Evvela tâbirden başlayalım işe: Eğitim, pek buruk bir kelime... Maarif tabiri gibi, güneşi, toprağı, bağı ve bahçesi, arkları ve kanallarıyle bütün bir mâna iklimi arzeden bir mefhum yerinde «eğitim kelimesi, bilmem, ne dereceye kadar meselenin sesini verebilir? Bu tâbir bana «er eğitimi» gibi, basit bir kadroya ait, basit bir iş hissini veriyor. Onda “maarif” gibi, zengin kafaları donatabilecek bir kültür ifadesi bulamıyoruz. Onun içindir ki, ele maarif dâvasını alınca evvelâ dil bahsini öne sürmekten başka bir giriş yolu göremiyorum.

Bu münasebetle hatırladığımız eski meseleyi, maarif dâvasını, hemen her koldan kuşatıcı bir hülâsa yapmak isterim:

1- Dünya ilim ve fikir cereyanları karşısında durumumuz nedir? Bu hususta bir ölçümüz yok mudur? Elbette ki, milli politikası olmayan bir idare cihazının, aynı bakımdan şahsiyetli bir maarif ölçüsü de bulunamaz.

Sualimizi şöyle yöneltelim:

Bugünkü dünyanın, içinde yüzdüğü ihtilâçlardan ve insanlığın olmaya talip bulunduğu şeylerden haberimiz var mı? Kısacası, dünyayı tanıyor ve bir mihenge vurabiliyor muyuz?

Problem siyasi iradenin bulunmayışıdır Problem siyasi iradenin bulunmayışıdır

Bu olmadan maarif olamaz.

2- Ruhumuz iktibasçı mı, telifçi mi olacak? Tanzimat- tan bugüne, devre devre, yalnız çap ve mikyas değiştiren iktibasçılığımız, açıkçası maymunvârî kopyacılığımız, yerini ne gün ibdâ ve telif çilesine bırakacak ve bu dâvanın maarifi ne gün kurulacak?

3- Ahlâk ölçümüz nerede ve nasıl? Batıya sorarsanız derhal Hristiyanlık ahlâkı diye göstereceği, hiç değilse maddecilik vesaire olarak kaynaklandıracağı ahlâk (kriter)ine karşılık, biz başıboşluk ahlâkı diye bir şey icat edebilir miyiz? Batı ahlâk telâkkisinde, ahlâk sistemi her neyse onu kuramamış filozofa, filozof gözüyle dahi bakılmadığını bilenlerimiz kaç kişidir; ve bu azametli meseleden, tam 125 yıldır Marif Cihazımızın haberi olmuş mudur?

4- Hangi ruh vasıflarında bir gençlik istiyoruz? O her neyse, kâğıt üzerinde tesbit edebilir miyiz? Bu gençliği hangi vasıflarda muallimler yetiştirir ve makineyi yapan makine gibi, bu yetiştiriciler nasıl yetişir?

5- Milletlerarası bir müessese olan ilim, bu beşerî vasfına rağmen, millî bir damgayla mühürlü değil midir? Hendesenin Yunanlı, Cebirin Arap olmasındaki hikmet ne ifade eder? Müsbet ilimler dediğimiz kanunlarını sâf ilimlerden alan ve kuru kalıplar halinde donan teknik sahası müstesna, sâf ilimde millî tefekkür zaruretine karşı yüklenebileceğimiz bir şey var mıdır? Bu pay yüklenilmedikçe, mahkûm ve tâbi milletten ileriye geçmek imkânı bulunabilir mi?

6- İnsanı, ezelî ve ebedî en büyük oluşa dâvet eden Allahın indirdiği dinler müstesna, geçmişi ile bütün alakasını koparmış bir gelecek görülmüş müdür? Hilkatte, kurbağa ve tırtıl istihalelerinden, bir zamanlar her şeyi altüst etmek ve tarihi kendisinden başlatmak gayretindeki Komünizma tecrübesine kadar böyle değil midir? Olmak ve oldurmakla, kopmak ve koparmak; tekâmülle altüst olmak arasındaki fark nedir?

7-Bilgi ve ruh dağıtımı işinde, onu en yukarıdan serpen üst elden, en aşağıda toplayan en küçük avuca kadar hâkim esas ve usuller nelerdir? Esasını bilmediğimiz bir işin usulüne ait olsun, bir müdir fikir sahibi miyiz?

Görülüyor ki, bu ayrı vâhitler hep aynı «bir»de düğümleniyor, birbirinde tamamlanıyor. Kök telâkkiyi ve bu telâkkiden doğma ana plânı, bütün çizgilerin merkezden topladığı bir mimarî motifi hâlinde örgüleştirmedikçe, maarif cihazımız, kanser hastasının burnundaki sivilceyi pudralamaya mahsus ve ilerisini görmemeye mahkûm, köhne bir lâboratuardan ibaret kalacaktır.

Necip Fazıl Kısakürek, Çerçeve 4, 1965