Ferdiyetçiliğin hüküm sürdüğü bir devirde yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi tümüyle değerlerin, kimliğin, ahlâkın yozlaştığı bir devirdir. Batının ana saiklerinden olan pragmatist (faydacı) düşünce, günümüz insanının ve modern toplumun çıkmazlarının başında gelmektedir. Her fiilde, her düşüncede samimiyetten, halisiyetten yoksun bir anlayış inkişâf etmektedir. Batı bakış açısıyla faydacı düşünce, maddi kazancın, salt dünyevi çıkarın ehemmiyetli görülmesinden ibarettir. Dünyevi çıkar yalnızca para kazanma hırsı olarak okunmamalıdır. Belli bir statü elde etme veyahut isminin başına bir unvan koyularak, cemiyet içinde imtiyazlı bir konuma sahip olma kaygısı modern toplumun ve modern insanın dünyevi çıkarının başında gelmektedir. Binaenaleyh modern toplumda sözünüzün tesiri isminizin önündeki unvan ile ölçülmektedir. Örnek vermek gerekirse: Salih Mirzabeyoğlu’nun “İktisat ve Ahlâk” isimli eserini ele alalım. Kumandan, sözünü ettiğimiz eser ile İBDA fikriyatının iktisadi diyalektiğini, kendi fikir süzgecinden geçirdiği iktisat anlayışını, modern iktisat teorilerinin karşısına çıkarmıştır. Ancak Kumandan’ın isminin önünde “profesör, doçent vb.” unvanları olmadığı için eser gereken alakayı görmemiştir. Bugün iktisat fakültelerinde, modern iktisat teorisyenleri olarak Keynes, Adam Smith gibi batılı isimlerin teorileri okutulurken, karşısında yerli ve milli bir fikir inşa etmiş olan Kumandan’ın eseri göz ardı edilmektedir.
İşin entellektüel boyutu bahsettiğimiz şekilde iken toplumun en alt tabakasına kadar unvan ve etiket edinme kaygısı herkesi sarmış vaziyettedir. Söz gelimi doktor olmak istediğini söyleyen bir çocuğa, neden doktor olmak istiyorsun diye bir soru yöneltildiğinde, modern toplumun içinde büyümüş olmanın verdiği zihin, ruh bunalımının yanı sıra faydacı düşüncenin etkisiyle “toplumdaki konumu veyahut maddi getirisi sebebiyle” cevabını almak kuvvetle muhtemeldir. Oysa doktor olmak istemenin birincil sebebi insanlara yardım edebilme şansı, Allah’ın Şafi İsm-i Şerifi’nin doktorun eliyle tecelli bulması olmalıdır. Bu ahlâki ve fıtri düşünce artık ikinci, üçüncü planda olmaktan dahi çıkmış zihinlere uğramaz olmuştur.
Günümüzde meslek seçimleri ferdin kabiliyetine veya fıtratına uygunluğuna bakılmaksızın, maddi kaygılar çerçevesinde gerçekleşmektedir. En çok para ve mevki getiren meslek en çok rağbet gören meslek konumundadır. Durum böyle olunca birincil gayesi para kazanmak olan meslek elemanları her alanda çoğalmaktadır. Şimdi bir düşünelim. Maksadı yalnızca para olan birisine doktor mu denir yoksa diplomalı katil mi? Veyahut ders verdiği öğrencilerini sıralarda oturan müşteriler olarak gören, “ders anlatmasam da maaşımı alırım” diyebilen bir öğretmen, hangi çocuğa, ne öğretebilir?
Cemiyet fert fert birbirine bağlı örümcek ağı gibidir. Nasıl örümcek ilmek ilmek ağını dokuyorsa ve bir ilmekte yaşanan sıkıntı ağın tümüne zarar veriyorsa, ferdin teamülleri de zamanla cemiyete sirayet eder. Cemiyet içerisinde vazifesini ahlâki bir şuur ile değil, maddi kaygılar ile gerçekleştiren fertlerin sayısı arttıkça fayda odaklı cemiyetin doğuşu kaçınılmaz olur. Modern toplumun içinde bulunduğu vaziyet tam da budur. Fayda odaklı düşünen fertler artmış, ahlâki ve fıtrî düşünen fertlerin sayısı azalmıştır. Sorunun temelinde ise geleneksel cemiyetlerde hâkim olan “inandığım gibi yaşarım” düsturunun yerini modern topluma geçiş ile birlikte “yaşadığım gibi inanırım” anlayışının almış olması yatmaktadır. İnandığı gibi yaşayan insan, cemiyet içindeki tüm ilişkilerinde ahlâki ve fıtrî davranır. Yaşadığı gibi inanan insan ise kendi söylediğinden başka doğru kabul etmez, faydacıdır, dünyevi getirisi olmayan hiçbir işe girişmez, narsisisttir, kendinden başka kimseyi düşünmez.
Değişimin diğer bir sebebi ise modern zamanda eğitim-öğretim anlayışında sapmanın yaşanmasıdır. Geleneksel cemiyetlerde eğitim-öğretim iç içe geçmiş bir muvazene içinde hareket eder. Eğitim-öğretim arasındaki ayrım modern topluma geçiş ile yaşanmıştır. Geleneksel cemiyetlerde böyle bir ayrım yapılması anlamsızdır. Çünkü çocuk ahlâki ve fıtrî eğitimini aileden almaya başlar. Cemiyet içindeki diğer kurumlar aynı fıtrî eğitimin devamı niteliğindedir. Örneğin Osmanlı’da, tekkeler bu görevi üstlenmişlerdir. Ailede başlayan eğitim-öğretim tekkelerde aynı çizgide devam etmiş kopukluk yaşanmamıştır. Modern eğitim sisteminde ise eğitim-öğretim birbirinden ayrılmıştır. İşlevini ve mahiyetini kaybetmiştir. Her ne kadar süslü cümleler ile modern eğitim-öğretimi övseler de aslında kapitalist düzeninin eğitim-öğretimi yine kapitalist düzene hizmet etmektedir. Modern eğitim sistemi içinde öğretimin amacı, kapitalist düzenin çarklarını işletecek insanlar yetiştirmektir. Eğitimin amacı ise bu kapitalist sistemin işleyişine boyun eğecek insanlar yetiştirmektir. Kısaca geleneksel cemiyetlerde var olan ahlâki, fıtrî eğitimin yerini modern toplumda faydacı-kapitalist eğitim almıştır.Bu eğitimden geçen modern insanlar da kendi cemiyetinden kopuk, yerli ve milli değerlerine yabancı hatta düşman birer mankurt olup çıkmışlardır. Kumandan “Büyük Muztaribler I. Cilt” isimli eserinde bu mankurt tipleri şu şekilde ifade etmiştir:
“Bunların seviyesini tayinde en güzel tabir, Fransızların “Culture de Coporal-Onbaşı Kültürü” dedikleri ölçüdür:
Onbaşı kültürü, cihanı bütün meseleleriyle ilkokul okuma kitabı çapında tanıdıktan sonra bu tanımayı kültür zannetmek ve artık hiçbir meseleye nüfuz edemez olmak, bilme ve anlama istidadını da kaybetmek diye ifâde edilebilir. Onbaşı kültürü, bazı meselelerin kabuğunu görüp içine ebediyen yabancı kalmanın ve sefil bir fikir çilesizliği içinde mağrur bir hamakat edasına bürülü, rol kesmenin ve lûgat paralamanın en canlı ifâdesidir.”
Kumandanın ifâdesi cemiyetin en alt tabakasından “aydın” diye tabir edilen isimlerine kadar modern insanın içinde bulunduğu durumu gözler önüne sermektedir. Modern eğitim sistemine tabi tutulan fertlerin meselelere derinlemesine nüfuz etmesi beklenemez. Aldığı eğitimin amacı, kapitalist sistemin bilimsel bilgi diye sunduğu bilgileri yığmaktan ibarettir.
Tüm bunların ışığında toparlamak gerekirse; modern toplum faydacı toplumdur. Geleneksel cemiyetlerde var olan ahlâki-fıtri düşünceler ve filler modern toplumda yerini faydacı-narsisist düşünce ve fiillere bırakmışlardır. Hâl böyle olunca cemiyet içinde işini hakkıyla yapmaya çalışan, görevini ahlâki bir şuur ile ifâ eden fertlerde ciddi azalma olmuştur. Maddi kazanç birinci sırayı almış,her şeyin değeri para ile ölçülür hale gelmiştir. İnsan, içine dönüp bakmak aslî vazifesinin farkına varmak zorundadır. İç oluş ıstırabına bir nebze olsun gark olabilen dışını düzeltmeye koyulur. İçinde bulunduğumuz modern zamanda ise durum tam tersi bir seyir izlemektedir. İç oluştan ziyade makam, mevki, para, güç, iktidar önemli görülmektedir. Baştan ayağa tüm toplum “Olmadığı mânânın malikî görünme” derdine düşmüştür. Mânâya nüfuz etmeden, çilesini çekmeden meyvesini yemenin çabası…
Allah Rasulü (S.A.V) birisi ile konuşacağı zaman, sadece boynunu o yöne çevirmekle kalmaz, tüm uzuvları ile konuşan kişiye yönelirdi. Bu tavırda konuşana saygı göstermenin yanı sıra şöyle bir hikmet mevcuttur: Bir işe kalkışacağın zaman tüm benliğin ile o işe yapışmak gerekir. Bütün kuvvetini, ruhunu o işi hakkı ile yapabilmek adına ortaya koymak gerekir. Ancak böyle olduğu takdirde fertten başlayan ahlâki şuur cemiyetin tümüne yansıyabilir. Şah-ı Nakşibend (K.S) Hazretleri “sıhhat bulmak için her şeyden evvel hasta ve mariz olan kimsenin hâlini bilmesi, devâ istemesi şarttır” buyurmuşlardır. Modern toplumun ahvâli ortadadır. Yapılması gereken ise modern toplumun marazlarını görüp, cemiyet içindeki tüm faaliyetlerinde ahlâki şuur ile hareket eden fertlerin sayısının artışına zemin hazırlayacak büyük inkılabı gerçekleştirmektir. Üstad’ın dediği gibi “Ve bir devrim, evvelâ devrimi devirecek”. Modern devrim devrilecek, İslam’ın devrimi gerçekleşecektir. Muhakkak ki “Kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.”
Yazı: Muhammed Yılmaz
Aylık Dergisi 167. Sayı, Ağustos 2018