çoban, mektubu gönderen ise Rusların kalede aradıkları Şeyh Şâmil’dir. Ruslar, şehitler arasında Şâmil’i ararken, o bir çoban vasıtasıyla Rus generale şu mektubu göndermişti;
“General, Çar’ına haber ver ki, Kafkasya’nın bağrında daha binlerce Ahulgoh var, on binlerce surlar ve yiğitler başlarını Rablerine kaldırıp eceline susayanları bekliyor. Silahlarınızın vücudumda açtığı üç yarayı şifalı Dağıstan otlarından kendi ellerimle yaptığım ilaçlarla şimdiden iyi ettim ve harbe hazırlandım. Kalbimde açtığınız evlât, ayal ve hemşireme ait dört yaranın hiç hükmü yoktur. Geri kalan evlât ve ayalimi de şimdiden vatan ve Cenâb-ı Allah’a kurban adadım. Size ve Çar’ınıza her şeyi bol bol vereceğiz. Fakat vatanın hürriyet ve şerefini asla!.. Ahulgoh’ta aldığınız kanlı ders kâfi gelmediyse, zengin Çar’ınızın ordularını ve hazinelerini ortaya dökerek tekrar geliniz. Askerlik şerefini lekelediniz… Ormanlarımızı kundaklayınız, ekinlerimizi yakınız, meyve ağaçlarımızı, bahçelerimizi kavurunuz. Bütün bunlar Kafkasya’nın ezelî hürriyet ve istiklâl aşkını körüklemekten başka hiçbir şeye yaramayacaktır. Çarlar ölecektir, Petrolarınız ve Katerinalarnız gibi Nikola da gözleri arkasında gidecektir. Fakat Kafkasya mutlaka kurtulacak, hür ve mesut olacaktır. Allah, Hak ve vatan uğrunda çarpışanların yardımcısı olsun.”
Ahulgoh’un düşmesinden sonra Şâmil dağ bayır dolaşarak yeniden ordu kurdu. 1840’tan itibaren teşkilatlı bir ordu kurmaya muvaffak olur. 6 bin kişilik ordunun 2 bin 500’ü piyade, 3 bini süvari, 5 yüzü de muhafız kıtası idi. Bu orduda sadece 12 top bulunmaktaydı.
Karargâhını Dargo’ya kuran Şâmil, orduyu Ahverdil M…… Şuayip Molla, Hacı Murat ve Tilitli Murtaza Ali kumandalarında dörde taksim etti. Şâmil’in ordusu, sayıları 50 binden fazla ve topçu kuvveti bakımından da yirmi misli fazla olan Rus ordusuna karşı muharebeler yapmaya başladı. Şâmil imanı ve inancı ile Rusları perişan etmeye başladı. 1843’teki Birinci Dargo muharebesinde Rus ordusu perişan edildi, çok sayıda esir ve büyük miktarda cephane alındı. Çar Nikola’nın hazırlattığı dört ordu da peşpeşe bozguna uğratıldı. Şâmil’in kumandasındaki Kafkasyalılar destanlar yazdı. 30 Ağustos 1843 günü yapılan ani hücumla Unsokul kalesi, 3 Eylül 1843’te de Satanah kalesi ele geçirildi.
Bundan sonra zaferler birbirini takip etti. 9 Kasım 1843’te Gergebil Ruslardan geri alındı. Hossat zapt edildi. 1 Ağustos 1845’te Dargo’yu saran Rus orduları mağlup oldu ve büyük miktarda cephane bırakarak kaçtı. Ruslar bu yenilgiden sonra intikam için Çeçenistan ormanlarını yaktı. Kafkasya halkı bu adi saldırılardan çok muzdaribtir ve Rusya ile bir anlaşma yapmak isterler fakat Şeyh Şâmil’in düşman ile anlaşanın cezası ölüm, anlaşmak için teklif getirenin ise yüz sopadır diye emri vardı. Bu emirden dolayı kimse buna cesaret edemedi. Bundan dolayı Ruslar ile anlaşmak isteyen halk Şeyh Şâmil’in annesine rica ederek aracı etti. Annesi Şeyh Şâmile halkın bu ricasını iletti, Şeyh Şâmil bu hadiseye çok üzüldü. Cihadı, canından her şeyinden ileri gören Şeyh Şâmil annesine bu isteğinden dolayı yüz sopa cezası verdi. Bu hükmü işiten ananın cevabı şöyle oldu: “Oğul, Allah’ın adaletini yerine getirmeden bir lahza geri durursan sana verdiğim sütü helâl etmem.”
Şeyh Şâmil bu cezanın uygulanmasını istedi. Ve hüküm icra edildi. “Mukaddes dâva uğruna, bin ana ve bin Şâmil feda olsun” diyen İmam Şâmil, anasına ait küçük bir ihmal ve gafletin cezasını bizzat kendisi tekeffül etti ve ödedi.
Kendi imkânlarıyla Ruslarla mücadele eden ve onları perişan eden Şeyh Şâmil kesin bir netice alınması için Halife-i Müsliminden yardım istedi. 1853’te Muhammed Emin isimli kumandanını Sultan Abdülmecid’e gönderdi. O yıllarda Osmanlı Devleti İngiltere ve Fransa ile ittifak ederek Rusya’ya sefer yapma hazırlığı içerisinde. Şâmil’e göre, Rusya’ya öldürücü darbe Kırım’dan değil, Kafkasya’dan vurulabilirdi. Kafkasya çok zengin bir ülkeydi ve Rusya ile Osmanlı Devleti arasında aşılmaz bir set olabilirdi. Kafkasya’da çeyrek asırdır Şeyh Şâmil’in liderliğinde verilen mücadelede, sayısı gittikçe artarak 200 yüz bine ulaşan askerleriyle Rus ordusu bozguna uğratılmıştır. Osmanlı ordusunun yardım ve desteğiyle Ruslara öldürücü darbe vurulabilecekti. Sultan Abdülmecid, İmam Şâmil’in kumandanını büyük bir alaka ile karşılamış ve derhal İmam Şâmil’e yardım gönderilmesini emretmiştir. Bu maksatla büyük bir donanma Kafkasya’yı kurtarmak üzere ağzına kadar silah ve cephane dolu olarak yola çıkarılmıştır. Ne var ki, zengin belde Kafkasya’ya Osmanlı nüfuzunun girmesini istemeyen müttefik ülkeler, Kafkasya’ya giden yardım gemilerini çevirerek, malzemeleri Sivastopol’e yığmışlardır. Böylece Kafkasya’nın istiklal ümidi kaybolmuştur. Şeyh Şâmil’e yardım gelmeyeceğini anlayan Çar Rus ordusunu her seferinde yenilgiye uğratan Şâmil’e tüm gücü ile saldırmaya karar verdi. Meseleyi halletmek için büyük askerî birlik hazırladı. Bu birliklerin sayısı bütün Dağıstan nüfusundan fazlaydı.
İmam Şâmil bir avuç kahramanla, gözü dönmüş Rus sürülerine karşı kahramanca çarpıştı. Ne var ki, düşman kırmakla tükenmiyordu. Yüzlerce topu vardı. Büyük cephaneleri vardı ve silahlar devamlı ölüm kusuyordu. Son çarpışmada Şâmil’in askerleri eriye eriye yüz kişi kalmıştı. Kadın ve çocuklar vardı. Durumun vahametini gören Şâmil, kadın ve çocuklara ve yerli ahaliye dokunulmamak şartı ile teslim oldu.
Kafkas Kartalı 6 Eylül 1859’da esir alınmıştır. Kırk kişilik maiyyetiyle birlikte Petersburg’a götürülmüştür. On sene Rusya’da esir kalan Şâmil, Çar’dan İstanbul’a gönderilmesini istemiştir. Bu isteğin kabul edilmesinden sonra İmam Şâmil 1870’te İstanbul’a geldi. Büyük bir kalabalık bu şanlı mücahidi büyük bir coşkunlukla karşıladı. İstanbul bir bayram günü yaşamıştır...
Büyük kahramanı bizzat Sultan Abdülaziz karşılamış ve onu büyük bir muhabbetle bağrına basmıştır. Sultan Abdülaziz sevincini şöyle ifade etmektedir: “Babam sultan Mahmut mezarından çıksa idi ancak bu kadar sevinç ve heyecan duyabilirdim.”
İmam Şâmil son günlerini mübarek beldelerde, yüce Nebi’nin (a.s.m.) makberinin bulunduğu Medine’de geçirmek istedi.
Rusya’dan ayrılırken geri dönmesi şart koşulmuş ve bunun için oğlu Şefiî rehin alındı.
Sultan Abdülaziz, İmam Şâmil’in son günlerini mübarek beldelerde geçirmesine müsaade edilmesi için Rus Çarı’na aracılıkta bulundu ve bu talep kabul edildi. İmam Şâmil mübarek beldelere gitti ve haccını ifa etti. Hac esnasında dünyanın dört bir yanından gelen hacılar nâmını işittikleri bu şanlı mücahidi görmek, elini öpüp, duasını almak istedi, lâkin ister istemez izdiham meydana geldi. Bu duruma çare olmak üzere idareciler Şeyh Şâmil’i Kabe’nin damına çıkarırdı. Bir müddet orada duran bu şanlı mücahidi hacılar doyasıya seyretti.
Büyük bir izzet ve ikramla ağırlanan İmam Şâmil 17 Şubat 1871’de Medine-i Münevvere’de ruhunu Rahman’a teslim etti.
İmam Şâmil’in cenazesi Peygamber Efendimizin (a.s.m.) zevcelerinin ve pek çok sahabenin de meftun bulundukları kabristana Cennetü’l-Bakiye defnedildi, büyük nimetlere mazhar oldu. Şeyh Şâmil akıncı ruhunun Kafkasya’da bir güneş gibi parıldatan bir yüce insandı. Allah için yaşadı Allah için ömrünü cihada verdi, onun mübarek vücudunu yıkayan gassal şöyle demiştir: “Şeyh Şâmil'i yıkarken üzerinde 125 tane kılıç yarası saydım.”
Ey Akıncı Şeyh Şâmil ruhun şad olsun…
Baran Dergisi 735.Sayı