Önce, yoldaşım Eyüp Gökhan Özekin’in nefis tespitini alıntılayarak başlayayım: Dücane (Cündioğlu), Talha Hakan (Alp) ve benzerleri şu yüzden önemli. Bunlar, Müslümanları “dışarı çıkarma” işini büyük bir hevesle yapıyor. Çünkü insana veya dünyaya dair söyleyebilecekleri başka bir şey yok. Tüm sermayeleri ‘bize” ve “buraya” dair. Başka bir alana hevesli değiller çünkü başka bir alanda anlamlı değiller. Taşralılıktan “kentliliğe”, gelenekten “yeniliğe” sıçramaya çalışan ezik muhafazakârlar da bunların müşterisi oluyor. Muhafazakâr kitleye hitap etmeyi terk etmiyorlar, çünkü tüm “numaraları” burada. Misak-ı Milli sınırlarının dışında hiç olmalarını geçtim, ülke içinde seküler çevrelerde bile hiçler. O yüzden “bize” tebelleş olmayı bırakmıyorlar. Hep bu mahalledeler, buralarda geziniyorlar. Öyle olunca mahalleli de denk geldi mi taş falan atıp uzaklaştırmaya çalışıyor.

Bu, burada bir dursun.

Türkiye’de seküler çevrelere yanlayan yarı-aydın eziklerin hâl-i pürmelali tam tamına böyledir. Bir kabullenme telaşı, bir yamanma neşesi ile eli artırdıkça artırırlar ve sonunda bir şekilde delirirler.

Acıklı bir hal doğrusu…

Diğer taraftan din, diyanet, İslam ilkeleri, İslam’ın bilgi teorisi gibi meselelerde hiç, ama gerçekten hiç fikri olmayan sekülerlerin din hakkında kestiği ahkâmlarsa çok daha acıklı bir manzara oluşturur. Ağırlıklı olarak seküler çevrelere yanlayan yarı-aydınlardan elde ettikleri bilgi kırıntılarıyla sıraladıkları eleştirilerin hiçbir iler tutar yanı yoktur. Din konusundaki sınırsız, uçsuz bucaksız cehaletlerini üzerimize boca ederken sergiledikleri özgüvenin de ucu bucağı yoktur bu arada.

Din konusunda her şeyi bir şekilde hallettiğini düşünerek gerinen bu kitleyi rehabilite etmek, doğrusu pek mümkün de görünmüyor.

Bir kere yazmıştım, yine yazayım. Batı toplumlarında “tarih yazım metodu” olarak ortaya çıksa neredeyse tapınacakları “hadis derleme metodu” hakkında hemen hemen hiçbir bilgi sahibi değillerdir mesela. İslamoğlu gibiler bunlara “ya aslında hadisler yalan, her şey Kur’an’da yazıyor kardeşim” dediği için bunlar “yokmuş abi hadis falan” deyip; gördükleri her bilgiye “Kur’an’da yazmıyor ki bu” cümlesini yapıştırıp “alanında uzman” olduklarını varsayarlar.

Kendimize gelmek ve gerçeği kavramak Kendimize gelmek ve gerçeği kavramak

Önce bir hakkı teslim edeyim. Aslında İslamoğlu bile, onca yanlama çabasına, onca uğraşına rağmen hadis literatürünün tamamını inkâr edecek pişkinliğe erişemedi malum. Ama işte bu cahil seküler kitle, onu bile yanlış anlayarak devam ediyor yoluna. Düşünün düştükleri cehalet çukurunun derinliğini.

Misal ben akışkanlar mekaniği hakkında “aslında akışkanlar mekaniği hakkında sonradan üretilen her bilgi yalan. Frank M. White’ın kitabında yazıyor her şey. Ben de bunları toplamda 40 cildi bulan kitaplarımda açıklıyorum” desem muhtemelen bana ya “deli” ya da “uyanık tüccar” dersiniz ama işte İslam hakkında bunu böylece söyleyen adamların söylediklerini “güvenilir veri” kabul ediyor bizim sekülerler.

Bunu da bence çok temel bir eziklik yüzünden ilerletiyorlar. Dini ve dindarlığı bir “ahlaki üstünlük” meselesi olarak ele aldıkları için o alanı da kimselere bırakmamak gibi bir hırsa kapılıp sürekli zırvalıyorlar.

Oysa çok basit iki şey yapabilirler. Birincisi şu: Dini, İslam’ı, İslam’ın ilkelerini “büyük İslami bilgi geleneği” içinden okuyarak kafalarını bu konuda rahatlatıp varsa eleştirilerini bunun üzerinden sıralayabilirler. Böylelikle, hiç olmazsa “saygın bir eleştiri zemini” oluşturabilirler. Bu, biz Müslümanların dersini daha iyi çalışmasını da beraberinde getirir ki büyük bir hayır hâsıl olur buradan. Ama düzey “bu dediğin Kur’an’da yazmıyor ki” düzeyi olunca yahut tevekkül kavramını “fakirlik önerisi” gibi anlayabilecek kadar zihinsel bir sefalete düşülünce ciddiye alınacak bir tarafı kalmıyor bizim açımızdan meselenin.

Bunu yapacaklarını sanmıyorum.

İkincisi de şu: Rahat bırakabilirler. Dini, İslam’ı, İslam’ın inanç ve ibadet ilkelerini bilmediklerini, bu konuda cehaletin dibinde yüzdüklerini fark edip rahat bırakabilirler. Hem bizi hem de İslam’ı.

Bunu da yapacaklarını sanmıyorum.

Ne yapalım? Bu kara cahillerle bir arada yaşamak da bizim nasibimiz imiş. Görüyor musun “nasip” dedim. Sorun bakalım İslamoğlu’na “nasip” kavramı Kur’an’da geçiyor muymuş ve “bize Kur’an yeter” diyen akıl hocanız bunu kitaplarının hangisinde açıklamış?

İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak