Müzakere Usulü
Tanzimattan beri ölüyüz! O günden beri işimiz, ölüye kan vermek... Gülhane "Hatt-1 Hümayun"u, canlanabileceği sanı- lan bir cesede doktor değil de, onun taslağı hastahane hademesi çapında bir takım ahmakların tertiplediği gayet âdî bir reçeteden başka bir şey değil... İçine kapanık ve kayıp ruhuna ağlamaklı asıl Topkapı Sarayı'nın yanına yerleştirdikleri, aşağı sınıf fahişe donu gibi dantelâlı (Barok) ve (Rokoko) piçi Mecidiye Kasrı ve aynı üslûp soyundan saraylar, ne hale gelindiğinin ve nelerden meded umulduğunun, o günden, mimarî plânında ilâncısı... Ama kimsede ne görecek göz ne de kavrayacak beyin...
Meşrutiyet ve Cumhuriyete kadar hep bu çizgi üzerinde gittik. "Altı kaval, üstü şişhane" bir hüviyet içinde, hep ölü yüzüne pudra sürmekle yetindik. Arada, İkinci Abdülhamid gibi sahtelikleri kavramış bir Devlet Reisine rağmen, Cumhuriyete kadar bütün davranışlar -ki sonuncusu koca imparatorluğu kumarda kaybetmek olmuştur- edebiyatı, fikriyatı, politikası her şeyiyle ölüye makyaj yapma tedbirinden ileriye geçmez.
Ondan sonra Cumhuriyet gelir ve ölüye makyaj yapma yerine, iskelete kan verme devri başlar. Bu devirde, kendisini mekân, yani madde plânında korumuş olan Türkün zaman, yani ruh plânında müdafaasız bırakılması cereyanı açılır. Dış düşmandan kurtulan Türk, şimdi iç düşmana zebundur. Ruh kaynağıyla muvasalası kesilmiş, öz kültür yolları tıkanmış, ahlâk ölçüleri parçalanmış, kısacası ruhu iskelete döndürülmüştür. O günden bugüne ve bütün partiler boyunca, demiryolu, fabrika, yol, baraj, mektep, saray, ne yapılmışsa eser ve madde kıymetleri bir tarafa, iskelete kan vermekten farksız olmuştur.
Tanzimattan bu yana işte bu geliş, en tutucu ve nefes kesici çığırına Cumhuriyet devrinde ulaşmış olarak topyekûn mânalandırılamadıkça, ne parti, ne program, ne plân, ne şu, ne bu, kurtuluş meselemizi çözümlemeye yol yoktur. Bu nokta her işe hâkim müzakere usulü maddesidir.
Necip Fazıl Kısakürek, Çerçeve 6, s. 142-143,2 Ağustos 1978