• Bazı rejimler, kalabalıkları, sırf ruhlarının çengellerinden tutar. Ruh müeyyidesi o kadar sağlam bir dayanaktır ki, halka, midesinden ve maddesinden her fedakârlığı yaptırabilir. İman kutupları saygı gördükçe güç yerindedir. İsterse inanış bâtıl olsun...
• Bazı rejimler de, kalabalıkları, sırf midelerinin kancalarından tutar. Gıdasız kalan ruha mukabil halkın kursak ve bağırsak hayatı, ortada ruh diye bir kaygı bırakmaz. Biri nebat ve hayvan hayatıdır, gider. Toprak versin, mideler yutsun da ne olursa olsun...
• Birinci soydan rejimler için şu veya bu madde aksaklığı, verimsizliği, sıkıntısı diye bir şey olamaz. Fakat ikinci cinsten rejimlerde en küçük bir darlık oldu mu, her şey tepetaklaktır. İnsanlar birbirlerine girip boynuz boynuza gelmeye ve çifteler savurup duvarları yıkmaya başlar.
• İşte o zamandır ki, ruh, madde sıkıntısının miskin bahanesi arkasında boy gösterip kendi eksikliğinin ne demek olduğunu ihtar eder.
• Şüphesiz ki, kalabalıklar, ruhundan ziyade maddesiyle avlanmaya müsait...Yalnız madde cephesinin kemmiyet hesaplarıdır ki, kalabalıklarca kolayca anlaşılır. Kedilere ve köpeklere kadar şâmil bu bedahet duygusu insanda yaşarken, onun yerine ruhu ve mefkûreci görüşleri yerleştirmek çok zor...
• Fakat esas bu zorlukta... Ayakta durabilmek, tahammül ve sabır gösterebilmek, bir iş ve hamle hedefine yöneltici cehdi sağlayabilmek için ruha el atmaktan gayri çare mevcut değildir.
• Eski C.H.P. iktidarı, ne birinci, ne de ikinci soydan bir rejim olabilmiş; halkın hem ruh çengellerini sökmüş, hem de mide kancalarını kırmıştır. D.P. iktidarı ise, halkta bir ciğer kanseri haline getirilen bu ruh belâsını olduğu gibi yerinde bırakıp, sadece mideleri ve maddeleri imar yolundan bir şey beklemiştir.
• Bu vaziyette bir millet hareketi, ancak halkın ruhuyla beraber maddesini de harap edici bir tutuma karşı fışkırmak icap ederken, böyle olmamış ve halkın ruhunu olduğu yerde bırakıp maddesini uzun vâdeler ve muvazenesiz hesaplarla süslemeye kalkışan bir idare, sadece iktidar makamında bulunduğu için, on senelik değil, 27 yıllık hıncın tokatını tek başına yemiştir.
• Neticede halk, tâ ciğerinden, o türlü sarsılmıştır ki, bizzat midesine ve maddesine ait bütün ihtiyaç iştiyaklarını kaybetmiş, hayat plânındaki varlık şevkini asgariye indirmiş ve İhtilâl sonrası İktisadî buhrana, açık bir ruh aksülâmeliyle yol açmıştır.
• Demek ki, yıllardır, ruhu ve maddesiyle harap edilen halk, İhtilâl sonrasında, bu hâle sadece ruhiyle karşı koymuş, ve Adalet Partisini millet eliyle çizilen çevrenin merkezine meccanen oturtup ondan da önce ruhunun intikamını almasını beklemiştir.
• Fakat gelen rejim bu nükteyi anlayamamış ve her şeyi basit bir madde muhafızlığına döküp bir gün hakkını aramaya kalkacak olan ruhun her şeyi elinden alabileceğini hesaba katmamıştır.
• Hulasa: C.H.P. bu milleti yoktan varettiği iddiasıyla açıkgöz ve sahtekâr bir madde kurtarıcılığı imtiyazına dayanarak Türkün ruh köküne zıt, bu kökü baltalayıcı ve onu batı uşaklığına bend edici, her türlü fikir ve dünya görüşünden yoksun öyle bir yol açmıştır ki, bu yol, onu takip eden bütün partiler ve iktidarlar tarafından sadece küçük idare ve tatbikat plânlarında tenkit edilmekten başka karşılık görememiş; ve şu veya bu farklarla, hatta şimdi onun kendisine yeni bir hüviyet araması ve gençlik aşısına el atması farkına rağmen, tek fârikaları İslâm düşmanlığından ibaret, çeyrek aydın ve cüce politikacıların yolu olmakta devam etmiştir.
DÜNYAMIZ
• Evvelâ küçük ve cüce politika hokkabazlığı dışında bizim dünyamızın, bizim üstün politika dünyamızın tesbiti gerek... Ancak bu suretlidir ki, dış politika ölçümüzü basit ve gündelik politika zanaatinden ayırmış ve bir dünya görüşü temeline oturtmuş oluruz.
• Kol kol bütün örgütleştirmelerimiz boyunca kavranacak bir bedâhet vardır: Millî Türk Politikasının temel ölçüsü, kendi kendisine ve riyazi bir kat’iyetle, Türkiye’yi öz sınırları içinde, ileri, müstakil ve şahsiyetli bir tekevvüne lâyık görecek, yahut buna en fazla müsamaha edebilecek Garplı kuvvetler manzumesine bağlanmak ve bu manzumenin kutuplarına faydalı görünmek sayesinde tutulabilir.
• Bu aziz kaygının asla barışamayacağı kutup, düne kadar Faşizma ve Nazizma idi. Evvelki gün, dün, bugün ve yarın, İslâv ırkçılığı ve komünizmadır. Türkiye’nin kendi öz sınırları içinde ileri, müstakil ve şahsiyetli bir tekevvüne lâyık görülmesindeki gâye en fazla kabul, yahut en az red tavrını, Garplı kuvvetler manzumesi zaviyesinden yalnız demokrasyalarda bulabilir.
• Herşey, üstün ve yüksek politika zaviyesiyle asırlar boyunca hep okka altına gidişimizin nihaî zarureti hâlindi, “en az zararlı cephe”yi gitgide daha az zararlı kılmak ve sonunda ve son fırsatlara göre büsbütün zararlı olmaktan çıkarmak gibi umumî bir siyaset ölçüsünde toplanıyor. Bunun için de “hak ve hürriyet’’ lâfını yalan olarak bile ağzından düşürmeyen tarafa yönelmekten başka çare kalmıyor.
• Nitekim, geniş ve tezatsız bir dünya görüşü manzumesinin kıyasları içinden süzülmüş olmasa da, selim bir bedâhet hissiyle çeyrek asırdır hep bu yolda yürüdük. Fakat gerçek hüner ilaçlarla tesadüflerin ve rüzgârlarla akıntıların dürttüğü bir zeminde, dümen, pusula ve (seksant) âletiyle yürüyebilmekte ve evvelden hesaplı bir hedefe varabilmekte... Bugün, gidişimizde bütün millî ve tarihî olurlarımız ve olmazlarımızla yönelmeye mecbur olduğumuz böyle bir hedefin hesabını verebilecek muâdele kafasından hiçbir ize şahit değiliz.
• Üstün politikanın anahtarı, üstün idrakin anahtarına eş, nefsini ve dünyasını bilmek hikmetinde gizliyse kendimize ve etrafımıza bir bakalım; millet millet Şarka doğru, mahkûm, tesellisiz mazlûmlar panayırı; Garba doğru da her gün biraz daha tezatlarını çözme ve buhranlarını bastırma cehdinde, güya hâkim, muhakkak tesellisiz ve sanki ümitli, fakat köküne kadar müstarip zalimler cümbüşü. Ve ikisinin ortasında, bir zamanlar birinin haşmet ve saltanat hakkiyle ötekinin ödünü patlatma ânına kadar gelmişken, gitgide ödü patlaya patlaya kabuğuna çekilmiş ve en sonunda teselliyi bütün köklerinden kopmak ve hiçbir tarafa kök atamamakta bulmuş, ufala ufala aksakaldan yoksakala geçmiş esbak cihangir ve mahzun bir millet; biz! Eğer Şarka doğru hepsi adına mutlaka rehber bir millete, Garba doğru da en hâkimleri ve lâyıkları önünde bazı haklarına ve faydalarına inandırmış bir “fasl-ı müşterek” devlete ihtiyaç varsa bu Türkiye’den başka kim olabilir ve Türkiye bunu nasıl yerine getirebilir?
• Askerlikte en sağlam müdafaanın yolu nasıl taarruzsa bir milletin vücut emniyeti de, ancak olacağı, olmayacağı, olmaya mecbur olduğu şeyin, bütün dünya muvazenesi içinde en tabiî bir istihkakla devşirilmesi şeklinde temin edilebilir. Hakkından kısmî vazgeçişlerle elde tutulabilecek cüz’ler olduğuna inanmayınız! Dörtyüz senedir böyle gidiyoruz: “Ne koparırsak kâr!”
• Demokrasyalar kutbu etrafında, fevkâlade nazik ve görünürde samimi, fakat son derece hudutlu ve şartlı bir bağlanış dehâsıyle, kendi iç tekevvünümüzü dahilî yıldırım harpleriyle meydana getirip yeni bir dünyanın eşiğine yeni şartlarla ayak basabilmemiz için, Şarka ve Garba doğru, bilini umdurucu ve gözletici, öbürünü de oyalayıcı ve geçiştirici bir politika marifetine muhtacız.
• Herşey, birbirinin öldürücü eksiği halinde, bütün Şark ve Garp dünyasını nefsimizde düğümleyici bir iç tekevvünü billurlaştırıncaya kadar, Şarkı ve Garbı maharetle idare etmek ve istikbâle tâlik edebilmek düsturunda mihraklaşıyor.
Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, İstanbul, sy. 435-440