Türkiye’de, bir noktadan sonra çıkarların çatışması dolayısıyla ne zaman devlet ile devlet adına iş gören yahut gördüğü iddia edilen çıkar amaçlı odaklar karşı karşıya gelse, bunlara operasyonlar düzenlense, yargılansalar, imtiyazları ellerinden alınsa ve tutuklansalar, hemen “devlet bağırsaklarını temizliyor” diyen birileri ortaya çıkar.
Susurluk Skandalı döneminde ve FETÖ’nün emniyet ve yargı bürokrasisinde hâkim olduğu dönemde icra edilen Ergenekon Operasyonu esnasında, inandırıcılıklarını muhafaza etmek ve kamuoyu desteğini arkasına almak isteyen don koklayan müptezeller, Türkiye genelindeki çıkar amaçlı organize suç örgütlerini de bu torbaya dâhil etmiş ve her iki dönemde de tıpkı bugün olduğu gibi “devlet bağırsaklarını temizliyor” ifadesi sık sık gündeme gelmişti.
Rutin Dışı İşler
İşin özüne gelecek olursak, siyaset ve bürokrasi kadroları Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden beri ellerine geçirdikleri güçten nemalanmak, bu gücü arttırmak, rakiplerini egale etmek ve nihayetinde elde edilen daha fazla güçten azamî derecede nemalanmak için çıkar amaçlı suç odakları ile işbirliğine gittikleri izahtan varestedir. Bir de siyaset ve bürokrasi kadrolarının hukuk planında berbat ettikleri işleri, bu çıkar amaçlı örgütler eliyle “rutin dışı”na çıkmak suretiyle tashih etmeye kalkıştıkları, bunun neticesinde ise hukuksuzluğun yeni hukuksuzluklar doğurduğu ve işin sonunda ortaya saçılan kirli çamaşırların her iki tarafı da yiyip yuttuğu süreçler, Türkiye’nin siyaset ve yargı tarihinde önemli bir yer tutmaktadır.
Mamada Birlik
Bugün yeniden bir kirli çamaşır furyasına daha tutulmuş bulunuyoruz. Ancak adlî davalara konu olması gereken çıkar çatışmasının taraflarını siyaset, yargı, bürokrasi, emniyet, çete, terör, sermaye, ordu ve medya mensubları teşkil edince tabiî olarak iş şirazesinden çıkıyor.
Menfî bir hadise cereyan ettiğinde ağızlardan dökülen sözlerin başında “birleşin” yahut “birleşelim” kelimesiyle başlayan cümleler gelir. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, piyasanın alıştığı türden bir tekerlemeci olmadığından bu ve benzeri hadiseleri ele alırken “birleşin”, “birleşelim” diye başlayan cümlelerin öncesinde konuşulması gereken meseleyi başa alır ve “nerede birlik” sualinden yola çıkar. Müslüman olanlar için “nerede birlik” olunacağı suali her ne kadar piyasayı elinde tutan fikir soytarıları tarafından saptırılmaya azamî derecede gayret ediliyor olsa da açıktır ve bunun cevabı “İslâm’da birlik”tir. Büyük Doğu-İbda’nın İslâm’a Muhatab Anlayışın yenilenmesi neticesinde hâsıl ettiği dünya görüşü, “İslâm’da birlik” cevabının slogan hâlinde kalmasına da müsaade etmez, baştan sona örgüleştirilmiş bir ideolocya manzumesi ile bu cevabın hakkını da verir. Şimdi belki içinizden, “bu ne anlatıyor” diyenler vardır, hattâ belki bazıları konuyu saptırdığımızı da düşünüyor olabilir; fakat bilâkis, hepsi aynı dine inanan Müslümanların bir araya gelmesi için gereken şartların ortaya konması için bile kütüphane çapında eserler verilmesi, bunun fikir çilesine katlanılması ve bu süreçte envaî çeşit bedeller ödenmesi gerekirken, hepsi birbirine zıt kutub ve tabiatları haiz siyaset, yargı, bürokrasi, emniyet, çete, terör, sermaye, bürokrasi ve medya mensublarının birlik paydasında mama olması hâlinde tereddütsüz bir araya gelişlerinin aslında ne kadar dehşet verici olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
Allah Korkusu Yoksa Hukuk da Yoktur!
Allah korkusunun devlet ehramını en tepesinden en aşağıya kadar milleti meydana getiren her ferdi iliklerine kadar kuşatmadığı, Allah korkusu karşısında devlet ehramını en tepesinden en aşağısına kadar hiçbir ferdin kendisine imtiyaz bulamadığı bir düzeni tesis etmek yerine, İttihat ve Terakki’den başlayan bir geleneğin cumhuriyetin ilânı ile beraber hukuk kisvesine bürünmesi neticesinde, devleti ele geçiren çetelerin düzeni varlığını devam ettirdiği sürece Türkiye’nin burnu bu b.ktan çıkmayacaktır.
Devletin bekâsına tehdit teşkil eden yapıların, siyasetçi, bürokrat ve çeteler tarafından belli başlı sermaye odaklarını yargı sopasıyla korkutmak suretiyle haraca bağlamasına vesile ettiği bir düzen olur mu?
Siyasetçilerin ve bürokratların nemalanmak için çeteler ve sermeye ile işbirliğine giderek tüyü bitmemiş yetimin hakkını söğüşlediği ve bunun idealize edildiği bir düzen olur mu?
Kanunî bütün müesseseleri illegâl yapılarla iş tutan bir düzen olur mu?
Kemalizm isimli ruh hastalığı cinsinden bir psikolojiyi ideoloji kılıfına sokup da devlet suretine büründürebiliyorsan, neden olmasın?
Diyalektik Noksanlığı
Bu savunmanın “tarihî” olması bahsine de kısaca değinelim... Bugün televizyon yahut internet yayınlarına çıkan ve şiddetli derecede diyalektik noksanlığından muztarib olanların savunmaları ile Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun idam ile yargılandığı mahkemede yapmış olduğu savunma karşılaştırılacak olursa, neden bu savunmaya tarihî dediğimiz de anlaşılacaktır. Hukukun abc’si diyebileceğimiz, “iddia eden iddiasını isbat etmekle mükelleftir” bile diyemeyen adamların devletin en tepesinde görev alıyor olmaları bile mevcut manzaranın sebeblerini izah etmeye yeter de artar bile.
Devletin Bağırsaklarını Unutmadık!
Başta bahsettiğimiz hususa tekrar dönecek olursak. FETÖ’cüler Ergenekon dosyası üzerinden emniyet ve yargıyı kullanmak suretiyle bürokraside kendilerine alan açar ve şeriklerini ortadan kaldırırken, toplumdan bir tepki gelmemesi ve hatta bilakis destek alabilmek için nefret objesi hâline dönüşmüş çıkar amaçlı çeteleri de aynı torbaya atmışlardı. O zamanlar bu manzarayı resmedebilmek için en çok başvurulan ifâde “Devletin bağırsaklarını temizlediği”ydi. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, Ölüm Odası B-Yedi adlı eserinde bu le alâkalı olarak, “Devlet bağırsaklarını boşaltıyor!” diyorlar; filâncaya atıfta bulunarak. Ben de ekliyorum: “Bağırsaklar boşaltılıyor derken, bağırsak kalmadı!”… Ben haberin habercisiyim.” demişti.
Sindirim sisteminin son halkası olan bağırsaklar, en kaba tabirle bünyeye faydalı olanın sindirilerek kana karıştırılması ve faydasız ile zararlı olanın ise ifrazat hâlinde bünyenin dışarı atılmasını sağlayan organdır. Bağırsaklar ile alâkalı olarak, çok fazla sinir bulunması ve buradaki florada tesis edilen dengenin vücudun sağlıklı olmasında son derece ehemmiyetli bir rol oynaması dolayısıyla ikinci beyin tabirini kullanırlar. Bize kalırsa tüm bunlardan ehemmiyetlisi, bağırsakların faydalı, faydasız ve zararlı olanı birbirinden tefrik edebilmesidir. Bugün, toplumun kurmuş olduğu en büyük müessese olan devletin, faydalı olanı zararlı olandan tefrik edecek bir miyar sistemini haiz olmadığını, bu bakımdan rejimin bağırsak kadar bile bir işlevi kalmadığını tesbit edebiliriz.
Neresinden tutarsak tutalım elimizde kalan Kemalist rejim, ideolojik bir tarafı olmadığı gibi psikolojik üstünlüğü de 1999 senesinde kaybetmiş ve o günden beri mamada birlik idealinde birleşenler tarafından yoğun bakımda makineye bağlı olarak yaşatılmaya çalışılmaktadır. Bu hadisede de görüldüğü üzere milletimiz bıkmış usanmıştır.
Devletin varlık sebebi fert ile cemiyet arasında muvazeneyi tesis etmektir. Lâik, Kemalist Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık sebebi ise ta kurulduğu günden beri muvazeneyi imtiyazlı bir zümre lehine bozuk bir vaziyette muhafaza etmektir. İşte bu sebeble, hukukun olmadığı yerde devlet düzeni kurulmayacağı esas olduğuna göre, varın bu memleketin vaziyetini siz düşünün.
Bu Gölge Oyunu Daha Fazla Sürdürülemez
Bugün Türkiye’de yaşanan sorunlar rejime uygun davranılmadığından değil, rejimin bizatihi kendisi sorun üretme gayesine matuf tesis edildiği için yaşanıyor ve o bunu dedi, şu şunu yediyi bırakıp, artık bu esası konuşmak gerekiyor. Dün derini gitti, paraleli geldi, bugün de paraleli gitti derini geliyor…
E onun adını da biz koyalım. Bu memleketteki meselelerin çözüme kavuşması Türkiye’de kişilerin değil, düzenin değişmesinden geçiyor. Son demlerini yoğun bakım şartlarında, ancak makineye bağlı yaşayan rejimin fişini artık çekmek zorundayız. Biz, mevcut olanın yerine Allah korkusunu merkeze alan bir düzeni ve bu düzenin karşısında hiç kimsenin ve hiçbir zümrenin imtiyaz bulamayacağı hukuku tesis etmek zorundayız.
Dünün dünyasında yaşamıyoruz. Zamanın ruhu, temellerini bir psikiyatrik hastalıktan bulan bu çeşit rejimlere hayat hakkı tanımıyor.
Perdenin önünde başka, arkasında başka dünyalarda yaşama işleri artık bitti. Bu internet, sosyal medya falan var ya, perdenin ardını da faş etti. İçinde bulunduğumuz iktisadî sıkıntıları da göz önünde bulunduracak olursak, seyirci sahneyi tepenize yıkmadan çıkın perde arkasından ve enkaz altında kalmamak adına bir ân evvel milletin tarafına geçin.
Ömer Emre Akcebe
Baran Dergisi 750. Sayı