Bir toplumun yükü, öncelikle o toplumdaki ilim adamlarının omuzlarındadır. Onlar, projeksiyon ışıkları gibi, toplum adına, düşünen, hisseden ve toplumun yürüyeceği yol güzergahını belirleyen sorumlular olarak hareket ederler.

Elbette bu yol güzergahının belirlenmesinden sonra, nelerin yapılması gerektiği ile ilgili görevlerini yapacak idarecilerin de ikinci olarak, görev ve sorumlulukları başlamaktadır. Ne yazık ki biz, 150 yılı aşkın bir zamandır, bu yönetim geleneğini bir kenara bırakıp, Batı’da üretilmiş ve onların karakterlerine uygun şekilde dizayn edilmiş sistemleri alarak, toplumumuzu huzura ulaştıracağımızı ve geliştirebileceğimizi zannettik.

Bir sosyal sistem, sadece teorik görüşler ve tahmini faraziyeler üzerine kurulmaz. Sistemler insanların ahlak ve bilgileri üzerine kurulur. Çünkü, her sistemi uygulamaya geçiren insandır. İnsanı, en iyi şekilde eğiten de değerlerdir. Çünkü onlar, inanç ve ahlak temeli üzerine oturduğu için, onların istismarı çok zordur. Ayrıca sosyal sorumluluk, bir değere inanma ve onu bir hayat felsefesi olarak kabul etmekle gerçekleşir.

Bir toplumda, ilim, fikir ve sanat sahiplerinin, toplumun problemlerini sadece tespit etmeleri yeterli olmaz. Onları, çözmenin de yollarını göstermeleri ve hatta bu hareketin öncüleri olmaları gerekir. Çünkü ancak böyle bir tavır ve metotla bu tür önemli bir görevin yapılması gerektiği mesajını topluma vermek durumundadırlar. Ne yazık ki, ilim ve fikir adamlarının çoğunluğu, toplumsal problemlerin yükünün altına böyle bir tavırla girememekte, tarihi ve sosyal rollerini yerine getirememektedirler.

Günümüzde insanların sorumsuz ve duyarsız olmalarının sebebi, böyle bir gerçeğin farkına varamamış olmaları veya bu  gerçeğe inanmamış olmalarıyla açıklanabilir. Zaten bir toplumda, ilim ve fikir adamları böyle bir mesuliyeti yerine getirmediklerinde, sistem, temelinden ciddi riskler ile karşı karşıya kalır ve sistemi ayakta tutan temel kurallar, zedelenmiş olur.

Türkiye’de Batılılaşma ile birlikte, tıpkı Batı dünyasında olduğu gibi, siyasi ve idari sistem, belli grupların eline bırakılmıştır. Halbuki, Batılılaşma öncesi, toplumun kaderi öncelikle ilim ve fikir adamları, daha sonra da yine ilmi ve ahlaki kurallar ile belirlenen yöneticiler tarafından belirleniyordu. Siyaset, bir meslek olarak değil, bir görev ve sorumluluk kuralları içinde yapılan kutsal bir çerçeveye sahipti.

Batı, birçok konuda olduğu gibi idari, siyasi ve iktisadi konuları, toplumun tümünün ilgi alanından çıkarıp, belli ihtisas gruplarının eline vermiştir. Üstelik bunu yaparken, demokrasi gibi bir kavramın sorumluluğunu halka bırakmıştır. Fakat bu sistem, teorik olarak halkın adıyla yürütülürken, karar ve sorumluluk, tamamen belli güç merkezlerinin eline verilmiştir. Böylece halkın sorumluluk alanları, sistemin belirleyici gücü olan siyasi partilerin istekleri doğrultusunda sınırlandırılmış ve toplumsal yapıya  temel olan esaslar, ilim ve fikirlerin temeli olan, değerlerin dışında gerçekleşmiştir.

Eski dünyanın yankısı Eski dünyanın yankısı

Eskiden ilim ve fikir ile çerçevesi belirlenen sistem, toplumun en nitelikli kesiminin çalışması ve kuralları altında gerçekleşirken, demokratik sistemlerde neyi nasıl kontrol edilmesi mümkün olmayan, bir belirsizlik sisteme hakim olmuştur. Çünkü, sisteme hakim olan  para ve iktisadi güç sahipleri, sistemi;  imkanlarıyla kendileri için faydalı olacak şekilde yönetebilme imkanına kavuşmuşlardır.

Modern toplumun, neden halkın temel hakları ve değerleri çerçevesinde değil de, seçkin ve güç sahibi grupların elinde yürütülen bir sistem olarak, kölelik döneminden daha fazla sömürüldüğünü ve belli grupların kontrolünde bir hayata mahkum edildiğini birçok batılı ilim ve fikir adamı söylemektedirler.

Bizler ise; ilim ve fikrin hakim olduğu adaletli ve ahlaklı bir dünyayı terkedip; Batı’nın fikri ve iktisadi hakimiyetine imkan veren sistemini şuursuzca sürdürürken, yığınlarca siyasi, iktisadi ve sosyal problemi yaşamaktayız. Cam kavanoz içindeki şekerleri, dışından yalayan çocuklar gibi, ilim ve fikirden kaynaklanmayan bir yaşama felsefesinden boşuna ümitler bekleyerek ömrümüzü tüketmekteyiz.

Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber