Sandıkta seçiyor, meclis çoğunluğu yetmediğinde referandumla destekliyor, anayasayı değiştiriyor, yargı darbesini kaale almıyor, 15 Temmuz’da askerî darbe girişimini bertaraf ediyor, TL’nin değerini korumak için cebinden zarar ediyor, Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını evinin penceresinden dışarı uzattığı namlularıyla tescilleyip resmîleştiriyor ama kendisini bir türlü iktidar olmuş, muktedir hissedemiyor. Millî iradeden bahsediyoruz, hani şu yeri geldiğinde mangalda kül bırakmayan konuşmalara meze edilen millî iradeden, Üstad Necib Fazıl’ın “öz yurdunda garibsin, öz vatanında parya” dediği iradeden.
Türkiye’de cereyan eden hadiseler karşısında siyasîlerin büründüğü mahkûm tavırdan kaynaklanan hayal kırıklığı, çaresizlik ve istikbâl endişesinin millî irade diye ifade edilen ve milletimizin kahir ekseriyetini meydana getiren Müslüman Anadolu İnsanı’nda biriktirdiği öfke ve nefret duygusunun nerede, ne zaman ve nasıl tezahür edeceği şimdilik bir muamma. Ferdî planda böyle bir psikoloji ve içtimâî planda bu şekilde bir sosyoloji ile Türkiye bugüne kadar tanışmamıştı. Sandıkta, cebhede, ekonomide ve saire bedeli her ne olursa olsun ödeyen ve her zaman kazanan; fakat iş iktidara geldiğinde ne hikmetse bir türlü muktedir olamayan büyük bir kitle bu. Bu arada beklenen tezahürün nerede, ne zaman ve ne şekilde olacağının “muamma” kelimesiyle tanımlanması, ifâde güçlüğünün klişelere sarılarak aşılmasından ziyade hakikatin ta kendisi olmasından kaynaklanıyor.
Provokasyon Meselesi
10 Kasım münasebetiyle saatler 9:05’i gösterdiğinde, bizim inancımızda ve kültürümüzde yeri olmayan, “saygı duruşu”na duran kalabalıklara, “bu cadde çıkmaz sokak” diyen bir kızcağız, sanki bu ülkenin devletini yıkmış, dilini değiştirmiş, dinine dil uzatmış, milleti kılık kıyafetinden dolayı asmış, tarih şuurunun ırzına geçmiş gibi bir muameleye maruz kalıyor. Polislerin apar topar gözaltına aldığı bu kızcağız, çıkartıldığı nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderiliyor.
Türkiye’de iktidarı yalamaktan nemalananlardan bir kesim bu hadiseyi provokasyon demek suretiyle geçiştirmeye ve üstünü örtmeye çalışırken, diğer bir kesim de yeniden bir 28 Şubat geliyormuş, Erdoğan’ı düşürmek için Türkiye kutuplaştırılmaya çalışıyormuş gibi argümanlarla aynı şekilde konunun üstünü örtmek için seferber olmuş vaziyette.
Kimsenin şahsiyeti ve haysiyeti olmadığı, kimsenin kırmızı çizgilerinin olmadığı, kimsenin namusu ve şerefinin olmadığı, kısacası kimsenin mukaddesatı olmayan yerlerde cereyan eden her hadise provokasyon tanımlaması altında değerlendirilebilir. Bu doğru. Yukarıdaki sıfatları yakışıklı bulanlar kendilerine uygun olanları seçsin beğensin giyinsin.
Kutuplaşma
- “Mustafa Kemâl Paşam, ne istersen iste benden, / İstersen ayıralım dinle devlet işlerini, / İstersen asalım bütün hoca ve müridleri, / İstersen kapatalım bütün İmam Hatipleri”... (10 Kasım’da yapılan tezahürat)
- “Kim şimdi mağdur? Biz. O zaman bunun da bir hesap günü gelecek. Şimdi mağdur biziz. Biz de sizi mağdur edeceğiz elbette. Elbette bugün gelecek.” (Mine Kırıkkanat)
- “Ezan Türkçe okunsun ben anlayayım. Kur'an okunsun. Benim dilim her tarafta konuşulsun.” (CHP Milletvekili Öztürk Yılmaz)
- Sosyal medyada ise bu sayfalarda anılması uygun olmayan tonla muhteva…
Bunların 15 Temmuz’dan sonra hiç sesleri solukları çıkmıyordu. Bırakın kafalarını uzatmayı, dilleri lâl olmuştu. Aradan daha üç sene bile geçmemişken, kim üzerine düşeni lâyıkıyla yerine getirmedi de bunlar yeniden muktedir pozları kesmeye başladılar? Daha geçtiğimiz aylarda yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri için türlü tezgâhlar planlamışlardı da namlulardan çıkan kurşunların vızıltısından sonra bırak sokağa çıkmayı ekranların karşısına çıkmadılar, twit bile atamadılar da kim kendisine verilen bu desteğin hakkını ver(e)mediği için bunlar bugün kendilerinde bu cüreti bulabiliyorlar?
Bu toprakların hakiki sahiblerinin sırf Allah’a inanıyor, O’na ibadet ediyor diye darağaçlarında sallandırıldığı bir ülkede, kutuplaşmadan bahsetmek abestir. Elbette ki nur ile kir ayrı ayrı akacak. Mesele kimin kime yer gösterdiği meselesidir ve açık konuşmakta fayda var; kimse benim evime gelip de bana yer göstermeye cüret edemez!
Bu ülkede dava adamı görünümlü mamacı teyze adamlar olmasa, onların muvazacı zihniyetleri olmasa, bir oy fazlası için Atatürkçüleri bile yalamaktan tiksinmeyecek kadar midesiz olmasalar, üç kuruşluk çıkarları her türlü mukaddesatın önüne geçmese, bu süflî düzenden nemalandıkları için muhafazakâr kılığında düzen gardiyanlığı yapmasalar kimse bu toprakların aslî sahiblerine yer göstermek cüretini kendisinde bulamaz. Kırar dizini, oturur kıçının üstüne yahut oturtmasını bilirler.
Erdoğan’ın Günah Keçisi: İsmet İnönü
Türkiye’deki bütün kötülüklerin anası Kemalizm’dir. Bu topraklardan türeyen ne kadar hain, ajan, hırsız, arsız, riyakâr, sapkın, dinsiz, mezhebsiz, namussuz, manyak varsa bu zihniyetin hakim olduğu rejimin ortak mahsulüdür. Bu zihniyeti rejimleştiren ise Erdoğan’ın her fırsatta dediği gibi İsmet İnönü değil, Mustafa Kemal Atatürk’tür. İsmet İnönü, garibim, kanunları değiştirmekle vazifelendirilmiş olan milletvekillerinin 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu kaldırmaya, sırf nemaları kesilir, düzenleri bozulur, konforları kaçar kaygısıyla bir tarafları yemediği için seçilmiş günah keçisidir.
Bakın, dergimizin orta sayfasında bir tarih cetveli var. Bu cetvele bakıldığında görüleceği gibi Türkiye Cumhuriyeti’nde Müslümanlara husumetle çıkartılmış kanun ve düzenlemelerin büyük bir çoğunluğu 1938’den öncedir. Kimse kimseye maval okumasın.
Bunun yanı sıra, dergimizin arka kapağında Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin veciz bir dille tablolaştırdığı üzere, bahse konu olan kişi küfür soyunun alelade bir mensubu da değil, kâfirlik müessesesi hiyerarşisinin tepesinde kendisine Nemrut, Firavun çapında yer bulmuş bir Allah ve Resûlü düşmanıdır.
Eşcinsel Hâkim
Edirne’de hakikati söylediği için tutuklanan kızcağızı ziyarete giden Av. Hamza Uçan’ın dergimize vermiş olduğu beyanatta, tutuklama kararını veren hâkim hakkında “eşcinsellik” suçlamasıyla soruşturma açıldığından bahsettiğini gördük.
Bize kalırsa, bu hâkim hakkındaki soruşturma derhâl kapatılmalıdır. Çünkü lâik, Kemalist Türkiye Cumhuriyeti’nin adalet müessesesinde görev almaya böyle bir “cinsel tercih” engel olamaz! Üç Ali’ler divanından bugüne dek bu mahkemelerden çıkan kararların arkasında böyle bir zihniyetin olduğundan zaten hiç şübhe etmedik. Garip olan, bütün bu pisliğe rağmen hala düzgün insanların adalet müessesesi içinde kendilerine yer bulabilmesidir.
Sosyal Patlama Eşiği
Millet ile devlet arasındaki kan uyuşmazlığı giderilmediği gibi, bünye de artık bu uyuşmazlığı tolere edemeyecek hâle geldi. Senelerdir seçim kazandırdıkları siyasî partiye, referandumlarla yapılan anayasal değişikliklere, yönetim sisteminin değişmesine rağmen vatandaş kendisini iktidar olmuş hissedemiyor ve hâlen kendisine yer gösterilen konumunda bulunuyorsa, bunun içtimâî bir patlamaya vesile olması kaçınılmazdır.
Bir diğer taraftan, belki kimse farkında değil; fakat paranın ve satın alınabilir hazların idealize edildiği bir toplum düzeninde, gelir dağılımındaki eşitsizlik makasının her geçen gün açılması ve kendisine hiçbir mukaddesat aşılanmamış bir gençliğin kendisine idealize edilen para peşinde her şeyi mübah gören bir anlayış ile hareket ediyor olmasının neticeleriyle de henüz yüzleşmiş değiliz. Gençliğin, kendisine ideal olarak işaret edildiği üzere hakkından fazlasına göz diktiği bir ülkede, uyuşturucu, fuhuş, hırsızlık, talan ve rüşvet gibi kolay para kapılarının ardına kadar açılması ve bütün bir ülkeyi ifsad etmesi yahut bunun çatışmasının yaşanması mukadderdir.
Bir diğer tarafta ise demokrasi isimli müphem bir düzende girdiği her seçimi kaybettiği hâlde muktedir olmayı sürdürenler.
Böyle bir düzende bırakın kutuplaşmayı, çatışma kaçınılmazdır ve böylesi bir çatışmadan muzaffer olarak çıkacak olan da şimdiden bellidir.
İslâm Âlemine Böyle Mi Liderlik Edilecek?
Türkiye’de genç bir kız, sanki namaza gelmiş gibi derin bir huşu ve vecd içinde Atatürk’ün büstü önünde, adını koyalım, ibadet edenlere “bu cadde çıkmaz sokak” diye telkinde bulunduğu için terörist muamelesi görüyor ve tutuklanıyorsa, bu ülkenin İslâm âleminin geri kalanına verebilecek hiçbir şeyi yok demektir.
Diğer taraftan, varlık sebebi ceberrut Kemalistlere karşı Müslümanların sesi olmak olan ve bu sebeble gariban Müslümanların çoluk çocuğunun rızkından kesip verdiği paralarla kurulan gazeteler, bugün iktidarı yalamak karşılığında önlerine atılan yağlı kemik uğruna üç maymunu oynuyor, içeride cereyan eden menfî hadiselerin üzerine gitmek yerine “provokasyon” diye yaftalayıp, köpekler gibi önlerindeki kemikleri yalamaya devam ediyor ve Türkiye’yi de bu pejmürde hâliyle sanki İslâm âlemi için bir kurtarıcıymış gibi lanse etmekten utanmıyor ve hakikatten suratına sigara dumanı üflenmiş bir kedi gibi köşe bucak kaçıyorlarsa, bu meselenin konvansiyonel yöntemlerle çözüme kavuşturulamayacağı da açıktır.
Bunların Hepsinin Tanrısı Atatürk’tür
Ilımlı Müslüman olmaz! Dinler arası diyalog olmadığı gibi putperestle de diyalog olmaz. Küfre rıza, küfürdür. Burada olsa olsa nemalandığı düzenin muhafızı, muhafazakârı olur. Kimse kusura bakmasın, zahirden konuşuyoruz madem, öyleyse “sek” Kemalistlerle beraber bunların tamamının tanrısı olsa olsa Atatürk’tür.
Muamma
İktidarda olduğunu düşündüğü hâlde muktedir olamayan bir çoğunluk ve iktidarda olmadığı hâlde kendisini muktedir addeden bir azınlık. Siyasîler, kendilerine gösterilen teveccühün hakkını vermekten kaçmaya devam eder ve sırf bir oy uğruna (ki bu kafayla oy toplayamaz bilâkis oy kaybederler) kendi eliyle yaptığı büste kendi tapan tiplerin bu toprakların aslî sahiblerine yer göstermeye kalkmasına seyirci kalmayı sürdürürlerse, bugün için muamma olan ancak Müslüman Anadolu İnsanı’nda birike birike taşma raddesine gelen öfke ve nefret duygusunun nerede, ne zaman ve nasıl tezahür edeceğini sanıyorum ki göreceğiz.
***
5816 sayılı kanun bir an evvel kaldırılsın ve bu kanuna muhalefet dolayısıyla tutuklu olanlar derhâl serbest bırakılsın. Şu saatten sonra bu millet Anadolu’da irticanın ve gericiliğin bir kez daha hortlatılmasına asla müsaade etmeyecektir. Meşruiyet dairesinin içinde kalmak isteyenler önden buyursun. Şu saatten sonra ya bu millete ve devletin misyonuna layık olacaksınız, ya da siyaset çöplüğünde yerinizi alacaksınız.
Baran Dergisi 618. Sayı
Trend Haberler
Torunuyla "gözlerinin içini öperek" vedalaşan Halid dede şehit oldu
Türk solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Kassam'dan şehadet operasyonu: İsrailli teröristlerin arasına sızıp pimi çekti!
Kemalistler putlarına sahip çıkıyor! Yine 5816, yine hukuksuzluk, yine ceza
15. Dergi Günleri "Bi' Dünya Dergi" Taksim'de düzenlendi
“Türkiye’nin Kobani’ye operasyonu yakın”