Bu diyalektik işlemeye başladıktan sonra millet tarafını hızlı bir şekilde netleştirecek ve karşı tarafı teşkil eden kuduz İslâm düşmanları bu topraklarda, değil yüzde 45’lik, yüzde 4,5’luk bile meşruiyet bulamayacaktır.
14 Mayıs tarihinde milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçekleşti. Erdoğan cumhurbaşkanlığı seçimini %49,5’lik oy oranıyla önde tamamlarken, %50+1’lik seçim sistemi dolayısıyla kazananın resmîleşmesi ikinci tura kaldı. Milletvekili seçimlerindeyse Cumhur İttifakı meclis çoğunluğunu elde edecek milletvekili sayısına ulaşmış oldu.
Anladığımız kadarıyla birinci turda Erdoğan’ın zaferiyle neticelenmesi son derece mümkün olan cumhurbaşkanlığı seçimleri, Ak Parti’nin, Batı tarafından Türkiye’nin otokratlıkla ve Erdoğan’ın diktatörlükle suçlanıyor olmasına karşılık önümüzdeki dönemde hem bu algı operasyonunu bozmak ve hem de ikinci turda daha farklı kazanarak meşruiyeti sağlamlaştırmak niyetiyle ikinci tura bırakıldı.
Ve 28 Mayıs’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerini %52 oy alan Recep Tayyip Erdoğan kazandı.
Taraflar ne teklif etti
Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı seçmenin karşısına çıkıp oy isterken çeşitli tekliflerde bulundular. Bunları kabaca sıralayacak olursak:
Cumhur İttifakı ortaya koymuş olduğu iş ve eserleri sürerek oy isterken, Millet İttifakı ise “Erdoğan gitsin sonrasına bakacağız” gibi son derece müphem bir iddia ile çıktı.
Cumhur İttifakı millî ve dinî değerleri öncelerken, Millet İttifakı toplumun her kesimini kucaklayacağım diyerek ib.elerin de dinî değerlerin de aynı ânda temsilciliğini yapmaya kalktı.
Cumhur İttifakı bağımsızlıkçı bir siyasetin propagandasını yaparken, Millet İttifakı ABD ve AB’ye koşulsuz şartsız teslimiyetin propagandasını yaptı.
Cumhur İttifakı istikrar vurgusu yaparken, Millet İttifakı Erdoğan’ın gitmesi dışında bir vurgulama yapamadı.
Cumhur İttifakı FETÖ ve PKK-PYD’ye karşı güvenlikçi politikaları savunurken, Millet İttifakı bu işbirlikçi örgütleri kendisine paydaş edindi.
Cumhur İttifakı cumhuriyetin ikinci yüzyılı için büyük ve yeni Türkiye iddiasını ortaya koyarken, Millet İttifakı gerici ve yobaz bir yaklaşımla cumhuriyetin kuruluşundaki teslimiyetçi çizgiyi kendisine ufuk edindi.
Millet de bu tekliflerden Cumhur İttifakı’nın teklifini kendisine daha yakın buldu ve cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a, meclis seçimlerindeyse Cumhur İttifakı’na teveccüh etti.
Millet dedi ki: Devlet- Ebed Müddet
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu “Ölüm Odası B-Yedi” adlı eserinin -Mukadder- başlıklı 100. bölümünde Devlet-i Aliyye-i Ebed-i Müddet’i şöyle tarif ediyor:
“DEVLET-İ Aliyye-i Ebed Müddet: Ebed müddet devam edecek olan necib, âlî, büyük devlet… Siyasî ve hukukî teşkilâtlanma olan Devlet yanında, “saadet ve mutluluğa sebeb” anlamı da içinde bir terkib; bu terkibin, dünya ve ahiret hayatını kapsayan bir ifâde olduğu da açık… Aliyye’nin “aletle ilgili” demek oluşu da nazara alınırsa, “âlet” lâfzının nitelenişleri boyunca “devlet” ile kurulabilecek ilgi, terkibdeki kasdî mânâyı zenginleştirici olacaktır; dil ve İslâm misâlini verirsek, “Ebed müddet âleti devlet”, hem devletin neye âlet olmasını gösterir, hem de dünya saadeti dışında saadet şartlarının “ebed müddet”te geçerliliği bakımından “gerçek saadet”in ne olduğunu… Saadet için saadet, dünyada kalır; İslâm ile saadet, hem gaye hem vasıta olarak “ebedî müddet”… Hem KALIB (Şekil), hem de RUH (Fikrin) birbirine uygun olması gereğini ikaz…”
Batı, müessese olarak Devlet-i Aliyye’yi yıkmış olsa bile, elindeki tüm maddî imkâna rağmen İslâm’ın son kalesi Ehl-i Sünnet Vel Cemaat’i düşüremediği için Devlet-i Ebed Müddet idealini ortadan kaldıramamıştır. Bugün Türkiye’de, “yükselen milliyetçilik” gibi içi son derece boş ve anlamsız tartışmalar yapılıyor. Bizim milletimizin şuurlu kesimi seçimlerde onların anladığı dilden kuru bir kafatasçılığı değil, Devlet-i Ebed Müddet’i desteklemiş ve seçtiklerinden de Kumandan’ın ölçülendirdiği şekilde bir devlet müessesesine doğru inkılab beklentisi içine girmiştir.
Erdoğan ve Ak Parti’nin Zaafı
Cumhurbaşkanı Erdoğan oylarını arttırarak hemen yukarıda sıraladığımız tekliflere bakıldığında beklenmesi gereken “çok çok büyük bir fark” ile olmasa da “büyük bir farkla” seçimi önde bitirdi. Diğer taraftan Ak Parti ise başta bünyesinde barındırdığı Özlem Zengin ve Ömer Çelik gibi öne çıkan CHP’lilerden daha CHP’li tiplere karşı millette biriken kin ve nefret dolayısıyla oy kaybetti.
Her iki durum için de sıralanabilecek pek çok sebeb var; fakat bize kalırsa bu nedenler arasında en önemlisi Erdoğan’ın diyalektik ilişki içinde olduğu zahiri zıt kutupları tam mânâsıyla ezmiş olmasıdır. “Hasmını ezmek nasıl zaaf olur” diyebilirsiniz belki; fakat çatışmanın getirdiği dinamizm ortadan kalkınca, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Adalet Mutlak”a başlıklı konferasında dikkat çektiği üzere, silahlar sustuğu zaman konuşacak bir şeyin kalmıyorsa, bu zaaf olur.
Bugün PKK-PYD’ye karşı propaganda yapılıyor; ama bu yapı Türkiye sınırları içinde ezilmiş ve yok edilmiş durumda. Bomba patlamıyor… Yani, hatıralar dışında, diyalektik münasebet tesis etmek için bir taraf olmaktan çıkmış durumda. Aynı şey başörtüsü, Kürtçe konuşmak, çöp-çamur-çukur içinde yaşamak vesaire için de geçerli. Memlekette belli yaşın üzerinde olup bu dertlerden muzdarib olanlar için bu argümanlar geçerli olsa da bilhassa gençlerin hayatları boyunca hiç bilmediği bu çatışmalara dayanarak taraf olmalarını beklemek artık anlamsız. Belli yaşın üzerindekiler gençlere bütün bu sebeblerle Erdoğan ve Ak Parti’yi niçin desteklemiyor diye kızıyor; ama hayatlarında bunlara rast gelmemiş olan gençler için söz konusu şeylerin bir anlamı yok.
Hâsılı kelâm, düne ait olan diyalektiği bugün işletmeye çalışmak nesiller arasındaki tercih kopukluğunun da başlıca gerekçesini teşkil ediyor.
Sadece “Büyük Türkiye” değil, nasıl bir “Büyük Türkiye?” Bugün yeni bir gün ve artık yeni şeyler söylemek gerekiyor.
Türkiye’nin aktüel meseleleri artık başka. Ele geçirilmiş mevzilere dönüp dönüp orada yeniden çatışmaya çalışmak anlamsız.
Müşahhas planda herkesin gözü önünde tecelli eden çatışmalar sona erdi; fakat bize kalırsa perde arkasında şimdiye kadar olan en şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Şimdi, bu çatışmayı milletin gözü önüne taşımak gerekiyor. Bunun için de çatışmayı tarafların başka suretlere bürünmeyecekleri bir zemine taşımak icab ediyor.
Gelir dağılımındaki ve yargıdaki adaletsizlik, umutsuzluk, kendine yabancılaşma, liyakatsizlik, aile müessesesindeki dejenerasyon gibi müşahhas sorunlarımız varken, diğer taraftaysa millete nedense tam mânâsıyla izah edilememiş, bedeli ödenen ve ödenmekte olan siyasî ve iktisadî bağımsızlık, mahallî bir güç olmak gibi iddialarımız var. Bunların bir sorun olduğunun Erdoğan da farkında, her fırsatta bunları sıralıyor; fakat artık bütün bu sorunları çözüme kavuşturacak ve bizi ideallerimize kavuşturacak vizyonu ve sistemi bir türlü ortaya koyamıyor.
Türkiye büyüyecek, daha fazla üretecek, daha fazla kazanacak, daha fazla güçlenecek; ama nihayetinde bu Türkiye hangi ideale hizmet edecek?
Bizim hem sorunlarımızı çözecek ve hem de ideallerimize kavuşmamıza vesile teşkil edecek olan tek yol var, onun adı da bin senedir İslâm. Biz İslâm’la bu topraklara girdik, İslâm’la bu topraklara tutunduk ve bugün yine İslâm sayesinde hâlen burada bulunuyoruz. Burada bir tarafta İslâm’ı kaldırıp bizi sekülerleştirmek ve böylelikle de tabii olarak bizi yok etmek isteyenler varsa, bunun karşı tarafında da artık açık açık İslâm’ı kuşanıp, sekülerlerleşmeyi ortadan kaldırıp, Anadolu’yu son durak bilip, yeniden tarih sahnesine çıkmak isteyenler olmalıdır. İslâm’ı benimseme işinin mübhemleşmesi, gavurluğu benimseyenlerin de mübhemleşmesine vesile teşkil ediyor ve bu da taraflar arasındaki çıkıntıları törpüleyip küfrün buradan avans almasına sebeb oluyor. Oysaki, bir taraf İslâm’ı açıktan benimsese ve Türkiye Yüzyılını, istikbali İslâm’a ısmarlasa çatışma sahası tam da istenen yerde hemen yeniden açılmış olacak, hakikati gizleyen küfür ayan olacak ve diyalektik yeniden milletin gözü önünde işlemeye başlayacaktır.
Burada dikkat edilmesi gereken tek husus, İslâm teklif edilirken bunun yasaklar üzerinden değil de mubahlar üzerinden yapılması olacaktır. Bu diyalektik işlemeye başladıktan sonra millet tarafını hızlı bir şekilde netleştirecek ve karşı tarafı teşkil eden kuduz İslâm düşmanları bu topraklarda, değil yüzde 45’lik, yüzde 4,5’lik bile meşruiyet bulamayacaktır.
Üstad Necib Fazıl’ın dediği gibi, bunların üzerinden silindir gibi geçmek ve küfre avans vermemek lazımdır.
Ömer Emre Akcebe