ANKASAM Uluslararası İlişkiler Uzmanı Doğacan Başaran: Rusya, Donbass ile Sınırlı Kalmayacaktır
Donbass çevresinde tam olarak ne yaşanıyor, Rusya’nın askeri yığınak yapması, Ukrayna’nın operasyon hazırlıkları vs. derken hadise nereye doğru gidiyor?
İlk olarak şunu söyleyebiliriz; Ukrayna merkezli gelişmeler ABD’de Joe Biden’ın başkan olması sonrasında Rusya’ya yönelik baskının Trump dönemine kıyasla çok daha fazla artacağını göstermesinin ardından meydana gelmiştir. Bu gelişmeleri, Moskova’da gerçekleşen Putin karşıtı Navalni protestolarıyla ve hatta Ermenistan’da Rusya’nın cezalandırmak istediği Paşinyan’a Batı’nın verdiği destekle birlikte okumak mümkündür. Dolayısıyla Batı Dünyası, Rusya’yı yakın çevresinde bir şekilde rahatsız etmek ve istikrarsızlaştırmak istemektedir. Bu durumun temel nedeninin ise Trans-Atlantik ilişkilerde Trump döneminde meydana gelen hasar olduğunu ifade edilebilir. Biden’in önceliği, Amerika’nın küresel liderliğini sürdürebilmek için Avrupa’nın rızasını almaktır. Bu anlamda Biden, Avrupa’nın “Rusya korkusunu” avantaja çevirmek istemektedir. Ancak Rusya da yaşanan krizi fırsata çevirmeye çalışmaktadır. Yani Moskova, Donbass üzerinden kendi tarihi imparatorluk hayalleri doğrultusunda yayılmacı bir politika uygulamaya çalışmaktadır. Rusya, Donbass’taki askeri yığınağını arttırarak hem Avrupa’nın Rusya ile savaşı göze alıp alamayacağını test etmek hem de bu çerçevede Kırım benzeri formüllerle topraklarını uluslararası hukuka aykırı bir biçimde genişletmek istemektedir.
Bu noktada şunu sormak istiyorum; Herkes Donbass’tan bahsederken Rusya’nın harekâtı daha geniş tutması mümkün mü?
Rusya’nın burada Donbass ile de sınırlı kalmayacağını düşünüyorum. Rusya bir harekât hazırlığındadır. Olası harekatta Odessa’ya kadar ulaşarak Ukrayna’nın Karadeniz’e çıkışını tamamen kapatmak isteyecektir. Eğer silahlar patlarsa, Rusya’nın hedefinin Odessa olacağı kanaatindeyim. Bu da Rusya’nın imparatorluk hedefi doğrultusunda Transdinyester’e ulaşabileceği bir alan kazanımı olacaktır. Böylelikle Moskova bir yandan Ukrayna’nın Karadeniz’e çıkışını sınırlandıracaktır. Yani Rusya, Karadeniz’in bir “NATO Gölü” olmayacağı mesajını Batı’ya verecektir. Bu da Rusya için çok önemlidir. Çünkü 2007 yılında Bulgaristan NATO’ya üye olduğunda, Rusya’nın verdiği çok somut bir mesaj vardı. Söz konusu dönemde Rus yetkililer, “NATO’nun eski Varşova Paktı coğrafyasında gelebileceği son Doğu sınırı Bulgaristan’dır. Daha ileri gitmesine izin vermeyiz.” demişti. Nitekim 2008 yılında Gürcistan NATO’ya yöneldiğinde de Beş Gün Savaşları ile Rusya olaya müdahale etmişti. Bugün Ukrayna ve Gürcistan’da yeniden alevlenen NATO tartışmalarını da bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.
Avrupa’nın Rus korkusundan bahsettiniz. Halihazırda Avrupa’nın özellikle Almanya’nın enerji ithalatı vs. mevzular üzerinden Rusya’ya bir bağımlılığı yok mu, Rusya’ya karşı savaşı göze alabilir mi?
Elbette bir bağımlılığı var. Esasında bu noktada “Hangi Avrupa?”, “Kimin Avrupa’sı?” gibi soruları da dillendirmek gerekir. Rusya, ABD’nin çabalarıyla Avrupa ile karşı karşıya getirilmek isteniyor. Fakat 31 Mart 2021 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında telekonferans yoluyla bir zirve gerçekleşti. Bu zirvede Merkel, açık bir şeklide “savaş istemiyorum”, dedi. Yine Elysee Sarayı’ndan yapılan açıklamada, Temmuz 2020 tarihli Donbass ateşkesine; yani AGİT çerçevesinde hayata geçirilen ateşkese atıfta bulunuldu ve Avrupa’nın esasında savaşmayı istemediğini ifade edildi. Bununla birlikte sizin de işaret ettiğiniz çok önemli bir nokta var. Kuzey Akım 2 Projesi, Almanya’nın enerji bağımlılığı noktasında Rusya’ya olan ihtiyacını çok somut bir şekilde gösteriyor. Zaten Alman yetkililer de Biden yönetimini Kuzey Akım 2’yi istikrarsızlaştıracak girişimlerden uzak durma noktasında uyarıyor. Buna rağmen NATO’nun Rusya ile karşı karşıya kaldığı bir sıcak savaş senaryosunda, Avrupa’nın nasıl bir karar vereceğini öngörmemiz çok mümkün değil. Her şeye rağmen Avrupa’nın böyle bir seçim yapmak durumunda kaldığında, NATO’daki konumunu göz önünde bulundurarak tercih yapacağını düşünüyorum. Elbette burada “Hangi Avrupa?” ve “Kimin Avrupası?” sorularından hareketle, Kıta Avrupası’nın yekpare bir tutum sergilemeyeceğini de söyleyebiliriz.
Tabiî olarak tarihî Rus düşmanlığı ve tehdidi…
Kısacası Rusya’nın Odessa’dan sonraki hedefi Transdinyester olacaktır. Bu da Rus tanklarının Doğu Avrupa’ya dayanması anlamına gelecektir. Putin, bu anlamda biraz da Hitler’e benziyor, küçük küçük parçalar halinde toprak kazanarak ve her seferinde Batı’nın karşısında durup durmayacağını test ederek sürekli topraklarını genişletmeye çalışıyor. Esasında Kıta Avrupası’nın da bir noktada Hitler’den çıkardığı dersi Putin’e karşı göz önünde bulunduracağını düşünüyorum.
Karadeniz mevzuundan bahsettiniz; “Karadeniz’in NATO gölü olması” dediniz. Türkiye de bir NATO üyesi ve son günlerde çok tartışılan bir mevzu var; Montrö. “Karadeniz’de bir savaş patlar” iddiasının ortada olduğu şu günlerde Montrö sorgulanıyor. Gördüğümüz kadarıyla bu sadece Türkiye’ye has bir durum da değil. Uluslararası alanda düşünce kuruluşları, dış basın ve birçok kişi Montrö’den bahsediyor şu anda. Montrö’nün bu kadar çok gündeme gelmesinin bu mesele ile doğrudan alâkası var mı?
Montrö tartışmaları, biraz iç politikayla da ilgili ve bu konuya çok fazla girmek istemiyorum. Ancak uluslararası politika boyutunda Montrö’nün statüsünde meydana gelen bir değişikliğin diğer aktörler tarafından da yakından takip edileceği öngörülebilir. Fakat Karadeniz merkezli gelişmelere odaklanmak gerekir. Karadeniz’deki denkleme ilişkin söyleyeceğim şey şudur: Moskova da Soğuk Savaş döneminde güçlü olduğu zamanlarda sıcak denizlere ulaşma amacıyla kendi ulusal çıkarları doğrultusunda Montrö’nün statüsünün değiştirilmesini istemişti. Bugün benzer bir şekilde ABD’nin Montrö’nün statüsünün değiştirilmesi talebinde bulunduğunu görüyoruz. Dolayısıyla tarafların kendi çıkar tanımlamaları doğrultusunda çeşitli talepleri gündeme gelebilir. Lakin Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu konuları tartışmaya gerek olmadığını “Bizim halihazırda Montrö’yü tartışmak gibi bir amacımız yok.” diyerek açık bir şekilde ifade etmiştir. Bunun ötesinde söylenecek bir şey olmadığına inanıyorum.
Karadeniz’e gemilerin geçişi hususunda mesela Tuna üzerinden NATO’nun savaş gemilerinin Karadeniz’e indirilmesi gibi bir proje de var ve bu çerçevede bazı denemeler de yaptılar. Montrö’yü bu şekilde baypas edebilirler. NATO bu şekilde Montrö’yü ve Boğazları önemsizleştirebilir mi?
Tabiî ki bunu deneyebilirler ama Montrö’nün statüsünün değiştirilmesi, ABD için daha az maliyetli olan seçenektir. Bu yüzden de böyle bir talebi vardır. Aynı zamanda ABD, Karadeniz’de en önemli kıyıdaş devletlerinden biri olan Türkiye’yi her anlamda yanında hissetmek isteyecektir. Bununla birlikte Astana Süreci’nden beri Rusya ile öyle ya da böyle anlaşmazlıklarını müzakere edebilen, çözemese bile en azından asgari müştereklerde uzlaşarak meseleleri halının altına süpürmesini, sorunları dondurmasını sağlayabilen bir Türkiye vardır. Aynı Türkiye, diğer taraftan Ukrayna ile çok yakın ilişkilere sahiptir. Nitekim Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski, geçtiğimiz günlerde Türkiye’deydi. Türkiye, Erdoğan’ın dünya liderleriyle olan olumlu ilişkileri vesilesiyle Karadeniz’de barış ve istikrarı sağlayabilecek bir aktör olarak öne çıkmaktadır. Bu nedenle de arabuluculuk çabalarına ağırlık verileceği kanaatindeyim.
Bu şu kapıya da çıkıyor anladığım kadarıyla; Montrö’den daha iyisi bizim menfaatlerimiz için mümkün ve gerekli olabilir, mesele bunu uluslararası topluma kabul ettirebilmek değil mi?
Türkiye’nin Karadeniz jeopolitiğinde daha ziyade arabuluculuk çabaları ile hareket etmesi gerekir. Hem Kıta Avrupası’nın Amerika ile Rusya’yı karşı karşıya getirme amacı karşısında, Türkiye’nin NATO’da manevra alanı kazanmaya çalışacağı hem de Ukrayna’yı rahatlatabilecek adımlar atacağını düşünüyorum. Çünkü Türk İHA ve SİHA’larının sahada yarattığı etki, Rusya’yı da korkutuyor. Ankara, Moskova’ya taraf seçmek zorunda bırakılmayı kabul etmeyeceğini ima ederek arabuluculuk çabalarını yoğunlaştıracaktır. Zira Moskova, İHA ve SİHA teknolojisiyle denklem değiştirebilen Türkiye’nin Ukrayna’nın yanında yer aldığı bir savaştan endişelenecektir. Üstelik Türkiye ile Rusya’nın arasında önemli bir etkileşim var. Bu sayede Ankara, Moskova’yı bir noktada masaya oturtmayı başarabilir. Benzer gelişmeleri, Suriye İç Savaşı’nda defalarca gördük. Farklı tezleri bulunan iki ülke, ihtilafların diplomasiyle aşılabileceğinin bilincindedir. Dolayısıyla diplomasinin ön plana çıkması gerektiği kanaatindeyim.
Tüm bunlardan Amerika’nın da Türkiye’ye yönelik bir baskısı olduğu hissediliyor. Mesela ABD’nin Ukrayna krizinde Türkiye’yi öne sürmeye yönelik çabalarının olduğu gözlemleniyor. Bu hususta neler söylersiniz? Amerika nasıl bir rol biçiyor Türkiye’ye?
ABD “ne yardan ne serden” diyerek Türkiye’ye yaklaşıyor. Yani bir yandan Türkiye, Avrasya eksenine kaymasın, NATO’ya bağlı kalsın; diğer yandan da Türkiye’ye karşı terör örgütlerini destekleyelim gibi bir yaklaşımla meselelere hareket ediyor. Bu da Türkiye için kabul edilebilir bir durum değildir. Türkiye, bağımsız ve egemen bir devlet olarak kendi ulusal çıkarları doğrultusunda hareket etmeye devam edecektir. Bugün Libya Başbakanı Abdülhamid Dibeybe Türkiye’yi ziyaret ediyor. Bunun anlamı şudur: Türkiye Libya’da meşru hükümeti destekleyerek darbeci Hafter’in iktidarı ele geçirmesini engellemiştir. Bugün Hafter’i destekleyen Yunanistan bile elçiliğini Trablus’a taşıdı. Türkiye Akdeniz’de ortaya koyduğu tavırla Libya’nın meşru hükümetinin Trablus hükümeti olduğunu kabul ettirdi. Türkiye aynı hassasiyetle ulusal çıkarlarını Karadeniz’de de koruyacaktır, diğer bölgelerde de koruyacaktır. Amerikalılar da bir noktada Türkiye’nin, varlığı yok sayılamaz bir aktör olduğunu anlamak zorunda kalacaktır. Avrasya ekseninin merkezinde yer alan Türkiye’nin Rusya-Çin hattına yakınlaşması Türkiye’den çok ABD’nin zararınadır.
Yunanistan’ın büyükelçiliğini Trablus’a taşıdığından bahsettiniz. Öte yandan Türkiye diplomatik ilişkilerini yeniden gözden geçiriyor, örneğin Mısır ve İsrail ile bir yakınlaşma sürecine girdi. Öte yandan diğer devletlerin de bir takım diplomatik manevralar yaptığını görüyoruz. Bunları ABD’deki iktidar değişiminin ardından devletlerin Amerikan politikalarına göre yeniden pozisyon alması olarak mı yorumlamalıyız?
İsrail ve Mısır hattındaki normalleşme adımlarını, diğer devletlerin Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin kabul ettirdiği yeni statüye göre hareket etme zaruretinin bir neticesi olarak değerlendiriyorum. İsrail’in öncülüğünü yaptığı Doğu Akdeniz Gaz Forumu, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte BAE’nin de içinde bulunduğu, Türkiye’yi “güneyden kuşatma projesinin” merkezindeydi. Lakin İsrail Enerji Bakanı “Foruma Türkiye’yi de mi davet etsek?” diyerek Ankara’ya zeytin dalı uzattı. Benzer biçimde Mısır ile Yunanistan Sevilla haritası çerçevesinde bir münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalamıştı. Aslında bu, Mısır’ın kandırıldığı bir haritaydı. Mısır’ın da çıkarlarına aykırıydı ve Mısır, kendi egemenlik haklarından vazgeçiyordu. Bunun farkına varan Mısır, bir hidrokarbon arama ihalesine çıktı. Bu ihalede Sevilla haritasını değil; Mavi Vatan haritasını esas aldı. Bu da Türkiye’ye Mısır’ın yeşil ışık yaktığının göstergesidir. Aslında Türkiye’nin tezlerinin uluslararası hukuk açısından meşru olduğu gibi bölge devletlerinin de çıkarına uygun olduğu görülmüştür ve Mısır da bunu kabullenmiştir. Libya İç Savaşı’nda da Türk İHA ve SİHA’larının etkisiyle Türkiye’nin sahadaki dengeyi değiştirdiği görüldü. Dolayısıyla yaşanan gelişmeler, Biden’in etkisinin olmasının çok daha ötesinde bir anlam taşımaktadır. Türkiye, Doğu Akdeniz’de bir zafer elde etmiştir ve diğer aktörler de bu zaferi kabullenmek durumunda kalmıştır. Yunanistan’ın Libya Büyükelçiliği’ni Trablus’a taşıması da buna işaret etmektedir.
Türkiye gaz arama faaliyetlerini biraz ağırdan almaya başladı. Bunun bir geri adım olduğuna dair değerlendirmeler var. Bu husustaki fikriniz nedir?
Ben bunun geri adım olduğunu düşünmüyorum; çünkü Doğu Akdeniz’de iş bitti gibi görünüyor. Yani Türkiye tezlerini kabul ettirmiştir. Mesela geçtiğimiz günlerde İtalya ile Türkiye arasında bir gerilim yaşandı; fakat İtalya da Doğu Akdeniz’de muhatap olarak Trablus’u kabul ediyor. Dolayısıyla Doğu Akdeniz meselesi, Türkiye’nin tezlerine uygun olarak masada çözülebilecek bir aşamaya geldi. Bu ortamda donanma diplomasisini biraz arka plana itmek ve uzlaşmaz bir aktör görüntüsü sergilememek gerekir. Türkiye de buna uygun olarak hareket ediyor.
Teşekkür ederiz
Rica ederim…
Baran Dergisi 744. Sayı