Büyük Doğu Dergisi’nde yayınlanan yazıda Prof. Dr. Rıdvan Balkır, Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki etkilerini ele alıyor. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren Yahudilerin iç politikaya ve ekonomiye müdahale ettikleri, Sarı Selim döneminde ise bu etkinin daha da arttığı belirtiliyor. Yasef Nasi'nin Yahudi nüfuzunu artırmak için yaptığı faaliyetler, padişahlar üzerindeki etkileri ve sonuçları vurgulanıyor. Ayrıca, Yahudi etkisinin Osmanlı'nın sosyal ve ekonomik yapısına nasıl zarar verdiği anlatılıyor.

Tarihimizin inhitat devri başlangıcında üzerimize üşüşen çürütücü dış tesirlerden başlıcası, Yahudi hulûlüdür. «Taht-ı âlibahtımın ednâ payesi kasr-ı Kayser ve milk-i mevrusumun bir katresi milk-i İskender» diye haraca bağladığı Batı dünyasının Krallarına tarihte bir misli görülmemiş bir gururla hitabeden Kanunî Sultan Süleyman, farkında değildir ki, içerden koskoca imparatorluğu ilk defa Yahudi hulûlüne kendisi açık bırakmıştır.

Kanunî'nin oğlu Sarı Selim ki inhitat devremizi en vazıh çizgilerle meydana çıkaran ilk padişahtır - Yahudi bir zevceye malikti: Nurbânû Sultan... Sarayda yahudi nüfuzu bu Kadın Efendi ile beraber başlar. Türk cemiyetinde Yahudi tesirinin en büyük ceddi, pîri ve üstadı olan Yasef Nasi de, işte bu Kadın Sultan vasıtasıyla ki tarihî Yahudi nüfuzu plânının bütün esaslarını, tâbiyesini ve icra yollarını tatbik mevkiine koymuştur.

Yasef Nasi, engizisyon yüzünden İspanyadan kaçıp Türkiye'ye sığınan bir Yahudi... İspanyolca adı Yuan Mikez... İstanbul'a büyükçe bir servet getirdi ve Kubbealtı vezirlerine bir sürü tavsiye mektubu ulaştırdı. Hemen Nurubânu Sultan vasıtasıyla o zaman Sarı Selim henüz şehzadedir Kanunî'ye intisabın yolunu buldu.

Yasef'in ilk teşebbüsü, ismini Yusuf'a çevirmek olmuştu: Yusuf Nâsî... Nasi ile Nâsî arasındaki fark da açık... Farkında olmayanların bu ismi, Arapça «nâs» kelimesinin nisbet edatıyla biten bir isim sanmaları ihtimali vardır. Türk cemiyetinde Yahudilik plânının, menfi bakımdan Mimar Sinan kadar büyük bu ilk mimarı, derhal kaynanası (Donnagra Çiyamendes) adına bir banka açtı ve derhal mali ve iktisadî sahaya hâkim oldu. Yasef, Kanunî gibi bir padişaha baş vurup, Avrupa'da Yahudilere edilen zulümlere karşı Papaya bir tehdit fermanı yazdırmaya kadar muvaffaktır. Kanunî bu kurnaz ve bilhassa her nabza göre şerbet vermeyi bilen Yahudiden o kadar hoşlandı ki, kendisine «Frenk yoğlu» ismini taktı.

Artık Yasef, Kütahya'daki şehzade Selim'e götürülecek olan 50.000 Düka altını ile 30.000 altınlık mücevherlerim mutemetliğinden Fransa'dan alacağı olan 150.000 Ekü mevzuunda «Françe kralına hitaben Kanunî'den tavsiye ve emir almaya kadar, her türlü itimad ve nüfuza sahiptir.

Hele Kanunî'nin vefatından ve Sarı Selim'in cihan imparatorluğu tahtına geçişinden sonra Yasef Nasi, sarayın ve Kubbealtı vezirlerinin dimağında gizli bir karar ve irade merkezinden başka bir şey değildir. Öyle ki, Sokollu gibi bir vezirden, Endülüs fıkarasını (!) korumak için, Türkiye'ye hicret edecek Yahudilerin üç sene müddetle her türlü vergi ve tekliften muaf tutulmaları yolunda hüküm bile almıştır.

Hasköy mezarlığının Yahudilere tahsis olunması da, İstanbul Kadısı meşhur şair Baki Efendiye kabul ettirilen hakla, o devirde olmuştur.

Yahudi vatanı Yahudi vatanı

Bütün idare mekanizmasına hâkim bulunan muhteşem Sokullu, Yasef Nasi'nin işlerinden başka hiçbir hususta saraydan müdahale görmezdi. Fakat iş bu korkunç Yahudiye taallûk edince; Sarı Selim, zevcesi Nurubânu Sultan yüzü suyu hürmetine, hemen müdahaleye hazırdı. Meselâ Yasef'in Taberiye gölü civarında elde ettiği payansız arazi ve ayrıca Nakşe, Naksos ve Kiklâd adalarının dükalığı, Sokollu'nun nice mâni tedbirine rağmen mahut Yahudiye tevcih edildi.

Ticaret, sanayi, gümrük ve iltizam işleri, Sarı Selim devrinde baştan başa Yahudilerin eline geçti. O zamanlar yine ilk defa olarak Türk parasını alt üst eden oyunlar, meskûkât üzerinde kıymet değişiklikleri, gizli kral Yasef'in emir ve iradesiyle Yahudilerin eseridir. Gizli kral Yasef, idaresine verilen Nakşe adasından Müslümanları koğacak derecede küstahlığını ileriye götürdü. Koca Sokullu, buna da mâni olamadı. Misilsiz bir ırkçılık gayretiyle memleketin her iş bucağına Yahudileri yerleştiren Yasef, Lehistanla Türkiye arasındaki balmumu ticaretini inhisarı altına almaya teşebbüs etti; ve Girit adasından her sene bin fıçı şarap alıp İstanbul'a getirmek için «Emr-i Şerif istihsal etti. Bir taraftan da, piyasada «kızıl ve kırkık akçe» sürdürüp Devlet maliyesini sarsmak ve altınla gümüş fiyatını yükseltmek tâbiyesini ihmal etmiyordu. Sokollu'nun bu hususta aldığı tedbirler ancak kısa bir müddet tesirini gösterebildi. Üçüncü Murad zamanında yine «kızıl ve kırkık akçe» başını aldı, yürüdü.

Yahudilerin yüksek devlet politikası ve Türk içtimaî kalkınması üzerinde de muazzam öldürücü tesirleri oluyordu. Harikulâde bir Doğu idealiyle Karadeniz ve Hazar denizi ve Akdeniz, Kızıldeniz arasında kanal açmak kararını veren ve hatta teşebbüse girişen Sokollu'nun büyük hamlesi, hemen karşısına dikilen Yahudi engeli yüzünden suya düşüverdi. Devrin müspet bilgileri bakımından da cihanda şah devletin, Türk topluluğu olduğunu gösteren ve tatbik mevkiine konmuş olsaydı, belki tarihin seyrini değiştirebileceği mülahazaya lâyık olan Süveyş Kanalı tasavvuru, Sarı Selim tarafından nefretle reddedildi... Zira padişah, Yasef'in telkiniyle, Venedikliler ve Kıbrıs üzerine hareket etmeyi tercih ediyordu...

Görüyorsunuz ki, Garp âleminin bu tasavvurdan asırlar sonra en büyük fen, iktisat ve politika muvaffakiyetlerinden biri diye kabul ve icra ettikleri Süveyş Kanalı harikasını Türk cemiyetine mal ettirmeyen baş müessir, Yahudiliktir! Bu inceliğin ipuçlarını Peçevî, Sahaifül-ihbar, Netayicülvukuat, Sokollu gibi eserlerde bulabilirsiniz.

Avusturya İmparatoru, saray ve Sokollu'ya gönderdiği hediye ve rica mektuplarını Yasef'e de göndermeye başlıyor, bundan Sokollu hayret ve nefretler içinde kalıyordu.

Öbür taraftan Sarı Selim, Yasef'in kuklası vaziyetindeki Nurubânu Sultan'ın oyuncağı sıfatıyla her an ağzına boşaltılan şaraplar yüzünden dimağını içki buharına müptelâ kılacak şekilde mükemmel bir Yahudi eseri haline gelmişti.

Böylece başlayan ve Türk cemiyetini, içinden yiye yiye Tanzimat günlerine kadar bitap ve perişan süründüren Yahudi hulûlü, Tanzimattan itibaren de içerden ve dıştan Masonluk, Avrupa hayranlığı, köksüz ve yalancı inkılâpçılık, harsî ve iktisadî köleliğe can attırmak şekillerinde analarımızı ağlatmayı ihmal buyurmamıştır.

Prof. Dr. Rıdvan Balkır, Büyük Doğu Dergisi - 15. Cilt, 11. Sayı, 17 Mart 1971