Bilindiği gibi 25 Ekim günü Sudan’da askeri darbe oldu. 2019 yılında mevcut iktidarı darbe yaparak yıkan asker, kendi getirdiği iktidarı da darbe yaparak bitirdi. Ta 1989 yılındaki darbeye kadar giden bu hikâyeden bize mühim dersler çıkıyor ve Türkiye’deki gidişin nereye doğru olduğunu anlamamıza yardım ediyor.
Evvela; 1989 yılında Sudan ordusunun bir generali olan Ömer el Beşir, ülkede İslamî bir rejim kurma düşüncesiyle darbe yaparak idareyi ele almıştı. 30 yıllık iktidarı boyunca maalesef hem kendi yetersizliği hem de belli bir dünya görüşü ve proje mahrumiyetinden dolayı bekleneni veremedi. Sonunda o da askeri darbeyle gitti. 2019 yılında onu iktidardan uzaklaştıran askerler, Sudan’ın daha kötü duruma düşmesine mani olmak istemişti, buna şüphe yok. Ama dış tesirler altında kurulan yeni hükümet, azınlık olan din düşmanı seküler bir kesime dayanıyordu. Her ne kadar devlet başkanlığı makamı, ordu ve istihbarat gene askerlerin kontrolünde olsa da, bu hükümet emperyalist destekli ajan bir yapılanma olarak, Müslüman halka ve güçlü Sudan ordusuna rağmen ülkeyi altı parçaya bölme ve İslam düşmanlığı eksenli eğitim politikası inşa etmeye kalkışmaktan geri durmadı. Arkalarında emperyalist devletler olduğu için kendilerine güvenleri yüksek olan bu azınlık hükümeti, yakın gelecekte ülkeyi parçalamak için niyetini saklamadan yoluna devam ederken, sanki seçimle gelmişler gibi askerin elindeki bütün yetkileri de almaya kalkışınca kıyamet koptu ve darbeyle tepelendi. Büyük ihtimalle Taliban zaferinin de tetiklediği bu darbe, Amerika’nın yeni bir yenilgisi sayılır. İnşallah Sudan ordusu bundan sonra muvaffak olur ve ülkeyi yıkımdan korur.
Şimdi; Pakistan’da Ziya ül Hak, Uganda’da İdi Amin ve Sudan’da Ömer el Beşir, Üstad Necip Fazıl’ın rejim değişimi yollarından biri olarak gösterdiği hükümet darbesini yapmayı başarmış Müslüman askerler olarak tarihe geçtiler. Ülkelerinde İslamî bir rejim kurmak için harekete geçen bu adamlar, doğru olanı yaptılar. Sonrası ise o darbenin amacı olması gereken dünya görüşü, tatbik fikri, sistem, proje veya bunları da içine alan başka kavram bulursanız o, evet o olmadığı için fiyasko oldu. Bu adamların aksiyonu yönetime gelmelerini sağlasa da, iş devlet ve müessese inşasına geldiğinde bunun ruhu ve harcı olan sistem olmayınca iyi niyetli çabalar boşa gitti. Sonuçta Müslümanlar bilek zoruyla haklarını almayı başarmış olsa da beceriksizlikten dolayı mağlup oldular. Geçmişteki büyük imparatorluklarımızın mirasına çok ters şekilde, yönetemeyen Müslüman figürü ortaya çıktı ve mevcut modern-seküler din düşmanı çağdaş Batılı rejim formları ve şekilleri Müslüman ülkelerde Batıdan daha çok tutulur oldu. Haliyle, dön dolaş gene Batılıların yani emperyalizmin eline düşmeye mahkûm eden kısır döngü… Allah kurtarsın.
Gelelim Türkiye’ye; öteden beri Türkiye’de rejim değişikliğinin zaruret olduğunu söylüyoruz. Muhataplarımız ihtarımızı hafife alarak, temenni ettiğimiz İslamî rejim gelsin diye bunu söylediğimizi zannediyor. Evet, Hakkın rızası bu olduğu için bunu istiyoruz. Ahiretimiz için bunu istemekle mükellefiz. İşin dünya boyutunda ise durumumuz Türkiye’de yaşayan ve inanan inanmayan ama vatanının istikbalini düşünen herkes için ortak. Eğer rejim değişimi olmazsa Türkiye’de de tıpkı Sudan’daki gibi işbirlikçi hainler tarafından emperyalistlerin istediği şekilde parçalanma operasyonu yapılabilir. En son meclisteki tezkere oylamasında açık seçik gördük. Son derece komik bir açıklamayla “hayır” oyu verenler, Allah korusun bir seçimde iktidara gelirlerse, birinci meşrutiyet hükümetinin 93 Harbine sebep olarak Balkanları Rus’a çiğnetmesinden bile beter işler olabilir. Anadolu’dan Kürtleri kopararak İsrail kuklası bir Kürdistan kurma peşindeki partiyle, FETÖ çatısı altında işbirliğine gitmiş beyaz Türkler ve sırf rahat içki içebilmek için bunlara oy veren, “Amerika, İsrail gelsin de bizi Tayyip’ten kurtarsın” diyen, 15 Temmuz gecesi makarna ve ATM kuyruğuna giren vatansız, nesepsiz sürüler… Şimdi bunların seçim kazanıp iktidara geldiğini düşünün. Sudan’da olduğu gibi ülkeyi bölme planı derhal devreye sokulacak, bu gayet açık değil mi! (Soru değil bu, tasdik ve ikrar). O zaman ülke nereye gider. Mecburen sıkıyönetim olur. Yok, eğer Başkan Erdoğan ve devlet bünyesi seyirci kalırsa her türlü kötü senaryo mümkün. Öyle bir hamiyetsizliği kimse beklemiyor.
Yakın zamanda bu ihtimal üzerinde durmuştum. Analizleriyle tanınan ve şahsen takdir ettiğim Abdullah Çiftçi “ülkemizde sıkıyönetim olmaz, hükümet değişse bile devletin dış politikası değişmez” diye bir laf etmişti. Son dönemlerde sürekli rejim değişikliği tartışmaları gündemdeyken bu sözleri söyleyen Çiftçi, hain bir iktidarın başa gelmesi durumunda devletin hangi sigortayla kendini emniyete alabileceğini söylemedi, ben de merak ediyorum. Bana göre işi hiç o noktaya getirmemeli, Kıbrıs’taki gibi. Allah korusun, o noktaya gelinirse mecburen müdahale olur.
Biz Müslümanlar olarak Batı’nın uyduruk rejimi yerine Hakkın razı olacağı rejimi istiyoruz. “Yüzde 90’la bile kazansalar savaşırız” diyen ama 15 Temmuz gecesi namusu için tek tırnağını feda edemeyecek kadar ödlek ve soysuz olduğunu herkese ispat eden makarnacılara şehid ve gazi mirası vatanımızı bırakacak değiliz.
Öte yandan devlet işleri zordur ve harekette galip ama devamında mağlup olma riski de var. Hatta İttihatçılar gibi memleketi hesapsız bir savaşa sokup felakete sebep olma riski de var. Ama tamamıyla Anadolu’ya ait, ithal fikirlerden uzak, saf, tertemiz ve orijinal Büyük Doğu-İbda ideolojisi, muhkem bir dünya görüşü, eksiksiz ve tezatsız bir sistem ve model olarak meydan yerinde, şahane mücadele geçmişi ve aksiyonuyla herkesin gözü önündedir. Bu fikrin mimarları Üstad Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nun, çileleri karşılığında ücret ve teşekkür bile talep etmedikleri bu hediyeye haddinden fazla nankörlük edildi. Allah’ın ihsanı ve ikramı olan bu fikir manzumesi, bu milletin hem kurtuluşu için ilaç, hem de dünya çapında kurtarıcılık vazifesinin kendisine verildiğinin ispat ve ihtarıdır.
Batılıların zihinsel işgali altında mutlu yaşayan gevşek muhafazakâr münafık sürüsüne lafımız yok. Amerikan uçağının tekerleğinden dökülen çöpler gibi olmak istiyorlarsa kendileri bilir. Devleti yöneten ve vatanının istikbalini gözetenlere sözümüz. Kendilerine emanet edilen vatanı ve devleti korumak için muhasebe yaparken bu ihtarımızı da dikkate alsınlar.
Baran Dergisi 773. sayı