ABD’nin Suriye’den askerlerini çekme kararı alması ve ardından gelen istifalar “Astana Üçlüsü”nün Ortadoğu’da ABD’ye galip geldiği anlamına mı geliyor? Bu noktaya nasıl ulaşıldı?
Birincisi; hem Astana Üçlüsü hem de bu bağlamda Türkiye’nin Suriye’ye girişi, hem Suriye iç savaşının seyrini hem de ABD’nin Suriye ve Irak merkezli politikalarının bir anlamda sonunu hazırladı. Dolayısıyla, 27 Haziran 2016’da Rus uçağının Suriye’de düşmesi sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üzüntülerini bildiren mektupla başlayan süreç, Suriye iç savaşındaki dengenin ABD aleyhine bozulmasıyla neticelendi. Hatırlarsanız, 2011’den 2015’e kadar Suriye ve İran ikilisi artık oradaki iç savaşta sıkışmaya başlamıştı. Eylül 2015’te Rusya’nın Suriye’ye girişiyle birlikte oradaki savaşta yeni bir denge belirdi; ama bu denge oradaki iç savaşın daha da uzayacağı ve şiddetleneceğiyle ilgili birtakım emareler gösterdi. Bu dengeyi Türkiye’nin Rusya ve İran’la birlikte rol aldığı 27 Haziran sonrası süreç bozdu. Dolayısıyla Astana Süreci bir defa Suriye ve Ortadoğu’daki ABD politikalarının insicamını büyük ölçüde etkiledi. Ondan sonrası itibariyle ABD bir taraftan Türkiye’yi kazanmaya yönelik hamleler yaptı. Bunun en son iki örneği, Patriotlar ve Fırat’ın doğusundan çekilmeyle ilgili açıklamalar olmuştur. Diğer taraftan da ABD Türkiye’yi zaman zaman tehdit etti. Gerekirse Türkiye’nin NATO’dan çıkartılabileceği konuşuldu; Fırat’ın doğusuna gizli olarak bir “BOP Kürdistanı”nın veya “İkinci İsrail”in kuruluşuna zemin hazırlığı vardı. Daha ötesi Türkiye bu dayatmalara riayet etmediği takdirde ciddi yaptırımlar gündemdeydi.
 
“ABD Türkiye’nin Şakası Olmadığını Anladı”
 ABD kongresinde F-35’lerin gündeme getirilişi, Halkbank davası...
Onunla birlikte ekonomik baskılar, dolar baskısı, bütün bunlarla birlikte 2016’dan beri Türkiye-Rusya-İran üçlüsünün hamlelerini ve ittifakını bozmaya yönelik adımlar atıldı. En son Tahran’daki zirvede ABD bir fırsat yakaladığını zannetti. Dikkatinizi çekmiştir; Tahran’daki masada yaşanan İdlip’le ilgili bunalım nedeniyle hem Avrupa kanadı hem ABD, durumu kendi lehlerine kullanmak için beklenti içindeydiler. Bu anlaşmazlık, Tahran zirvesinden on gün sonra Soçi’de bozulunca Amerikalılar sükut-u hayale uğradı. ABD’nin Astana’ya karşı çıkışı şu ana kadar herhangi bir sonuç vermedi. Bilakis ABD artık şunun farkına vardı; Türkiye hakkında ısrarlarına devam ederse eğer, sadece Türkiye’yi kaybetmekle kalmayacak, Balkanlardan Karadeniz’e, Ortadoğu’dan Afrika’ya, Kafkasya’dan Güney Asya’ya doğru çok geniş bir jeopolitikte kaybedecek. ABD sonunda bir tercih yapmak zorunda kaldı ve görünen o ki 2016’da yaptığı hataya kendi içindeki birtakım mukavemetlere rağmen bir daha düşmek istemedi. Hatırlatmak gerekirse 2016’da ABD, Türkiye-Rusya arasındaki krizi fırsata çevirmek amacıyla Türkiye’nin Rusya karşısındaki zor durumundan faydalanmak suretiyle Türkiye’yi PYD-PKK hakkında birtakım projelere ikna etmek istemişti. Fakat Türkiye, önce ABD’yi müttefiklik noktasında sorgulamış, ardından ABD, PKK-PYD’yi sahadaki müttefiki olarak tanımlayınca, Ankara’nın Rusya’yla olan mektuplaşmasıyla ilişkiler normale dönmüştü. ABD şu an görünen o ki, Türkiye’nin Cerablus, El-Bab ve Afrin’deki kararlılığı sonrası her şeyi göze aldığını görmüş vaziyette. Türkiye’nin şakası olmadığını anlamış durumda. İki açıdan; birincisi Türkiye güneyinde bir “terör koridoru” istemiyor. İkincisi, bunu her ne pahasına olursa olsun engelleyeceğini açıklamaya devam ediyor. Buradaki “her ne pahasına olursa olsun” ifadesi ABD’ye, “gerekirse seninle de savaşmak üzere...” diye net tavrını ortaya koymuş durumda. Burada bir hususun altını çizmek lazım; Türkiye, güneydeki terör koridoru ve bölgedeki çıkarları bağlamında sadece ABD’ye karşı değil, yeri geldiğinde İran ve Rusya’ya karşı da tavrını ortaya koyuyor. Nitekim bunu da Tahran’daki zirvede net bir şekilde gösterdi.
 
“Türkiye-ABD Arasındaki Krizin Asıl Adı İran’dır”
 Burada Türkiye’nin dış politikada elini güçlendiren unsurlar nedir?
Türkiye’nin en önemli avantajı uluslararası konjonktür. Bu konjonktür Türkiye’nin dış politikasında geniş bir manevra alanı tanıyor. Bu alan Türkiye’nin önüne koyduğu hedefleri gerçekleştirmesinde büyük bir katkı sağlıyor. Bu, ABD’nin test ettiği 25 Eylül Irak’ın kuzeyini kapsayan referandum krizinde görüldü; ABD geri çekilmek zorunda kaldı. Hem de Cerablus-El-Bab-Afrin’de görüldü. Aslında Türk-Amerikan ilişkilerindeki krizin gerçek adı İran’dır. ABD, Türkiye’nin İran konusundaki kararlılığını gördükten sonra hemen Türkiye’yi hedef alan dolar hamlesini gerçekleştirdi. Bu hamle kamuoyunda daha çok Brunson bağlamında yaşanan krizin sonucu olarak değerlendirildi; ama o tarihlere bakıldığında Türkiye’nin İran’la ilgili tavrının netlik kazanmasından sonra doların birdenbire yükseltilmesiyle karşılık buldu.

Yani İran’a yönelik yaptırımlara tavrından dolayı?
Evet. Türkiye, ABD’nin yanında yer almayacağını açıkladı. Yanılmıyorsam Ağustos 2018’de ABD’nin ilk yaptırımları başlamıştı. O tarihlerde Cumhurbaşkanı ve dışişleri tavırlarını net biçimde koyduktan sonra... Nitekim Kasım ayına gelindiğinde Türkiye, uygulanan yaptırımda “muaf ülkeler listesi”ne 6 aylığına da olsa alınmak zorunda kalındı. Aksi halde Türkiye’yi tamamen kaybedeceğini gördü ve şu an ABD’nin Türkiye’yi tamamen kaybetme lüksü yok.

İran neden bu kadar önemli?
ABD, Türkiye’yi İran hususunda hem kendisi hem de bölgedeki müttefikleri ve vekâlet ettiği birtakım üzerinden ikna etmeye çalıştı. Zira ABD biliyor ki, Türkiye’yi ikna etmeksizin İran’a yapılacak operasyon veya yaptırımlardan etkin bir sonuç alması mümkün değil. Bunun nedeni de şu; İran’ın komşularına bakıldığında biri Türkiye, diğeri Türkiye’nin çok yakın ilişki sürdürdüğü Pakistan, hemen kuzeyinde Türkmenistan ve Azerbaycan olarak Türk dünyası, güneye indiğimizde Suudi Arabistan ve Irak var. Tüm bu coğrafyaya bakıldığında Ermenistan dışında Türkiye bütün ülkeler üzerinde doğrudan veya dolaylı bir etkiye sahip. Dahası bu ülkelerdeki nüfus, etnik ve mezheb bakımından Türkiye’ye daha yakın. İran içerisindeki etnik yapıyı da buna ekleyebilirsiniz. Bu da Türkiye’nin bütün aktörler arasında daha fazla dikkate alınmasını gerekli kılıyor. Gerek Katar-Suud krizi, gerek Irak krizi Türkiye ve İran’ı karşı karşıya getireceğini veya İran’la söz konusu ülkeleri karşı karşıya getireceğine daha farklı bir tablo ortaya çıktı; İran dışişleri ve genelkurmay heyeti Türkiye’ye geldi ve iki ülke birbirine yakınlaştı. Böylece ilk olarak İslâm milletleri içinde bir iç savaşın tarafları olmayacaklarını, ikincisi böyle bir savaş durumunda kayıtsız kalmayacaklarını Suudi Arabistan ve diğerlerine böyle bir savaşı Türkiye olmadan başlatamayacaklarını net bir şekilde hissettirdi. Sünni gövde bu anlamda harekete geçirilemedi. İran’ın da, içeriden DAİŞ saldırılarına rağmen akıllı ve duyarlı adımlar yanında PKK aleyhine de tavrı belliydi. İran’ın daha önceki büyükelçisinin 28 Aralık 2017 sonrası Türkiye’nin İran’a verdiği destek nedeniyle teşekkürlerini iletmesi; belki de İran içindeki etnik unsurları harekete geçirme noktasında birilerinin beslediği hayallere de Türkiye geçit vermedi. Tahran zirvesi istisna, Türkiye-İran arasında güven süreci inşa edilmiş görünüyor.
 
“Çin, ABD’yi Doğu Akdeniz’de Karşısına Aldı”
 ABD sadece 2000 özel kuvvet askerini çekeceğini açıkladı. Oysa Suriye’de 18 noktada Amerikan üssü var. Öte yandan bölgede birinci derecede tehdit olan İsrail, ABD’nin bu kararını beklenenden rahat karşıladı. Gelişmeyi bu yönden de değerlendirmek gerekmiyor mu?
Birincisi şu; bu çekilme kararıyla Türkiye’ye verilen mesaj, Fırat’ın doğusunu merkeze alan “BOP Kürdistanı” projesini en azından dondurmuş görünüyoruz. İran ve Türkiye’nin tepkisi sonrası Barzani sıkıştı ama bölgedeki sürecin sonra erdiği anlamına gelmez. En uygun zaman yine de beklenecek. Aynı durum Suriye’nin kuzeyi açısından da geçerli. ABD öncelikleri ve gücü noktasında yeni bir durum değerlendirmesi yaptı. ABD Irak’ta çıkmazda...

ABD’nin dışarıda çıkmazlara girişi hangi sebeplerden kaynaklanıyor?
ABD bunun dışında Ukrayna ve Baltıklarda, diğer bölgelere konsantre olamıyor. ABD Ortadoğu’da kaldığı sürece Asya-Pasifik merkezli ortaya koyduğu hedefleri gerçekleştiremeyecek. Bu da, Trump’ın gelişiyle başlattığı Çin-Rusya hedefinden uzaklaşması demek. Dikkatinizi çekerse, Çin donanması 2015’ten itibaren Doğu Akdeniz’de. Çin donanmasının Doğu Akdeniz’de ne işi var?

Yani Çin, ABD’yi Akdeniz’de mi karşılamaya başladı?
Evet. Çin, ABD’yi Akdeniz’de karşılamak, oyalamak ve zayıflatmak istiyor; ABD’yi yakın çevresinde görmek istemiyor. Bundan dört ay kadar önce Suriye’de, ABD-Rusya arasında gerginlik olmuştu. Rus güçlerinin hedef alınmasıyla ilgili. O sırada Çin, “eğer Rus donanması hedef olursa biz de Rusya’nın yanında yer alıp cevap veririz.” demişti. Çin, ilk defa bu kadar açık, denizaşırı bir yerde ABD’ye meydan okudu. Bu bir dönüm noktasıydı. Güney Çin denizinde aralarında gerilim vardı; ama Çin denizaşırı tavrıyla ABD’nin kriz içinde boğulmasından yana. Nitekim sayın Çavuşoğlu, “ABD Suriye’de daha fazla kalmak istemiyor” demişti. ABD Suriye’den çekilmek istiyor.

Bu durum Pentagon-CIA-Washington arasındaki bunalımın ortadan kalktığı anlamına mı geliyor?
Sonuçta, hepsi açısından ortak tehdit Çin. Çünkü meydan okuyan güç Çin. ABD artık Afganistan merkezli olarak Orta Asya’ya yönelik hamlelerini daha da artıracak. Dünya bundan sonra “yeni Ortadoğu” olarak Orta ve Güney Asya’yı konuşacak. Durum bu. Mesele, Çin’in buradaki en büyük projelerinden biri olan “Bir Kuşak Bir Yol”, daha net ifadeyle modern ipek yolu projesinin akamete uğratılmasıyla alakalı. Zira ABD’nin şu an yerleşmeye, istikrarsızlaştırmaya çalıştığı bölgelerde “ipek yolunun güvenliği” meselesi konuşulacak. ABD bu güzergahı güvenliksiz, istikrarsız hale getirmeye çalışıyor.
 
“ABD Artık Batı’nın Lideri Olarak Görülmüyor”
 Yani Pakistan, Afganistan gibi ülkeler?
Tabiî. ABD izlediği politikalardan dolayı Türkiye, Afganistan, Pakistan’ı kaybediyor. Suudî Arabistan’ı kaybetmeye başladı. ABD bu ülkeleri tekrar kazanmanın peşinde fakat nasıl yapacağını bilmiyor. Avrupa sacayağını da büyük ölçüde kaybetmiş vaziyette. Diğer önemli sacayağı ise Asya Pasifik. ABD’nin Batı üzerindeki liderliğini kabul etmeyen bir Avrupa var bugün. Alman Dışişleri Bakanı önceki Sigmar Gabriel, “Amerika artık Batı’nın lideri değildir” dedi. Bunun daha ötesi var mı? Mevcut Dışişleri Bakanı Heiko Maas ise, “ABD izlediği himayeci, içe kapalı politikalarla kapitalist liberal düzenin temsilcisi olamaz artık. Bunu AB olarak biz üstlenmek durumundayız” dedi.

Yunanistan-Kıbrıs Rum Kesimi-Mısır ve İsrail... Akdeniz’deki enerji çatışmasını Türkiye açısından değerlendirebilir misiniz?
Onlar tabiî ki kendi çıkarları açısından orada bulunmaya çalışacak. Yunanlılar konuşabilir. Ancak Türkiye ve Rusya şu an Doğu Akdeniz’de birlikte hareket ediyor. İleride buna başka devletler de dahil olabilir. Çünkü burada esas olan Rusya-Türkiye ikilisi. Türkiye ciddi anlamda Rusya’nın “sıcak denizler”e inmesine göz yumdu. Aksi takdirde Akdeniz’de yalnız kalacaktı. Rusya da zaten Yunanistan’a tepkisini koydu. Yunanistan açısından işler o kadar kolay değil. Öte yandan Almanya da Akdeniz’deki gelişmelerden çok memnun değil, onlar da orada varlık göstermek istiyor. En son İstanbul’daki dörtlü zirvede yapılan açıklamalara baktığımızda sanki Suriye merkezli olarak “Avrasya” üçlüsü veya dörtlüsü şekilleniyor. ABD artık caydırıcı olamıyor. 2008’deki Abhazya-Güney Osetya’da beliren Rus kuvvetini engelleyemeyişinden bu yana böyle. Daha sonrasında Kırım ve Doğu Ukrayna’da da etkili olamadı.
 
“2019’da Yeni Bir Dış Politika Konuşulacak”
 Türkiye dışişleri “Esad’la görüşülebilir” dedi. Bu açıklamaya nasıl bakılmalı?
Biz artık 2011-12’nin Ortadoğu ve Suriye’sini ve o dönemin dış politikasını konuşmuyoruz. 2019’da yeni bir Türk dış politikası var. 2018’in sonlarında bunun sinyalleri verildi. Nasıl Türkiye-Irak-İran ve Rusya’nın desteğiyle Irak’ın kuzeyinde ABD dış politikası akamete uğratıldıysa, aynı şekilde Esad rejimi ön plâna çıkmamakla birlikte sonuçta Türkiye-Rusya-İran ve Suriye’nin ortak hareket edişiyle ABD askeri anlamda hezimete uğratıldı. Şu an öyle görünüyor ki Türkiye, askerî üslerinin sayısını daha da artıracak. İzlediği politikalar bunu gösteriyor. Katar üzerinden de Türk askerî üslerinin ne anlama geldiğini bölge gördü. Katar’da oynanmak istenen oyun oradaki Türk üssünün varlığı sayesinde bozulmuştu. En son Kızıldeniz’deki iki ada, Suudi Arabistan tarafından tahsis edildi. Somali’de, Cibuti’deki üssü yanında önümüzdeki süreçte Doğu Akdeniz hattında Türkiye askeri üs sayısını artıracak. Yarın bir gün Suriye’de de askeri üs kurulursa şaşırmamalı. Kıbrıs’ta yeni bir üs, ileride bunlara Lübnan ve Libya da dahil edilebilir.
 
“ABD O Silahları Geri Alacak Veya Türkiye El Koyacak”
 Suriye’de yapılacak seçimler ve yeni anayasa sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlk önce Türkiye içerisindeki aşiretler destek açıklamasında bulundu. Arkasından Irak’ın kuzeyindeki 63 Kürt aşireti 2006-7 yıllarında Türkiye’ye destek açıklamasında bulundu. Türkiye, sahada güçlendikçe aşiretler mesajlarını veriyor. Bu aşamaya gelişte de Türkiye’nin sahayla kurduğu iletişim ve etkileşimin sonuçlarıdır bunlar. Bu Fırat’ın hem batısı hem doğusu için geçerlidir. ABD’nin yanında PKK-PYD bu aşiretleri kazanamadığı gibi karşısına aldığı için orada bir taban kuramadılar. Bunun umuma duyurulması söz konusu. PKK tasfiye sürecine girdi. Suriye’de bu yapı için yığılan silahları da ya Amerika geri alacak veya Türkiye el koyacak.

Amerika’nın geri alması beklenmediğine göre?
Bunun ötesi yok. Türkiye bu silahların başka grupların eline geçmesine müsaade etmez. Ya ABD geri alacak yahut Türkiye daha önce olduğu gibi el koyacak. ABD ne kadar silah verirse versin oradaki unsurlarla sonuç alamayacağını görmüş vaziyette. ABD çekilme hareketiyle şu mesajı veriyor; “nasıl bir yeni dönem başlatılabilir?”... Bundan sonra yeni bir süreç başlatılabilir ama ABD’nin samimi, tutarlı, güven verici olması gerekiyor ancak bugüne kadar bu gerçekleşmiş değil. Türkiye, “terör örgütleriyle beni tehdit etmeye kalkma yoksa seni onlarla birlikte oradaki çukurlara gömerim” diyor. Bu kadar net. Bundan sonra Aralık 2007’de olduğu gibi yeni bir zirveyle başlangıç yapmak isteyebilirler.
 
“Türkiye Çok Kutuplu Dünyada Kutuplardan Bir Kutup...”
 Suriye anayasası üzerinde “Astana Üçlüsü” arasında herhangi bir bunalım ihtimali var mı?
Hayır. Türkiye ve Rusya, esas itibariyle 16 Kasım 2001’den itibaren Avrasya merkezli yeni dünya düzeni ve yeni uluslararası sistemin inşası noktasında birlikte hareket etme kararı almış durumda... 16 Kasım 2001, Avrasya’da İşbirliği Eylem Plânı. Burada alınan karara göre Türkiye ve Rusya “çok kutuplu dünya”dan yana olduğunu ortaya koymuştur. Bunun anlamı, ABD’nin “tek kutuplu dünya” anlayışına, ABD’nin müttefiki olmasına rağmen Türkiye karşı çıkmıştır. İkincisi, Türkiye ve Rusya, ABD’nin Avrasya merkezli kendilerine yönelik tehdidini görmüştür. Bu anlamda “defacto” bir ittifak yapmıştır. Üçüncüsü çok kutuplu dünya üzerinde yer almak noktasında iradelerini ortaya koymuştur. Türkiye boyutuyla bakıldığında, sayın Cumhurbaşkanı’nın “Dünya beşten büyüktür” mesajı; “çok kutuplu bir dünya olacak Türkiye de İslam dünyasında bir kutup olarak yerini alacak” anlamına gelirken, aynı zamanda Türk İslam dünyasındaki boşluğu doldurma yönünde güçlü adımları işaret etmektedir. 16 Kasım 2001’i tamamlayan ikinci önemli gelişme, Mart 2002’de, Harp Akademileri’nde Tuncer Kılınç paşanın yaptığı açıklamadır. Kılınç paşa, “Batı’yla olan ilişkilerimize denge getirilmesi adına,” yani Batı’yı tamamen dışlamadan, “Türkiye-Rusya-İran üçlüsü kurulmalı” demişti. Ve bugün dış politikası açısından da var olan aynı üçlüdür. Bu anlamda Suriye’deki yeni anayasa üzerinde mutabakata varıldı ve bir yol kazası istemiyorlar. En son Kasım ayında Rus uçağının düşüşünden İsrail sorumlu tutulmuştu. Karlov suikasti de bu amaçlaydı. Bu üçlü aralarında iletişim kurmadan herhangi bir adım atmıyor.

İngiltere’nin “Karadeniz Rus gölü değildir” şeklindeki çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İngiltere Brexit sonrası “çok kutuplu kurulmakta olan yeni dünya düzeninde ben de varım” şeklinde yeni gövde gösterilerinde bulunmaya çalışıyor. Elbette Karadeniz bir Rus gölü değil. Aynı zamanda Türk gölü. Dolayısıyla Türk-Rus ortak tutumu bölgeye bir üçüncü gücün girmemesi. Bu en başından beri ABD idi. Bunu diğer güçler de takip edebilir. Rusya’nın da Türk akımı, S-400, Suriye dahil, Türkiye’nin istikrarlı politikası ve Karadeniz’de takındığı tutum önemli. Ukrayna ile Rusya’nın Kerç boğazında yaşanan kriz sonrası Ukrayna Türkiye’nin Rusya’ya boğazları kapatmasını istedi. Bu olmayacak bir talepti.


Baran Dergisi 624. Sayı