İslâm’a Muhatap Anlayış davası nedir? Kısaca asılın yenilenmediği, ona bakan gözün yenilendiği ve bu bakış neticesi içinde bulunduğumuz çağda “yaşanmaya değen hayat tarzı”nın terkibi hükümler halinde örgüleştirdiği ve sürekli olarak -ilahi anlamda- en iyiyi yakalama ve yaşatma arzusu ile hareket edildiği bir idrâk analizi ve terkibi…
Asrımız, İslâm’ın eşya ve hadiselere tatbik edileceği bir dünya görüşüne ihtiyaç asrıdır. İnsan ve toplum meselelerinin çeşitliliği yanında anlayışın tek bir mihrakta toplanacağı, bu meselelere karşı bir sentez dilinin oluşturulması gereği, "bütün fikir"den hareketle bir ideolocya örgüsü ile meselelerin “tüm” olarak kuşanılması şartından dolayı bir dünya görüşüne ihtiyaç vardır. Salih Mirzabeyoğlu çağımızı “İslam’a muhatap anlayış devri” olarak tanımlamıştır.
İlaç, hasta ihtiyacına göredir... Her çağın ihtiyacı da değişiktir. Geçmiş çağlarda İslâmî tatbik için uygulanan reçeteler bugün aynen uygulanamaz. Çünkü her çağ, şartları ve ihtiyaçları itibarıyla farklı farklıdır; birbirine benzemez... Çağımızın ihtiyacı ise “İslam’a muhatap anlayış”tır.
İslam’a muhatap anlayış İbda'dır.
“İslam’a muhatap anlayış” davasının remz şahsiyeti Üstad Necip Fazıl'dır. Büyük Doğu'nun yürüyen hali olan İbda, bir ayniyetin birbirinden ayrılmaz iki kanadı halinde “İslam’a muhatap anlayış”ın da yürüyen halidir, yürüyen şuurudur. İbda, Büyük Doğu demek olduğuna göre, “İslam’a muhatap anlayış” da İbda'dır.
İslâm’ı hâkim kılmak, eşya ve hadiselere tatbik etmek, insan ve toplum meselelerine çözüm üretmek, siyaset ve hukuk dünyasına İslâm’ın mührünü vurmak denildiğinde akla hemen “İslam’a Muhatap Anlayış” gelir. Açıktır ki; Kur’an ve Hadis hiç günümüzde hiç kimsenin yapıp etmelerinin ürünü değildir. Kişi yahud kişiler “Bütün Fikir Şart” esasına bağlı olarak Edille-i Erbaa- Dört Delil (Kur’an-Sünnet-İcma-Kıyas) siyasetten hukuka, iktisattan edebiyata, cemiyet hayatından aile hayatına içtimai kurumları düzenleyen, örgütleyen, fertleri bağlayan ve yetiştiren kuralları koyan ve bütün bunları İslâm ölçülerini zedelemeden yaparlar. Mesala “Anayasa” denilen olgu… Demokratik rejimlerde “toplumsal sözleşme” nev’inden bir dünya görüşü, bir “muhatap anlayış” belirtir. Demokratik sistemlerde bu muhataplık “liberalizm-sosyalizm-kapitalizm-feminizm” gibi beşerî ve menfi fikir kaynakları üzerinden giderken Müslümanların fikir ve idrak dünyasında “İslâm” üzerinden gider. Dolayısıyla Müslümanlar şimdi bu dünyada Müslümanca yaşama adına “yaşanmaya değer hayat tarzı”nı “İslâm’a Muhata Anlayış” zaviyesinden değerlendirmeli ve ortaya koymalıdır. İslâm coğrafyasında yaşanan sıkıntı ve bir türlü içinden çıkılmayan karanlık çıkmazların sebebi de İslâm’a Muhatap Anlayış Davası”nın yeterince idrâk edilemediğidir. Fakat bu durum BD-İbda ile aşılmış, idrakler açılmaya yüz tutmuş, kalpler üstünde derin karanlık perdeler kalkmaya başlamıştır.
Anayasamız Kur’an değil, Kur’an’dandır
İlahi ölçü gereği “eşya ve hadiseleri teshir”le görevlendirilmiş olmamız çağımızda “İslâm’a Muhatap Anlayış”ı kuşanmamızı icap ettirir.
Kulun misyonunu iptal edici olarak gördüğümüz “anayasamız Kur’an” sloganı yanlıştır. Kur’an, insandan “eşya ve hadiseleri zapt ve teshir etmesini” ister. Bunu aksiyonumuzla gerçekleştirmemizi işaretler. Bunun için hangi model ve uygulama ile İslâm iktidarını gerçekleştireceğimizi ortaya koymalıyız. Hayatın meselelerine karşı çözümlerimizi serdetmeliyiz. İslâm, zaten bizden bunu istemektedir... İslam’ın eşya ve hadiselere tatbiki sözkonusu olan yerde bir tatbik fikri ve İslam’a muhatap anlayış şartı ortaya çıkmaktadır böylece... Kur’an anayasa kitabı değildir. Kur'an, Allah tarafından gönderilen doğru yolu gösteren bir kitaptır. Sloganı, “Anayasamız Kur’an değil, Kur'an'dandır” şeklinde düzeltebiliriz.
Kur’an’ın anayasa kitabı olmadığı gerçeği bize, insan düşüncesinin ve İslam’a muhatap anlayış davasının gerekliliğini işaretler. İslam’a muhatap anlayış davasının önemli sualini burada aktaralım: "İslâmî ölçüler yerli yerinde. Ya ona bakan göz nerede?"
Bir dünya görüşüne ihtiyaç
20. yüzyılın sonu 21. yüzyılın başından beridir dünya şekil değiştiriyor, tutunamıyor ve bir dizi içtimai, siyasi ve ekonomik krizler yaşıyor. Diğer taraftan “tarihin hızlanması” gibi ardışık ve olağanüstü hadiselerin vuku bulması söz konusu. Bu durum Batı dünyası ve onun etkisindeki coğrafyalarda “ideolojik iflas” ve fikri kargaşa ortamı oluşturmuştur. Diğer taraftan İslâm coğrafyasında ise “fikir” hakiki zeminine oturmaya doğru ilerliyor. Dışarıdan bakınca “kaos”u andırır ve İslâm coğrafyasını “kargaşa” içindeymiş gibi gösteren bu durum aslında bu coğrafyanın içindeki kusmuğu boşaltmasından başka bir şey değildir. Bu hakikat ise çok yakında “Dünya çapında inkılâp” olarak zuhur ettiğinde açık açık görülecektir.
Günümüzde dünya çapında oluşan kargaşanın, kaosun demokratik sistemle yönetilen ülkelerde oluşmasına nazaran devamlı demokrasi ile yönetilme fikri, ideolojik yönden de büyük bir eksikliğin göstergesidir. Nitekim demokrasi bir ideoloji değil, ideolojilere payandalık eden bir “seçim-seçme metodu”dur. Daha açalım demokrasi kendi başına var olamaz ve hali hazırda ne olduğuna dair üzerinde ittifak edilmiş bir tanımı da yoktur. Gücü ve iktidarı ele geçirenin kendi ideolojisi çerçevesinde şekillendirdiği, genişlettiği daralttığı, dilediği gibi kullandığı, istismar ettiği, oynadığı şekilsiz fikirler yığını.
Sözde “halkın yönetime katılmasını sağlayan” araç olarak sunulan bu fikirler yığını kendi içerisinde en zehirli fikirleri de barındırdığından hiçbir zaman ideal bir toplumun oluşmasına imkân vermez. Nihayetinde biri diğerini yıkmaya memur mevcut bütün sistemler demokrasiden nemalanır.
Liberalizm; kişilere sandıktan sandığa “seçmen” olarak yönetime katılma imkânı verirken aynı zamanda devletin sermaye sahiplerinin önünü açmasını ve alt gruplara karşı servetini korumasını salık verir. Hukuk çeşitli ülkelerden aparılmış, servet sahiplerine uygun hale getirilmiştir Buna da liberal demokrasi der.
Sosyalizm; serveti ve mülkiyeti halkın-kişilerin elinden alır ama ne hikmetse yönetimi halkın katılımı ile kurduğunu iddia eder. Örnekleri bunun tam zıddı olan bu gibi sistemlerde kendine Sosyal Demokrasi ismini verir.
Muhafazakâr Demokrasi ise Liberal görüşleri benimsemelerine rağmen zaman zaman servet sahipleri ile halk arasında denge oluşturmaya çalışır. Genelde de bu durum servet sahipleri lehine sonuçlanır. Bunda hukuk yerli değildir ve genellikle de liberal ülkelerden çalınma devşirme kurallarla oluşturulur.
Bu hususta en demokratlar, halk üzerinde herhangi bir otoriteyi tanımayan, devlet kurumunu gereksiz bulan ve doğrudan demokrasiyi savunan Anarşistlerdir.
Misallerde de görüldüğü demokrasinin ideolojik bir yapısı olmadığı gibi bilhassa hastalıklı ideolojiler ve fikirlerde hayat bulmakta, şekil almakta ve kendini ancak oralarda göstermektedir. Dikkat edilirse “demokrasi” üzerine inşa edilen bu sistemler içeride ve dışarıda bitmek bilmeyen, bir öncekinin bir sonrakiyle tamamen zıt olduğu, sayısız versiyonu ile sonu gelmeyen bir tutarsızlıklar ve gevezelikler zinciri olduğu görülecektir.
İslam’a Muhatap Anlayış davası
Dönelim İslâma Muhatap Anlayış Davası’na… Bu davada başıboş arayışa ve başıboş oluşa izin yok… Bir kere tâ baştan bağlı olunan adres gösteriliyor, İslâm… Sonra İslâm’a bakarak hali hazırda yaşayan insanlara, kullandıkları eşyalara ve başlarına gelen hadiselere ve bir arada yaşamalarını sağlayıcı kurumsal hiyerarşik yapılara “İslâm’ı nasıl tatbik edebilirim?” çilesi. Sonrası adı geçen mevzular ve mevcutlar tek tek örgüleştirilmiş haliyle Büyük Doğu İbda.
Burada zarif bir nokta var ve hakikaten İslâm dünyasında yaşanılan bunca sıkıntıya, çekilen bunca çileye rağmen “hal çaremiz”i anlamayan, anlamak istemeyen, idrak yoksunu, fikirsizler gerçek anlamda kurtuluşun önünü kesmekte, milletin emeğini, enerjisini zayi etmekte, ümitlerini tüketip onları zihnen yormaktadır. Bu tiplerin içlerinde hainler de olmakla beraber “ne ve nasıl yapacağını bilmeyen, ama zulüm rejimlerine karşı olan” kimseler de mevcut. Bu kesime ve başta şahsımıza kendilerini-kendimizi toparlamak için Mütefekkir Mirzabeyoğlu’ndan seneler öncesinden yapılmış bir ihtarı paylaşalım:
“Bunlar her şeyden önce, her insan ve her toplumun ayrı bir zamanı temsil ediyor oluşunu, dolayısıyla “İslâm’a uygun olma”nın zamanı bütünlemek mânâsında bir mesuliyet belirttiğini anlamıyorlar. Aynı şekilde, İslâm’ı eşya ve hadiselere hâkim kılmaktan bahsedildiğinde, bunun, zamanın meselelerine nisbetle tıpkı doktorun hasta ihtiyacına göre ilaç vermesi gibi bir iş demek olduğunu da anlamıyorlar; bu yüzdende, ne ihtiyaç ve ne yapılması gereken olarak, İSLAMA MUHATAP ANLAYIŞ zaruretinden haberleri yok.”(S.M. İslama Muhatap Anlayış- Teorik Dil Alanı, 17)
“İslâm’da idare şekli yok idare ruhu var”
Hadise çok güzel özetlendi ve sanırım kafalara nakşedildi. “İdare şekli ve idare ruhu” mevzusu mevzuunun idrak açısından en kalbi-zevki kısmı. “İslâm’da idare şekli yok idare ruhu var”. Bu hiç şekil olmayacak-almayacak demek değil değil. Üç olur beş olur, “İslâm’a Muhatap Anlayış” çerçevesinde idrak ettiklerin, mana ve maddede ölçüler dairesinde süzdüklerin ve son bir kez nisbet davası güderek İslam’a nisbeten kendi ortaya koyduklarını hesaba çektiklerin şekillenen bunlar… Müslüman diye ete kemiğe bürünmeden görünen kimse var mı? Yok. Ne zaman ki biri der “Ben Müslümanım” ve Müslümanlığın gereğini yerine getirmeye başlar o zaman denilir ki “İşte, bu adam Müslüman”.
“Tatbik Fikir-Dünya görüşü”
“Tatbik Fikir-Dünya görüşü” bu manada İslâm’dan devşirilen hakikatlerin ete kemiğe bürünmüş halidir. Hâşâ biz mücessem bir İslâm’dan bahsetmiyoruz. İslâm’dan “Muhatap Anlayış” zaviyesinden idrak ettiklerimizi, öğrendiklerimizi terkib ettiğimiz sistemleştirdiğimiz bir “fikirler manzumesi-ideolocya”dan bahsediyoruz. Dolayısıyla bir müslümanın tesettür babında “nasıl” giyinmesi mana itibaren malumken “giyinmesi ve şekil alması ise bu mananın tezahürüdür. Tesettürün ruhu manası bellidir, şekli ise sayısız. Zannımca anlaşıldı.
Mütefekkirden “İslâma Muhatap Anlayış Davası”na nasıl yaklaşmamız gerektiğini, “muhatap kişi” olarak nasıl bir mesuliyet içerisinde olduğumuzu ihtar eden son bir iktibasla yazımızı nihayetlendirelim.
“Bu adamlar; 40 küsur yıllık mücadelemiz sonunda sakız gibi beyazlaştırdığımız iman çarşafı üzerinde bu tahtakurusu lekeleri nereden peydahlandı? Bunlar meydanı sarsın diye mi, biz sütbeyaz iman çarşafını, hapishanelerde tırnakları sökülmüş ellerimizle çiteledik. (S.M. İslama Muhatap Anlayış- Teorik Dil Alanı,56)
Son bir asırdır bütün İslâm dünyasının temel problemi, bahsettiğimiz vasıta sistemi örgüleştirememiş olması ve maalesef böyle bir gerekliliğin ihtiyacını bile duyamayacak kadar kendini kaybetmiş bir vaziyete sürüklenmesidir. Necip Fazıl’ın Büyük Doğu fikriyatı, İslâmî anlayışı yenilemenin nazariyesini oluşturmakla kalmıyor, onun tatbik imkanının da peşine düşüyor. Necip Fazıl’ın “İslâm yenilenmez anlayışı yenilemek gerek!” diyerek örgüleştirdiği fikir sistemi, “izahını” Salih Mirzabeyoğlu’nda buldu ve Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu İbda fikriyatıyla “Yürüyen Büyük Doğu-İbda”yı inşa etti. Böylelikle İslâm dünyası kendisinin bir türlü çözemediği temel probleminin ne olduğunu da “İslam’a Muhatab Anlayış” ile öğrenmiş oldu.
Makale: Kazım Albay