Bugün Süleymaniye Camii'nin olduğu tepede dünyanın 8. harikası olarak Süleymaniye Sarayı yer alabilirdi. Kanuni Sultan Süleyman ve mimarların sultanı Sinan, bunu yapabilecek her şeye sahiptiler. Fakat onlar "Biz dünyadan gider olduk, kalanlara selam olsun" demek için bir cami yapmayı tercih ettiler.
Süleymaniye'yi görmeyen, gördüğünde "aleyküm selam" demeyen insanlar dolaşıyor İstanbul'un sokaklarında. Onlar mimari bir dille de dua ettiler affedilmek için; Süleymaniye Camii'ni yaptılar. Bu defa imam Sinan, hemen arkasında imama uyan ise Süleyman'dı...
Osmanlı Devleti tarihteki yerini almadan önce üç başkenti olmuştu: Bursa, Edirne ve İstanbul. Bu başkentlerin hiçbirinde eşi bulunmaz bir saray yapmak için çabalamadılar, her şeyiyle büyük camiiler yaptılar. (Sultanları "saraylara layık" görerek, onların oturup devleti yönettiği yapılara, "saray" kelimesinden başka bir kelimeyi layık bulmamamız çok doğal. Ama dünyadaki diğer saraylarla mukayese edildiğinde, başkentlerimizdeki saray adı verilen bu yapıların ne kadar küçük ve fakir oldukları görülebilir. Bursa ve Edirne'deki saraylardan iz bile kalmamış.) Topkapı Yönetim Üssü'ne saray diyoruz, ama iyice incelenirse "Topkapı Sarayı"nın saray değil mütevazı bir sanat eseri olduğu görülür. Bugün İstanbul'daki büyük otellerin kral daireleri veya büyük medya kuruluşlarının yöneticilerinin odaları bile onunla yarışabilir. Sefahat ile sefih kelimesi arasındaki akrabalığı hatırlatarak soralım: Asıl sefih olan kim?
İbrahim Paşalı, İstanbul Kriterleri, s. 86-87