Son dönemde ülkedeki yabancılara yönelik saldırgan tutumun kuvveden fiile geçmeye başladığı görülüyor. Siyasî söylemlerini tamamen göçmen ve sığınmacı karşıtlığı ekseninde kuran siyasetçilerin attığı tohumlar yavaş yavaş yeşermeye başladı. Söz konusu saldırılar, belki henüz -çok şükür ki- aşırı ve fazla şiddet içeren bir mahiyet taşımıyor. Ancak tahkir edici yönü ağır basan sembolik şiddet eylemlerinin sığınmacılar için potansiyel bir tehdit oluşturduğu da açık. Sığınmacılara yönelik dilin sertleşmesi ve basit eylemlerin normalleştirilmesi ilerleyen dönemde daha dramatik olayların çıkmasına sebebiyet verebilir. Bu durumun insanî maliyeti elbette çok ağır. Ancak bu tür bir yaklaşımın Türkiye'nin millî menfaatlerine aykırı olduğunun anlaşılması önem taşıyor. Daha açık şekilde ifade etmek gerekirse, yabancılara yönelik düşmanlığı ısrarlı şekilde gündemde tutan bazı siyasetçiler, kanaat önderleri ve diğer insanlar Türkiye'nin izlediği politikalardan halihazırda elde ettiği ve gelecekteki kazanımlarını adeta dinamitliyor. Bugüne kadar ödenen bedeller anlamsızlaştırılıyor ve Türkiye'nin dış politika hamleleri de başka devletlerin lehine olacak şekilde boşa çıkarılmaya çalışılıyor. Böylesi bir yaklaşımın insanî hiçbir boyutunun olmadığını tekrar hatırlatalım. Ancak bu zihniyette olanlarda zaten böylesi bir haslet aramak zaten gereksiz olduğu için sığınmacı karşıtlığının pragmatik açıdan Türkiye'ye hiçbir fayda sağlamayacağının, tam tersine ciddi ölçüde zarar vereceğinin altını çizelim. Sığınmacılara yönelik bu düşmanca dil insanî olmadığı gibi Türkiye için iyi ve doğru da değil. İnsanî, ahlakî ve dinî hassasiyetlerin üzerlerinde etkili olmadığı kişilerin en azından bu durumu göz önüne almaları göç sorununa yeni bir bakış açısı geliştirmelerini sağlayabilecek.

Önce birkaç somut tespitle başlayalım: Suriye İç Savaşının başlamasıyla birlikte yaşanan baskıların bir katliama dönüşmesini Türkiye'nin açık kapı politikası engelledi. O dönemde Türkiye, rejimin baskısından kaçan Suriyelilere sınırlarını açtı. Suriye halkına zulüm eden aktörlere daha sonraki dönemde DEAŞ ve PKK/PYD gibi terör örgütleri de eklendi. Bu tür hızlı bir reaksiyon milyonlarca insanı ölümden kurtardı. Ancak gerek Suriye'de oluşan otorite boşluğunda terör örgütlerinin güçlerini artırması gerekse de iç savaşın uzaması geçici koruma altındaki sığınmacıların ülkedeki kalış sürelerini uzattı. Sürecin uzaması, ülkede bulunan sığınmacılarla ilgili belirli sorunların çıkmasına neden oldu. İlk aşamada entegrasyon sorunundan bahsetmek mümkün. Hem sığınmacıların hem de devletin içinde bulunan durumu geçici olarak görmesi, toplumun geneline uyum sağlamak açısından birtakım sorunlar üretti. Elbette iki farklı kültürün karşılaşması durumunda karşılaşılabilecek tüm açmazlar da belirli şekillerde kendini tekrar gösterdi. Yaşanan ekonomik sorunların müsebbibinin de büyük oranda göçmenler olduğu iddia edildi. Ülkenin kaynaklarının pozitif ayrımcılık yapılarak sığınmacılara aktarıldığı yönünde bir algı oluşturulmaya çalışıldı. Bunun yanında, göçmenlerin karıştıkları suçlarla ilgili gerçekle ilgisi olmayan birtakım rakamlar ve veriler ortaya atıldı. İçişleri Bakanlığı, ısrarla ülkede bulunan yabancıların ve sığınmacıların karıştıkları suçların vatandaşların ortalamasının çok altında olduğunu ortaya koymasına rağmen, bu çevreler manipülasyona devam ettiler.

Türkiye, uluslararası alandaki gücünü biraz da göç politikasına borçlu. Tüm ülkeler ve uluslararası kuruluşlar, Türkiye'nin insanî sorunlar karşısında ilkeli bir tutuma sahip olduğunu görüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dış politika meseleleri karşısında ilkelerinden taviz vermeyeceğini tüm dünya görüyor. Bu durum, Müslüman ülkeler başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde, özellikle de yoksul ülkelerde Türkiye'nin itibarını yükseltiyor. Diğer taraftan göç, yalnızca Türkiye'nin değil, tüm ülkelerin ortak sorunu durumunda. Türkiye, içinde bulunduğu konum itibariyle uluslararası göç hareketlerinin merkezinde yer alan ülkelerden biri. Dolayısıyla küresel ölçekte giderek yükselen göç sorununa çözüm bulmak için yapılacak her türlü girişimin paydaşlarından biri kaçınılmaz şekilde Türkiye olacak. Batılı ülkeler, Türkiye'yle ilişkilerde bu parametreyi sürekli olarak gözetmek durumundalar. Yani göçü eksen alan politikaların Türkiye gözetilmeksizin hazırlanması ve uygulanması mümkün değil. Bu durum, ülkenin uluslararası düzlemdeki her yerinin güçlenmesini sağlıyor. Üstelik burada iki taraflı bir süreçten bahsedebiliriz. Türkiye'nin küresel bir aktör olarak konumu hem Batı ülkeleri hem de dünyanın geri kalanı açısından eşzamanlı olarak yükseliyor.

Problem siyasi iradenin bulunmayışıdır Problem siyasi iradenin bulunmayışıdır

İyi yönetilen nüfus dinamizm katar

Yabancıların ülkeye faydaları ekonomik alanda da kendini gösteriyor. Burada basit bir gerçeğin altını çizelim. Nüfus, iyi yönetildiği takdirde bir ülkeye ekonomik açıdan dinamizm katan en önemli unsurlardan biridir. Göçmenlerin farklı sektörlerde ekonomiye katkı sağladığı biliniyor. Diğer pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de vatandaşların yapmaktan imtina ettikleri çok sayıda iş sığınmacılar tarafından yürütülüyor. Başka bir ifadeyle, göçmenler, kara propaganda faaliyetlerinde iddia edildiğinin aksine Türk vatandaşlarının yerine değil, onların boşluk bıraktıkları alanlarda faaliyet gösteriyor. Bu noktada bir parantez açıp meslek odalarının da sığınmacıların istihdamdaki rolü üzerinde kamuoyunu aydınlatacak bazı veriler paylaşması gerektiğini belirtelim. Dünya tecrübeleri de göçmenlerin ülke ekonomisinin güçlenmesine yönelik katkılarla yakından ilişkili olduğunu gösteriyor. Özellikle iki dünya savaşının sonrasındaki süreçte Batı ülkeleri hızlı ekonomik kalkınma için çok sayıda göçmen işçi istihdam ettiler. Aslında aynı durum, hizmet sektörü başta olmak üzere farklı alanlardaki işgücü ihtiyacının karşılanması için de geçerli. Sığınmacıların ülkeden ayrılmasının bu alanlarda işgücü açısından bir sorun doğuracağı anlaşılabiliyor. Ayrıca ülkeye gelenler arasında eğitimli ya da sermaye sahibi pek çok kişinin bulunduğu da açık. Nitekim göç vesilesiyle ülkeye gelen yabancı yatırımcı sayısında da ciddi bir artış gözleniyor. Bu bakımdan, yatırımcıları yalnızca göçmenlerle sınırlamamak gerekli. Ortaya çıkan bu yeni durum nedeniyle farklı ülkelerden yatırımcılar Türkiye'ye teveccüh gösteriyor. Buna benzer şekilde Türkiye'de her kademede, özellikle de yükseköğretimde yabancı öğrenci sayısında ortaya çıkan ciddi artışın sebeplerinden biri uygulanan göçmen politikaları. Söz konusu öğrencilerin ekonomiye katkılarının yanında eğitimlerini bitirdikten sonra ülkelerine dönmeleri kültürel diplomasi açısından önemli bir yarar sağlayacak. Bunun yanında göç yoluyla çok sayıda eğitimli kişinin de Türkiye'ye geldiği biliniyor. "Beyin göçü" tartışmalarının sürekli canlı olduğu bir ortamda Türkiye'ye yönelik nitelik ve eğitimli insan akışını engellemek için hiçbir neden yok.

Burada bir başka noktanın daha üzerinde durmakta fayda var. Göçmenleri yıldırmaya yönelik yaklaşımlar sonucunda ülkeyi terk etme ihtimali bulunanlar eğitimli ve gelir düzeyi yüksek göçmen kitle. Bu insanların maddi durumları veya hasletleri itibariyle zaten dünyanın farklı yerlerinde hayatlarını idame ettirme imkanları var. Artan baskılar, göçmenler arasındaki üst tabakanın ülkeden ayrılmasına ve somut bakımdan bir kayıp yaşanmasına neden olabilecek. Buna karşılık, daha alt gelir ve eğitim düzeyindeki insanların geleceklerine dönük alternatifleri çok daha sınırlı. Dolayısıyla ortaya çıkan manzara göçmen karşıtlarının ortaya attığı argümanlardan çok daha farklı bir şekilde belirebilecek.

Göç yönetimi

Diğer pek çok konuda olduğu gibi sığınmacıların güvenliği konusunda da Cumhurbaşkanı Erdoğan ülkenin sigortası durumunda. Cumhurbaşkanlığı seçiminde, özellikle de ikinci turda sığınmacı karşıtlığı muhalefetin en önemli propaganda malzemesiydi. Buna karşılık, Erdoğan son dönemeçte de kendileri için güvenli bir alan sağlanmadan Suriye'den gelenlerin ülkelerine geri gönderilmeyeceğinin altını çizdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu tavrı, kendi seçmen kitlesinin de göçmen karşıtı popülist söylemlerin etkisi altına girmesini engelledi. Ancak yukarıda verdiğimiz meslek odaları örneğinde olduğu gibi sorunun diğer paydaşlarının da devreye girerek kamuoyuna doğru verileri aktarması ve bir bakıma Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sırtındaki yükü hafifletmesi önem taşıyor. Farklı kaynaklardan doğru bilgilendirme, muhalif kesimin de yer yer aşırılığa varan tepkilerinin azalmasında faydalı olabilecek. Bu tür aşırı tepkiler, meselenin ve karşı tarafın kaygılarının da doğru anlaşılmasını engelleyebilecek. Bundan dolayı, sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere farklı kesimlerin ellerini taşın altına koymaları önem taşıyor.

Özellikle Suriye'den gelen sığınmacılar konusunda Türkiye'nin ilkesel tavrının güvenli geri dönüş olduğu biliniyor. Nitekim Türkiye, Suriye'de rejimin kontrolünde olmayan belirli bölgelerde sığınmacıların ikamet edebilecekleri ikamet alanlarının oluşturulmasına önayak oluyor. Gerekli şartlar oluştuktan sonra sığınmacıların ülkelerine geri dönmeleri, bundan sonraki süreçte Türkiye ile bölge halkının geçmişe göre çok daha sıkı ilişkiler geliştirmesinin de bir aracı durumuna gelebilecek. Elbette göç sorunu, ilerleyen dönemde belirli sorunlar üretebilir. Bunların hiç yaşanmaması ya da vuku bulduğunda çözülmesi için etkili bir göç yönetimi politikası izlenmesi şart. Türkiye, kendi tecrübesinin yanında dünya örneklerinden de yararlanarak belirli bir politika izlemeye çalışıyor. Ancak değişkenlerin sayısının çok olması kısa vadede sonuç alacak bir politika izlenmesinin önünde engel teşkil ediyor. Zaten göç sorununu da tüm boyutlarıyla ve farklı vadeler içinde değerlendirmek gerekiyor. Ancak ne yapılırsa yapılsın en gerçekçi bir bakış geliştirebilmenin yolu, göç meselesinin diğer pek çok ülke gibi Türkiye'nin gündeminde de varlığını sürdüreceğini anlamaktan geçiyor.

Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş/ Siyaset Bilimci, Star Haber-Açık Görüş