Dünün haberi, Merkez Bankası’nın başkan yardımcılarının değişmesiydi malum. Osman Cevdet Akçay, Fatih Karahan ve Hatice Karahan, önümüzdeki zorlu süreçte Merkez Bankası’nı sevk ve idare edecek isimler oldular.
Görebil-diğim kadarıyla borsa yatırımcıları başta olmak üzere tüm “finansçılar” bu atamalardan memnun oldular. Hem Osman Cevdet Akçay, hem Fatih Karahan, hem de Hatice Karahan “dünyanın ekonomik düzenine uyumlanma” konusunda inisiyatif alacak isimler olarak konuşuluyor. Zaten CV’leri de bunu epeyce destekliyor. Ayrıca TCMB Başkanı Hafize Gaye Erkan da “verili ekonomik sisteme uyum sağlama” konusunda herkesin beklentisinin olduğu bir isimdi.
Burada gazetemizin de yazarları arasında olan Hatice Karahan’ın başkan yardımcılığına atanmasını “Hatice Karahan’ın Yeni Şafak Gazetesi yazarı olduğu öğrenildi” cümlesiyle servis eden hazımsız medyaya maden suyu tavsiyesi vermek isterim. Ancak hazmederler. Sanki Hatice Hanım’ın tek ve bilinen özelliği Yeni Şafak yazarı olmakmış gibi yaparak “yandaşlık şayiası” yaratmak istiyorlar. Hatice Karahan CV’sinin zekatını verse bu davarlar ömür boyu “şeref madalyası” diye göğüslerine asarlar.
Gelelim şu “verili ekonomik sisteme uyum sağlama” konusunda diyeceklerime.
Efendim, malumuzdur ki bendeniz amasız, fakatsız, ancaksız “faizsiz ekonomik sistem”i savunuyorum. Dünyanın verili ekonomik sisteminin de canı cehenneme bu noktada. Paradan para kazanmanın hemen her türünün haram olması gerektiğini savunuyorum ve dünyanın her yanının “çoka sarması”nın asıl nedeninin paradan para kazanmayı temel ilke haline getirmiş ekonomik ekosistem olduğunu biliyorum. Anamalcılık, tekelcilik, karaborsacılık ve faizcilik illetlerinin tamamını yasaklayan İslam ekonomisi ilkelerininse dünya için yegane anahtar olduğunu düşünüyorum.
Burada bir tek “ancak”ım var. “Faiz” kavramını yeniden ve dikkatle tanımlamak zorundayız. İmam Ebu Yusuf’un ve Ebussuud’un fetvalarından başlayarak ortaya “biz Müslümanlar için faizin tanımı tam olarak budur” noktasında bir manifesto, bir uzlaşı tanımı çıkarmalıyız. Lakin gördüğüm ve yaşadığım kadarıyla bizim hocalarımızda bunu yapabilecek çap var da, niyet yok. “Burası da işin bir başka boyutu” deyip geçelim şimdilik.
“Verili ekonomik sisteme uyum sağlamak”, hem Mehmet Şimşek’in hem de Merkez Bankası’nın belirgin hedefi, orası belli oldu. Doğrusu bu ya, sıkışan Türkiye ekonomisi için ufukta bir başka çözüm de görünmüyor. Hafize Gaye Erkan’ın verdiği istikrar başlangıcı tarihi 2025. Bu, bence ulaşılabilecek bir hedef. “Ulaşılabilecek hedef” diyorum zira Türkiye’de bir ekonomik gerileme yahut daralma olmadığını, yaşadığımız şeyin çok sert bir hayat pahalılığı dalgası olduğunu, bunun da başat sebebinin döviz kurlarının kendi halinde salınmasına engel olunmasının oluşturduğu dengesizlik ile pandemi ve depremin Türkiye’nin sırtına yüklediği küfeler olduğunu biliyorum.
Burada “istikrar başlangıcı ne demek?” diye sorarsanız zannediyorum herkesin cevabı farklılaşacaktır. Kimi “maliyet hesaplarının oluşabilmesi” diyecektir, kimi “raf fiyatlarının öngörülebilir olması” diyecektir, kimisi de “döviz kurunun stabilizasyonu.”
“Hepsi birden ve fazlası” aslında doğru cevap… Ama burada bir duralım. Şu sıralar dünyada “verili ekonomik sisteme uyum sağlamak” gördüğüm kadarıyla iki türlü oluyor. Birincisi faize dayalı finans ekonomisini sürdürmek, ikincisi de alt-orta sınıfları pek de önemsemeden makro rakamlara odaklanmak.
Hep söylüyorum, yine söyleyeceğim. Orta sınıflaşmakla iktidar sürdürmek arasındaki tatlı politik ilişkinin sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada devasa sorunlar oluşturduğu açık. “Borçlandır ki daha çok çalışsın, güvenli alan tanımla ki iktidarın sürsün” olarak özetleyebileceğim bu konseptin sonu göründü bana kalırsa.
Üzgünüm ama Hafize Gaye Erkan’ın yahut Mehmet Şimşek’in öngördüğü “istikrar başlangıcı” meselesine Türk orta sınıfının alıştığı bütün lükslere tekrar kavuşması dahil değil bence. Türkiye’nin makroekonomik verileri baş döndürücü bir hızla düzelse bile orta sınıfın aldığı “fazladan refah payı” ekonomileri sürdürülebilir olmaktan çıkaran temel meselelerden biri olarak görülüyor ekonominin patronları tarafından tüm dünyada. Türkiye de bundan beri değil.
Bakınız, “doğrusu budur” demiyorum, “olacağı budur” diyorum. Yoksa duamız “Allah kimseyi gördüğünden geri koymasın” duasıdır ve sıklıkla tekrarlarız. Orası ayrı.
Şimdilik Türkiye’de paranın ve ekonominin başındakiler “verili ekonomik düzenin yörüngesi”ne girmeyi tek çıkar yol olarak görüyorlar ve bunda da ne yazık ki haklılar ama ben insanın temel meselesinin bu verili ekonomik düzene karşı çıkmak olduğunu düşünüyorum.
Tenceredeki kurbağa gibi alıştık alışmamamız gereken pek çok şeye ve bu yolun sonunda “başkasının yemeği olduğumuzu” anlamadan ölüp gitmek de var.
Bilmem derdimi anlatabildim mi?
Yeni Şafak-İsmail Kılıçarslan