Ülkemizde "din ve ahlâk" eğitim ve öğretiminin birlikte düşünülmesi ve okutulması, yerinde ve müsbet bir tutuştur. Çünkü, içtimaî hayatta, bu iki müessese iç içedir; birbirlerinden ayrılmazlar.

18. ve 19. asır Avrupa'sında, "laik bir ahlâktan" söz etmişlerse de etkili ve başarılı olamamışlardır. Çünkü, lâik bir ahlâk düşünmek, ahlâkı, bir "sosyal müessese" olarak kabul etmemek demektir. Oysa ahlâk, teorik bir felsefi sistemden öte, pratik bir "sos- yal müessese" olarak kabul etmemek demektir. Oysa ahlâk, teorik bir felsefi sistemden öte, pratik bir "sosyal değerler müessesesidir"; üstelik cemiyetin din ve töresinden bağımsız değildir. Böyle olunca "lâik bir ahlâk kurma" çabaları, olsa olsa felsefi ve zihnî spekülasyonlarla oyalanmak demek olur.

Birçok sosyoloğun, bilhassa Levy Bruhl'ün belirt- tikleri üzere, ahlâk, "pratik" olmak zorunda olduğuna göre, bazı filozofların ortaya koydukları ve koyacakları "lâik ve teorik" bir ahlâkın başarılı olması düşünülemez. Çünkü, ahlâk, "bilmekten çok yapabilmeyi" emreder.

Kaldı ki, laik bir ahlâk, "teoride kaldığı" ve "cemi- yetin vicdanından güç almadığı" için müeyyidesiz kalır, yani, yeni tabiri ile "yaptırım gücünden" yoksundur. Hele, bir de "lâiklik" iddiası ile milletin dîn ve töresine aykırı teorik hükümler, "ahlâk dersi" adı altında genç beyinlere zerk edilmeye kalkışılarsa işler iyice sarpa sarar. Böyle bir tutuş, "yeni ve modern bir ahlakın doğuşuna sebep olur. 1982 T.C. Anayasası, "Din ve ahlâk" eğitim ve öğretimini birlikte mütalâa etmek suretiyle, böyle bir "anarşinin yolunu kapamış" bulunmaktadır.

Eğitim sosyologları, "ferdî vicdanların", içinde doğup büyüdükleri cemiyetlerin "içtimaî vicdanından" biçim aldığını, haklı olarak söylerler. Yani, "ferdî vicdanı" meydana getiren "psikolojik dinamiklerin" yanında sosyolojik dinamiklerin" çok önemli bir yeri vardır. Bunu inkâr etmek, mümkün değildir. Biz, "din ve ahlâk" eğitim ve öğretimi ile sadece "ferdî vicdanlara" hitap etmiyoruz, aynı zamanda "maşerî vicdanı" da güçlendirmeye çalışıyoruz. Yani, bir taraftan "ferdî vicdanı" cemiyetler bütünleştirirken, diğer taraftan da "içtimaî vicdanı" takviye ediyoruz.

Eğitim sosyologları ve pedagoglar, açıkça müşahede etmişlerdir ki, "din" ve "töre" ile uyuşmayan veya zıtlaşan, teorik ve filozofik "ahlâk sistemleri", ferdî ve içtimaî vicdanı etkilememektedir. Yani, kişiler ve gruplar, böylece kurulmak istenen bir ahlâk sistemine ait "hükümleri" ihlal ettiğinde, asla "vicdanlarında bir kaygı duymamakta ve "vicdan azabı" çekmemektedirler. Oysa, "içtimai mânâsı ile ahlâk", normlarının ihlali karşısında, ferdî ve içtimai vicdanda "kaygı uyandırır" ve "vicdan azabına" yol açar. Onun için, ısrarla belirtiyoruz ki, gerçekten "din ve töreye bağlı bir ahlâk" her zaman daha başarılıdır.

Teorik ve üniversel bir ahlâk kurmak isteyen filozofların çalışmaları, gerçekten başarılı olmamıştır ve olacağa da benzemez. Çünkü, onların ortaya koydukları "teorik ahlâk felsefeleri" de -tıpkı pratik ahlâk sistemleri gibi çatışkandır ve bütün filozofların üzerinde ittifak edebileceği bir sisteme ulaşılamamıştır.

Oysa rahatça iddia edebiliriz ki, bizim kültür ve -medeniyetimizden fışkıran Türk-İslâm ahlâkı, büyük bir tarih tecrübesinden geçerek ve geniş bir coğrafyayı tarayarak gıpta edilecek seviyede olgunlaşmış ve üniverselleşmiş bir değerler sistemidir.

Seyyid Ahmet Arvasi, Sahte Dindarlar Sahte Laikler, Burak Yayınevi, 1997, s.162-164