4 Nisan’da Semerkant’ta düzenlenen Avrupa Birliği-Orta Asya Zirvesi, taraflar arasında stratejik ortaklık hedefiyle tamamlanırken, yayımlanan ortak bildiride doğrudan adı anılmasa da, Kıbrıs meselesine dair kritik bir diplomatik gönderme dikkatlerden kaçmadı.
Zirve bildirisi, egemenlik, toprak bütünlüğü ve uluslararası hukuka saygı gibi ifadelerle çerçevelendi. Bu diplomatik ifadeler, AB’nin adadaki bölünmüşlüğü reddeden, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımayan ve Türkiye’yi “işgalci güç” olarak tanımlayan geleneksel çizgisine doğrudan olmasa da örtük bir destek içeriyordu. Hatırlanacağı üzere, BM’nin 541 ve 550 sayılı kararları da bu yaklaşımı temel alıyor.
Özellikle dikkat çekici olan ise, Türk Devletleri Örgütü (TDT) içinde yer alan dört Orta Asya devleti – Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan – Türkiye ile tarihî, kültürel ve kurumsal bağlara rağmen bu bildiriyi onaylamaktan geri durmadı. Böylece AB’nin Kıbrıs’a ilişkin politik diline fiilen onay verilmiş oldu.
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’ın bu bildiriyi imzalaması, Türkiye ile olan yakın bağlara rağmen Brüksel’in Kıbrıs politikasına dolaylı bir onay anlamı taşıyor. Bu durum, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin dışlandığı bir tabloyu güçlendirirken, Güney Kıbrıs’ın diplomatik meşruiyetini pekiştiren bir gelişme olarak öne çıkıyor.
Türk Dünyasında Sessiz Çatlak mı?
Zirvenin sonuçları, Türk dünyasında bir ayrışmanın ya da kırılmanın değilse de, ciddi bir "denge arayışı"nın göstergesi olarak okunuyor. Orta Asya devletlerinin, AB ile ilişkilerini derinleştirirken, Türkiye'nin hassasiyetlerini göz ardı etmesi, Kıbrıs konusunda Türkî dayanışmanın kırılganlığını ortaya koyuyor.
TDT üyesi bu ülkelerin Brüksel ile kurduğu yeni diplomatik dengeler, Türk dünyasının geleceği, KKTC'nin örgüt içindeki yeri ve Türkiye'nin diplomatik öncelikleri açısından sorgulanmaya açık bir tablo oluşturuyor. Özellikle KKTC'nin TDT’ye tam üyelik beklentisi, bu gelişmeyle birlikte zayıflamış olabilir.