MATLA’ Beyit: Fırka-i erbab-ı dilden zümre-i zühhâda dek / Hep esirindir beğim hattâ dil-i nâ-şâde dek —(Nedim)… Zühhad: Zâhidler, sofiler… Esir: Tâbi. Heba… Na-şâd: Şâd olmayan hatt, nefs.

*

MİRİM-(Mir, ulu kişi, şerif): 300: FİKR… ESİR-Yapıp etmek, yapmak. (Âlemin aslı olan fiiller ve işler, bir sıfatı da FA’AL olan Allah’ın fiillerinin gölgesidir. Eser, fiilin infialinden meydana gelir; aksetmesinden… FAAL: Kerem. İhsan… Fi’l: Fiil. Fer’. Kusut, bir şeyi kısımlara ayırmak. Amel. Işık. Bir aslın neticesi. Külsüm, gülsüm, yuvarlak yüzlü. Pîl… Pîl: Ökçe, topuk. Akib, ahir, sonra. Etek. Demir, kan, yapışan, kavrayan… Pil: Fil. Hayvan, canlı. Ayak, kaide… Pile: İpek böceği kozası. “Büyük adam kozası”… Pil: Kullanıma geçmeye hazır durgun kimyevî enerji kutusu ki, mecazî olarak hâl olmaya hazır istidadımız kuvvesidir… Müessesenin, yapı’nın çiti olması gibi, Allah’ın El-Ahir isminden tecelli “heba”, su geçirmez naylon misâli fikrin eşya ve hâdiseler üzerine pıhtılaşması olan aksiyonun alt durum zemini esirî maddenin nüfuz edici kuşatanıdır; heba, “şekil veren, ama kendi o şekil olmayan” olarak, vasfı bu, bir boşluktur… Bir vasfı da bu olan boşluk; o eserleriyle ve eserleri üzerindeki tesiriyle bilinen, maddeyi avucuna alan, ama madde olmayan fa’al’in fiilidir… İnsan, hem içyüzden, hem dış yüzden kuşatılan olmakla, merkez o, kendini kuşatanlarda, “Hakk’ın Hak üzerine kaimliği” hakikatine ermeye memur; Allah’ın Halifesi olma mânâsıyla, HATT olmaya… Allah’ın kudret ve saltanatının tecelli ettiği ARŞ, kâinatı kaplar; Allah’ın kudret ve ilmi de herşeyi… Tecelli, tecelli edenin gölgesidir; Kürsî de Arş altı bir sema tabakası olarak onun, bu bakımdan HATTÂ, bir makamdır… Şükredilecek şeyleri yaratan Allah’ın bunu şuurla kabul eden kullarına mahsus ABDÜLHAKÎM Koltuğu, “Kürsî” makamı… Romence’de, Chiar lâfzı, “hattâ” demek; İngilizce’de de, Chair, “sandalye”… Sandalyenin yanlarındaki kol dayayacak yerleri ile “armchair-koltuk” lâfzı, o kollarla kuşatan mânâsına geliyor; daha doğrusu, “hattâ”yı kuşatan… HATTÂ: Harf-i atıftır, gaye bildirir. Ve, “fazla olarak, hem de” mânâlarına gelir. Meselâ, birşeyi işaret ederken pekiştirici olarak, “yanımda filân vardı, hattâ falan da vardı” dememiz gibi. Atıf: Bağlama. Bağ. Ekleme. Meyletme. Şefkat. Sevgi. Eğilme. İkiye bükme, iki kat etme. Geriye döndürme. Geri çevirme. Bir kimsenin üzerine tekrar hamle etme… Esirre: Taht. Kürsî… Esire: Seçkin, güzide. İlm bakiyyesi, artık, fazladan): 301: RASİM-Musavvir. Suret çizen, yazan. Akarsu. “Nehir, ruh. Nahir, kurbanlık. Bedene, kurbanlık nefs, Allah için nefs tezkiyesine mânâsına bütün varlığıyla O’na yapışık bir O’ndan olma”. (Musavvir, Allah’ın 99 güzel isminden biridir!)… SEMAR-Duru süt. “İlim sureti”: 301: SAMİR-Gece toplantıları. (Semar: Meyve, mi’ve, kıl… Semre: Sakız ağacı… Alak: Sakız. Yapışmak. Kan. “Bir keyfiyetin bol bulunduğu şey, mahâl, maden”… Külle yapışan cüz, ondan hisse, ayn-ıdır… Romence bir kelime, İngilizce de, “vest”: Batı. Yelek. Bildirme… Şimdi: “İslâm Tasavvufu ile Batı Tefekkürü arasında kanatlarını açan İBDA” derken, BATI lâfzını yön olarak ve fikirde İslâm dışı bir hesaba çekilmesi gereken diye sayısız defalar belirttik. Bunun yanında BATI, yön değil, güneşin batması ve karanlık bir keyfiyet hasebiyle idrakın yosunlaştığı, pıhtılaştığı, yâni doğrudan doğruya fikrin niteliğidir, nur tab’ıdır, “nur-battır”. Her şey gibi, aslı, esası, özü Berzah’ta. İslâm Tasavvufu’na nisbetle bu mânâda BATI, “siyah”, idrakın “zann” mahiyeti bakımından, bizzat kendi ve ihtimâller dünyası üzerine düşüncedir ki, idrakın aczinin idrakını “hadd-i zât”ında müşahedeyle hayrete yol açandır; farkındalığı ziyadeleştiren… Hatt: Bir şeyi yukarıdan aşağıya indirmek. Yolmak. Koparmak. Çekmek… Romence bir kelime, Drum: Hatt… Malûm, HATTÂ, “Kürsî, Abdülhakîm Koltuğu, makam, hâl”… Romence, hala: Pazar yeri, yeşilliğin toptan satıldığı hal yeri… Hatırda has rüyâ: “Pazar yerinde, zayıfça 40 yaşlarında bir adam ve kucağında 2-3 yaşlarında bir çocuk; aaa! Bu Şah-ı Nakşibend Hazretleri diye hayrete düşüyorum!”… Mütalâanın, farkındalığı ne kadar zenginleştirdiğini herhâlde görüyorsunuz. Şimdi, kimbilir kaç defa tekrarladığım iki Yevmiyem… Birincisi, Üstadım’ın kendi ve ben hakkında: “Kıvamı bozmayacaksın. Öyle derinlere dalıyorsun ki, kanatların yanabilir. Ben indim, hattâ fazlaca indim!”… Üstadım, Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri hakkında: “Onda harikanın nasıl teşekkül ettiğini gördüm. Hela’ya gitmeyecek midir? Bu edebin içinde bu kadar!”… Tek tek kelimeleri yazmaksızın, helâ’nın iştikakları: Hades, yâni sonradan olma mânâsına İNSAN’ın kendinden, merkezde o olmasına nazaran, madde ve mânâ hâlinde değer ölçüsüyle ulvî ve süflî herşey, tecelli, oluş yanında, düne nazaran şimdi, ânın şimdi mânâsı, “hâl-i siyah” denilen “yüzdeki nokta, ben”, boşluk, hâliyle kuşatan vesaire… Dünya, aslı bâtında İslâm ahlâkına nisbetle, bir insanın bunu gerçekleştirmesine mahsus bir alış-veriş yeridir… “Gedikli Başçavuş”: Kıdemli Başçavuş… Gedik lâfzını ve mânâsını, alışkanlıkla kullanılırken fikirde irtibat kuramama bakımından, böyle bir hatırlatıcı ile gösterdim… FARZ: Allah’ın emir ve yasaklarını, mübah ve mekruhlarını, yapılması mizaca kalmış işlerin toplam merkezi. “Gedik açmak”, farz lâfzında bir mânâ; delik açmak… HE harfi, Allah’ın Peygamber ve elçi gönderen BAİS ismine ve LEVH-İ MAHFUZ’a [mertebesine] işaret eder; ayrıca Allah lâfzı’na işareten nefes ve zikir harfi… Merkez’de HATT ve çevrede bu kuşatan, kuşatanın bu vasfı, başta Allah Sevgilisi, Peygamberler kuşağı, Sahabîler, tâbiler ve veliler, giderek hissesince bütün müslümanlarda, zuhur etmiş veya gizlice kalmış bir mânâ… Romence bir kelime Hat: Dizgin… Rikab: Dizgin. Bir büyüğün önü ve huzuru… Allah’ın mutlak hâkimiyetinde Berzah âlemi ki, Allah’ın isim ve sıfatlarıyla tecelli yeri; Allah’ın sıfatlarıyla sıfatlananların bulunduğu bu kalb mertebesinde, bilgi ve “hadd-i zât”ı beraber. Allah’ın Emr Âlemi’ne girmeyen işler de, Halk âlemi işlerinden. Emr Âlemi, Berzah, Bâtın âlemi, Halk âleminin varlığı için bir zaruret olduğuna göre, “dizgin”den kasıt da belirtilmiş oluyor… Berzah Âlemi’nde hem Allah’ın isimleriyle tecellisi HAKK, hem de “iyi-doğru-güzel”le vasıflanarak O’na yapışmış kulun Hakkı’na bakıp da, bu “halita-karışımı”, Allah ile kulun karışması mânâsında anlamamak lâzımdır: Nasıl ki Nur, kulda mecazî mânâda, Allah Allah’tır, kul da kuldur. Nasıl ki “ezel ve ebed”, Allah’ın Evvel ve Ahir isimleri ile bir değildir… Bu izâh, her insanda kuşatan ve merkez ayrı, kemâl mertebesinde de Allah ile Kâmil kulları olarak bilinir. Nasıl ki, her kemâl, erilişinde Allah Sevgilisi’nde bulunan diye bilinir; öyle!)… MİRAN-Beyler. (Nedim’in Matla’ Beyti’ndeki “Beğim” lâfzının, “baş, şerif, seyyid” mânâsı çerçevesinde ne kadar geniş bir anlamı olduğu ortaya çıkmıştır!): 301: UHZ-Göz ağrısı. (Üstadım’ı hatırlayınız… Ve “ahz”: “Al” emri. Büyükler tarafından kabul edilişim)… KAR’-Okumak. Cem etmek, toplamak. (İlk vahyin Alak Suresi’nde ve “oku!” emriyle başladığını hatırlayınız): 301: ASİR-Bitişik. Halita… MİRZABEYOĞLU-(Derviş Muhammed, noktasız harflerle: 312: Mirzabeyoğlu… Derviş Muhammed: 312: Ihta-Hata. “Vahyin, Allah Sevgilisi’nin nefsinde olanı kelâm hâlinde koparması” demek oluşunu hatırla; ve kelâm’ın “yara, yaralı” mânâsını.): 1302: KAPTAN KUSTO MÜSLÜMAN. (Noktalı harflerle)

*

HATTÂ: 418: VAHDET-Birlik. Teklik. (Vâhid Allah, Vahîd Resulullah… Allah, topyekün varlığı, MUHAMMEDÎ Nur’dan yarattı… İlk yaratılan, KALEM; Elif harfiyle işaretlenen ve Hemze kul ve âlem Vahîdi olarak Allah’ın El-Bedî ismine ve “İlk Akıl”a işaret… Levh-i Mahfuz, onun yazısı olarak görünen. ARŞ’ın, Allah’ın “Bâtın, Zâhir, Evvel, Ahir” isimlerinin halitası olması gibi, mürekkeb, –halita hakkında söylediklerimi hatırla–, Hakk’ın Hak olmasını Allah Sevgilisi’nin nefsinde tamı tamına tesbit eden… Romence, Cerne: Elemek. Elekten geçen… Romence, Cernealâ: Mürekkeb. Boya. “İnsanî Hakikat’in Perdeleri’nin, renklerini, Allah’ın boyasıyla boyanma cümlesinden hatırla; hangi Peygamber’in hangi gaybte, o gayb’ın niteliği ile ilgili hangi gün, renk ve sıfatıyla ilgili olduğunu”… Reng: Bulanık su. “Kan, keyfiyet”… Romence, Regn: Âlem… HATTÂ, Allah’ın Zât Âlemi’nde kendisine tecellisinden maada, –İnsan’ın bâtını, Allah’ın bilinmez Zâtî sureti’ndendir–, O’nun Berzah Âlemi’nde ve Halk Âlemi’nde de bu kayıdla tecellisidir; her varlığın ona mahsus canı, ruhu, özü olarak… HATTÂLAR, “O değil O’ndan” olarak, İNSAN kalbinde aslı bulunmak üzere makamlar… Başa dönelim: Allah’ın emri ile yazan KALEM, bu vasfı mürekkeble gösteren olmakla, onda Halita, Vahid ve Vahîd sırrıyla görünüyor!)… EDEBİYYAT-“İlm-i edeb” tâbir edilen güzel sanatlardan başka, sözle ilgili bütün ilimler bu tâbir içindedir. Düşüncenin sözle ilgisi, doğrudan veya dolaylı bütün insanî oluşları kendine bağlar. Edeb’in “hadlere riayet” mânâsı, her iş ve oluşun kendini tarif eden şartlarla varlığıdır ki, neticede “ilm-i edeb” bağı içindedir: 418: NECİB Fazıl Kısakürek. (Aynı ebcedle, Musa Mirzabeyoğlu)… BEĞİM HATTÂ: 62+418: 480: MEHDÎ Necib Fazıl Kısakürek. (İngilizce, Chair: Kürsî. Makam… Romence, Char: Yanıp simsiyah olmak. Kömürleşmek. Kömürleştirmek. Maden, bir keyfiyetin bol olarak bulunduğu yer, kan… Fehim: Kömür… Fehim: Anlayışlı. Anlayış.)… TAMAM-Bitme, bitirme. Sona erdiren. Tam, eksiksiz. Münasib. Uygun. (Rüyada gelen mânâ: Üstadım bana, hışımlı bir sesle, “var yok, 126 tamam!” diyor… Salih: 126: Fahim-Akıllı ve anlayışlı… Asale-Zehiri çok ve tesirli yılan: 126: Kabadayı… “Levha: 16 Aralık 1985. Zeyn-ab’ın söylediğine göre bir kitab hazırlanıyormuş. Tekel’e kabadayılığı ilk getiren benmişim. Kitaba göre”… Zeyn-ab - Hoş su: 71: Küna-Kuşatan): 480: SALİH İzzet Mirzabeyoğlu.

*

NEDİM hakkındaki düşüncelerimi biraz söylemiştim; onun, Osmanlı’nın gerileme döneminde ve işret âlemi ortamında hayat sürmesinin, şahsı hakkında dışyüzde kalan bir değerlendirmeye sebebiyet vermesi hakkında… Bir keramet misilli ve 1979-1981 arasına ve KÜRSÎ makamına tevafuk eden MATLA’ Beyti’nin birinci ve ikinci mısraının getirisine devam etmeden önce, kendi hayatına dair yorumsuz bir MATLA’ Beyti: Ne çekmişiz hele def’-i humâr edinceye dek / Bu güne tarh-ı gam-ı rüzgâr edinceye dek… “Ne çekmişiz, hele acısı burnumuzdan gelen içkiyi def edinceye dek — Bu gidişi ruhumuzun duyduğu gam dağıtıncaya dek!”… KABZ U BAST-Ruhen sıkıntı ve ferahlama. Beyân ve ifâde etmek. Uzun uzun ve etraflıca anlatmak: 979: AKINCI Güç dergisinin çıkış tarihi. (Üstadla beraberliğimiz!)… HİCRİ tarih olarak: 1401: TAHT-Hükümdarın makamı. (Abdülhakîm Koltuğu)… KEŞŞAF-Keşfeden. (Nedim’in şâirce haber verişini işaretledik. 1401 tarihi, Rahman Sûresi 19 ve 20. âyetleri ile Furkan Suresi 53. âyeti’nde mahfuz ve Muhyiddin-i Arabî’de beyân edilen; meşhur Fransız deniz seyyahı ve araştırmacısı, Üstadım’ın bana takdiminde “deniz içinde denizdeki hayatı kurcalayan” dediği KAPTAN Kusto’nun, bâtını zâhirde tesbit eden denizlerdeki “su perdeleri”nin keşfinin bizim tarafımızdan bilinmesi tarihidir): 1401: TEŞHİS-Şahıslandırma. Tanıma, seçme, ayırma. (Neticede, “hadd-i zâtım”ın içinde bulunduğu bir ufuk hâlinde şahsıma teşbih edilenin o olduğu –Kaptan Kusto–, Kamus’ta Kamus içi hayatı kurcalarken bulunan ben… Hicri 1401, takribî 1980-1983 Milâdî… Şeriat: 980: İstikbâl İslâmındır. “Üstadım’ın bana hazırlattığı eser!”… İzzet Erdiş: 983: Seyyid Abdülhakîm Arvasî-Necib Fazıl Kısakürek.)

*

MATLA’ Beyt’in Toplam Ebcedi: 2380: ARİK-Asil hesab ve neseb ehli… MİRKAM-Kalem. (Romence, creion: Kalem, kurşunkalem… Romence, creier: Dimağ, beyin… Beyin: 62: Mehdî): 381: MEHDÎ Mirzabeyoğlu.

ADLÎ TIBB (BİR HİKEMİYAT VASFI)

MATLA’ Beyit: Sâ’id-i sîmîni kasd eyleyip kan gösterir / Şâh-ı billûr üzere bak la’l-i Bedahşân gösterir —(Şeyh Galib)… Saadetli gümüşî kolunu kasd eyleyip kan gösterir — Billur Şâh üzre bak geniş al renkli dudaklarını gösterir.

*

BİLLUR-Şeffaf lâtif taş, elmas gibi kıymetli. Cam gibi parlak. Bir maddenin atom veya moleküllerinin ardarda tekrarlanmasından ve belirli bir kurala göre sıralanmasından meydana gelen, simetrik olarak birleşmiş düz satıhlar şeklindeki katı madde, kristal. (İspanyolca, Bullir: Hareket ettirmek. Hareket etmek, kaynamak. Galeyan etmek. Cevelân etmek. Canlandırmak… İspanyolca, Animacion: Hayat. Hareket. Faaliyet. Canlandırma… Dikkat: “Bu âlemin aslı olan fiiller, işler”, yani faaliyetler… İspanyolca, Huero: Boş… Hueroto: Sebze bahçesi… Geçen sayıda Nedim’in, “Hatt-ı sebz olmuş sahra-ıssız boş yer; aceb zümrüd yeşillik billur madeninden mi çıkar?” deyişine yer vermiştik… Billur’un “hareket, canlılık” mânâsının içinde “canlandırma, temsil” anlamları, yine boşluk’un “sebze bahçesi, rüyâ, hayâl” anlamları ilgisi birlikte değerlendirildiğinde, hani billur madeni derken madenin “keyfiyetin bol olduğu yer” demek oluşu, onun doğrudan Allah Sevgilisi kasdında oluşudur; ister topyekün varlığın kendisinden yaratıldığı MUHAMMEDÎ Nur densin, ister O’ndan feyz eserine –yeşilliğine– bakıp aslı O’nda derecelerde bulunan büyükler… Billurda hayat ve hareket’in birlik oluşu, Allah’ın kendi öz nurundan yarattığı Muhammedi Nur’a âit “öyleki, kendi âleminde gezerdi” vasfı yanında, “Her ân bir şe’nde, işde” olan Allah’ın Faal sıfatına işaret, o Nurun hisseleri ayrılarak topyekün varlığa vücut vermesiyle, yine onlarda “varlığın aslının hareket” olduğunu gösterir… Bizzat Allah’ın “Kün-Ol” emri ve varlığın ortaya çıkışı, “fail” ve “fiili” mevzuu… Varlık olmadan fiilinden bahsedilemeyeceği hakikati en baştan “Allah ve yaratması” diye bilinince, mesele tamamdır; O’ndan gayrı varlık, hem varlık hem faaliyet olarak, O’nun yaratması eseridir. Nedim, zümrüt yeşilliğinin billur madeni Allah Sevgilisi’nden oluşunu, “aceb” lâfzıyla cevabı içinde bir hayret sorusu olarak ifâde ederken, “acb-fatiha’i hilkat ve netice”nin bulunduğu “Hakk gaybı”nın yeşil lâtifesi”nin de Muhammedî Nur’dan var oluşunu imâ eder. KÜN lâfzında “vav”ın gizli, o gizlinin de Allah Sevgilisi oluşu; Hakk’ın Allah ve Kul “Ol” ve “olur” yönü, altdudak topyekün varlık olarak, bir teşbihte. Şeyh Galib’in MATLA’ Beyt’indeki dudak da bu şekilde anlaşılınca, aslı dişi olan nefsin kabul ettiği suretin dişi mahiyetini, ona muhatab nefsin hâli diye anlamak gerek… Üst dudak: Allah “Ve-Vav”Resûlü; alt dudak varlık, muhatab nefs “Allah-Resûlü-Topyekün Varlık” ile karşı karşıya… Şeyh Galib’in MATLA’ Beyti, “Billur şâh üzre” derken, “Allah ve Resülü ile topyekün varlık” karşısında Şeyhi veya Şeyhi karşısında kendi durumunu bildiriyor.): 238: ZEKERİYYA-Bu isimdeki Peygamber’de tecelli eden hikmet, MALİK, “Şehid”tir.

*

KAN, malum “damarda dolaşan hayat menbaı” sıvı; yapışan. Renklerin, “İnsanî Hakikatin Perdeleri” bahsinde gayb lâtifelerinin renklerle ifâdesinden anlaşılacağı üzere, “âlemler” anlamı ve dolayısıyla herbirinin kendine mahsus bir “yapıp etme” sırrı ihtiva etmesi herhâlde şimdiye kadar anlatılanlardan anlaşıldı… KAN’ın, halk âleminde “hayat sıfatının kendisine işlemiş olduğu bir madde” olması yanında, belirtilen hususiyetiyle bir “bâtın tab’ı keyfiyet” olarak mecazî anlamı da; mecaz, hakikate köprüdür. Kan, keyfiyet’in bir yapıp etmesini ve ona “yapışma, takib edici madde şuuru”nu gösteren; hani, “maddenin canlı-şuurlu” olmasına âit mânâdan… Fransızların “kankan” dansı, yâni ritmik oyunları, oyun bir “yapıp etme, faaliyet”tir; Fransızca yazılışı ile “cancan”… Yâni tam da, canlılığın bir “yapıp etme” olması gibi; topyekün varlık, her birikendi küme ve derecesinde, kısım ve tabakalarında, Mutlak Müessir’in eseri olarak bir yapıp etmeyle onu görünür kılarken, kendisi de toplam insanda olmak üzere, bir “tesir edici ve müteessir olucu” eserdir… MATLA’ Beyt’in “Sa’id-i simin” lâfzında, said’in hem “saadetli, yükselen”, hem kol “kuşatan, anlayış” mânâsı, “simin-gümüş, koku, bâtın” anlamıyla bitişik; kuşatan’ın bâtınî hakikatini vasıflandırırken, birinci mısraın bütünü hâlinde, “Bâtın âlemini kasd eyleyip kanı gösterir” diyor. “Kan” üzerinde durduk; mecazî olarak bâtın çilesi tedaisi de… Bizim İslâmî nitelememiz içinde hayat’ın ölümden sonra devamı, devam aslında bir hayat iradesini belirtir ki, içinde bulunduğumuz âlemde o irâdenin kazanılması, “ölmeden ölenler” cümlesinden olarak bu iradenin mertebelerine nisbet öte âlemde ona âit mertebeler mükafatıdır… Bir hatırlatma: İmâm-ı Gazalî Hazretlerinin bildirdiği üzere, “Allah, gayrı şahsî bir ilk illet olmayıp, Faal”dir… İnsan, “duygu, düşünce ve iradî” faaliyetleriyle, O’nun “tesir edici eser”i; Allah Sevgilisi’nde tamamı, topyekün varlığın Efendisi.

*

KAN-(Kef, Elif ve Nun harflerinden mürekkeb; Allah’ın ŞEKÜR ismi ve “Kürsî” mertebesi, Allah’ın EL-BEDİ’ ismi ve “İlk Akıl” mertebesi, Allah’ın NUR ismi 4. Sema’ya - yâni “Allah’la konuşan, Allah’ın konuştuğu Musa Aleyhisselâm ve lâtifesi beyaz âlem”… Mertebeler, malûm, kalbte… Romence bir kelime ALB: Beyaz… Alb-ay; beyaz ay, Allah Sevgilisi, derviş… Romence, Femeine: Kan. Kadın. “Nefs. Fevkinde kimse olmayan yüksek padişah. Dost”… İlk Akıl: Kalem… Romence, Sing: Kan… İngilizce, Sing: Şarkı söylemek… Ahenk: 76: Sahabe-Tek bulut… Taha; huruf-u mukattaadandır, Allah Sevgilisi’nin bir ismidir, bulut anlamındadır ve birleşme, yani “Atlas Feleği-Gök katlarının tümü olan”ı ve Allah’ın “Gani-Zengin” ismini işaret eden Cim harfi ile de ilgili… Taha: 15: Büyük Doğu-İBDA… Maden: Asitler ve bazlarla kimyevî bir terkibe girebilen demir, altun, bakır gibi metallerin ortak adı. Kömür vesaire. Kan… İspanyolca, Circulacion: Sirkülasyon. Tedavül. Alım satım. Kan dolaşımı. “Hareket, fiil”… Musa Aleyhisselam’ın mücizlerinden, asâsının büyük bir yılana dönerek büyücülerin ipten yılan olmuşlarını yutması hâdisesinden mülhem, Sünbülzâde Vehbî’den bir beyit: Kimya mucize-i Musâ’dır — Gayrı kimse ona olamaz kâdir): 71: KÜNA-Bir bahçeyi çeviren çit. Kuşatan. (Kaf harfi, Allah’ın Muhit ismine ve kalbte Arş mertebesine işaret eder… Kenar-Sahil. Son, nihayet. Çember. Etrafı çevrilen şey. Kucaklama. İngilizce, armchair, yâni koltuk, makam: 271: Kürân-Al renkli at. “Hayâl. Mütefekkir”… Sâri-Sirayet eden. Gemici kaptan: 271: Sarî-Süren, sürücülük faaliyetini yapan… Yesar-Sol, sol el. Varlık, zenginlik. Gençlik. Kolaylık, bolluk: 271: Esir-Teslim olan… Tabiat-İnsan dışındaki canlı ve cansız varlıkların hepsi. Bir varlığın tabiî özelliklerinin hepsi. Bir kimsenin davranışlarına yön veren huyu, seciyesi, karakteri. Güzeli seçebilme melekesi. “Ayn harfi, Allah’ın El-Bâtın ismine ve Küllî Tabiat mertebesine işaret eder”: 481: Tamam… İngilizce, Character: Seciye, karakter. Tabiat. Şahıs… Char: Yanıp simsiyah olmak. Kömürleşmek, kömürleştirmek… Chair: Makam. Kürsü. Sandalye… Abdülhakîm Koltuğu hatırda.)

*

BLİGİ ve harekette “sınırda sınırsızlık”ı göstermek için şu basit hakikat yeter: Bir odanın içinde bir pire, atladığının yarısı kadar geriye geldikten sonra yine aynı atlasa, sınıra geldiğinde aynı şekilde yarım geri ve tekrar sınıra, yarım geri ve tekrar sınıra, yarım geri ve tekrar sınıra, yâni ebediyen bu mesafeyi tüketemeyecektir… Aksiyon: Hareket. Faaliyet. İş. Eylem. Davranış. Tesir. Dava. Amel. Ahlâk… “Sözde iş yok!” diyen birine Veli şu cevabı veriyor: “O sözü eden de sözle ifâde etmiş olmuyor mu? Söz, amel ağacının meyvesidir; görmez mi ki, Allah mahlûkunu KÜN sözüyle yaratmıştır!”. Üstadım: “Hilkat kelâmla çerçevelendi ve insan kelâmla mühürlendi!”… Şimdi bir hatırlatma, Üstadım’ın rüyâda söylediği: “Var-yok 126 tamam!”… Ve, Hukuk fakültesi’nde 4. sınıfa geçebilmem için vermem gereken Adlî Tıbb hakkında, o zaman mânâsını pek anlamadığım bir Yevmiye: “Adlî Tıbb’tan yardımım olabilir!”… Gerek olmadığını söyledim… ADLÎ TIBB: 126: SALİH-İşe yarar, elverişli. Hâlis. Selâhiyetli, yetkili. Dinin emirlerine uyan. İyi amel sahibi… Var-yok: 322: Kurtubi-Halid bin Velid Hazretleri’nin “kalbe giren” mânâsındaki kılıcının ismîdir. “Fely: Keskin kılıç. Bit toplamak. Şiirin ince mânâlarını çıkarmak”… Bit: Zirve. Nokta. Sıfır. Boş. Heba. Kızıl. Sarı. Haber… Tamam: Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 480: İhtimal-Mümkün olma. Kabul eyleme. Yükselip götürmek. İhsana mukabil şükretmek. Anlamak. Hadîd, demir, kan… ADLÎ Tıbb-(Adlî: Doğruluk, adalet. Mahkeme ve dava işleri. Hükmî… Adil: Eşit, denk. Muadil. Benzer, eş… Adlâ’: Kenar’ın çoğul şekli. Kaburgalar… A’dal: Adalet… Adalat: Adele’nin çoğulu… Hükmî, hükümle ilgili… İngilizce Rule: Hüküm. Kural. Şiar. Yol. Metod. Adet. Yönetim. Tüzük. Hakimiyet. Cetvel. Hükümdarlık, hüküm veren. Karar vermek… Ruler: Hükümdar. “Telegram’da, zihin kontrolu projesinin ilk ismi”… Tuzel: Hükmî. Yalın… Tıbb: Hastalığı tedavi etme işi. İlâç ve teknik araçlarla, telkin ve tahlille tedavi… İspanyolca, Medice: Hekimlik… İspanyolca, Medicion: Vezin tahlili, vezin bulma. “Vezin, ölçü, tartı”… İngilizce, Cell: Hücre. Göze. Pil… Cell: Büyük, ulu… Fi’l: Külsüm. Pil, akib, ökçe, etek…Tıb’: Gölge… Tıb’: Akarsu… Nehir: Akarsu… Nehir: Kurban… Nehir: Mecazen ruh, süre hâlinde içimizde akan zaman… Kamus: Büyük lûgat. Derin deniz. Büyük nehir… Reng: Bulanık su… Fransızca, âme: Ruh. Psyche… Ama: Kör… Kuran: Körler… Nur, kendini idrak etmez; Allah onu kime verdiyse, o idrak eder. Ruh, bedenle birleşerek, nefs göründü; ve onunla görücü ve beş duygu tâbiri içinde onunla alıcı verici oldu… Romence, Renega: İnkâr etmek. Nefyetmek… Mâlûm rüyâ: “Resim, red kökündendir!”… Yâni renk sıfatından): 126: ASALE-Zehiri çok tesirli ve korkunç yılan. (Yılan, hayat ve gözbebeği, idrak... Bütün gıdalar zehirlidir; onu şifalı kılan dozudur. “Küllî cisim”, bir âlem, bir mertebe; Allah’ın “Zâhir” ismiyle ilgili)… HULLEBAF-Terzi. Hayyat. (Kesip ayıran ve birleştiren mânâsıyla, ratk ve fatk. Fizik ve kimya, bundan ibarettir): 126: MÜLEVVİN-Boyanan. Renk veren. (Hazb: Boyamak. Yetişmek. Erişmek… Yunus Emre: Al rengine boyandım solmazam artık!)… NESEVÎ-Kadına mensub, kadınla alâkalı. Kabul edici vasfa sahib nefsle ilgili. (Percha: Kadında boybos. Elbise askısı. Vücut yapısı. Fizik. Kuş tüneği, “can”ın tünediği. Hisse. Sıfat… Flash: Et… İç içe mimarî hâlinde beliren beden askısında ruhun tezahürleri ile nefs ki, bedenden yana alınınca o, ruhtan yana bakılınca o): 126: Hinduvanî Kılıç. (Hindu: Ben, nokta. Nehir insanları… Kılıç: Kalem)… SANİYE-Su taşıyan deve. “Nefs” (Üstadım’dan: Çocukken haftalar bana asırdı; — Derken saat oldu, derken saniye… — İlk düşünce beni yokluk ısırdı, — Sonum yokluk olsa, bu varlık niye?): 126: AZÎM-Azimet eden. Gidici… SİMAVÎ-Çehreye âit. (Romence, Fata: Çehre. Sayfa. Karşı. Halef… Romence, Fata: Kız çocuğu… Romence, Fata: Doğurmak. Eser): 127: ZAİM-Zeâmet sahibi. Kefil. Hindu, ben. Şef. Lider. Mirza.

*

“VAR-Yok 126 Tamam”: 929= 1928: SALİH İzzet Mirzabeyoğlu… HAYSİYET-Değer. Şeref. Merteb[e]. Mesned. (Fikir çilesi haysiyeti): 928: ZÜREFA-Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nin, “ezel”i, ayak sürçmelerin çok olması ve çetinliğinden dolayı “zelil” kökünden gelme olduğu izahından sonra, “zürefa” sırtına benzetmesi. (Ezel, sırtlanla kurttan olma melezdir. Allah, ancak hayâl yolundan bir izle tâkib edilebildiğinden kıyas, Allah’ın en büyük varlık yapıcı maddesidir; hayâl, “olan, olabilir olan, hakikat, yalan” varlık adına “var ve yok” ne varsa, hepsini kuşatandır. Kurt, mecazen “akıllı, çevreyi iyi bilen, hayâl, ot”, sırtlan da “serab, kan, yapışan” anlamlarına; Allah’tan gayrına ikilik gerekti ve ikisi de “iz sürücü” ve birbirinin yerine de kullanılan hayat sahibi, diri. “İnsan, ezelî hayvandır” dedikleri bu; ezelî canlı… Ezel, Allah’la insan arasında sonsuz mesafe; ve insanda ebedle birleşen. Ebed, serab, arizî, asılla varan olan. İnsanî hakikat, batını Allah’ın mutlak meçhul mânâsına keyfiyetsiz Zâtî sıfatlarından olan “sureti üzere” yaratılmıştır… Fıthal-Adem Aleyhisselâm’ın bedeninin Halk âlemi’nin unsurlarından yaradılışının evveli zaman: 127: Nüv’-Açlık. Boşluk. Kuşatan)… HODKÜŞ-Kendini öldüren, intihar eden. (İntihar: 662: Keramat-Kerametler… Hod-Küş: Kendini açan… Hem intihar, hem Üstadım ve İslâm büyüklerinin onda toplu himmetleri eseri keramet çapında işlerin nefsimde gözükmesinin sebeb ve neticesi, TELEGRAM Feylesofisi cümlesinden olarak böyle… İngilizce, Poise: Zehir… Poison: Denge, muvazene… Nefs muhasebem olarak, “adlî” ve “tıbbî” içinde; ahenk, herşeyin ona âit temin edilen muvazenesidir. Adlî, hükmî, yâni “hükme âit” oluşu ile, akılda olduğu kadar, aklı aşandır ki, “zamanüstü” olarak “aklı aşan” diye vasıflandırdığımız akıl, “ruh” ismini alır. Akl: Ölüm. İp.): 929: MUNZAMM-Zam edilen. İlâve edilen. Ek. Üste katılan. Fazl’dan, fazladan. (Fazla’dan’ın batınî yönü yanında, beden yönünden Telegram Feylesofisi’ne mevzu olan yanı da var. Telegram’ın “Darrîliği”; bir belâ ki, onu nefyederken nelere erdim!)… Üstadım’ın bana yardım edeceğini söylediği ADLÎ TIBB’ın ihtiva ettiği mevzuları tek tek saymaya gerek yok; nefsimizin maddi ve mânevî kuşatanlarını. Adlî Tıb, “tıb ilmini bilmeyen tasavvufu anlayamaz!” buyuran İmâm-ı Gazâli Hazretleri’nin sözü üzere, Allah’ın kuşatıcı Rahmeti başta, hakikatiyle “kâmil nefs muvazenesi”dir. Bunu “İslâm tasavvufu ile fikir ve ilim arasında” kanatlarını açan İBDA berzahı olarak alırsanız, gerçek İslâm tefekkürünün karşılığı olarak bulursunuz. Üstadım’ın “gençlik” hakikatini, “ruh adalesi” diye vasıflandırması boşuna değildi.)

*

“Aura”, canlı insan vücuduna gelen muhit enerjisidir. İnsanda “hiss-i müşterek; sinerji” denilen karşılıklı anlaşmada, renk enerjisinin rolü, eski devirlerden beri tıbbın kabul ettiği bir vakıa… “Elektrik hatları” dediğimiz zaman bir “küll-bütün” ifâdesine nisbetle aralardaki “trafo” dediğimiz toplayıcı ve dağıtıcı merkezler neyse, vücutta bahsi geçen enerji merkezleri “şakralar” da o… Bu hususu, renk bahsindeki ilgi içinde yerli yerine konmak üzere bir not olarak ekleyeyim.


Baran Dergisi 307. Sayı