Asrımızın başından bu yana memleketimiz, ilk öğretimde hiç küçümsenmeyecek kadar önemli ilerleyiş kaydetmiş bulunuyor. Milli Eğitimin yukarı basamaklarındaki bocalamaların yanında bu ilerleyiş, ümit ve cesaret vericidir. Öğretim metodları ve öğretimin amaçları bakımından maarifimizin feyizli ağacı, ilkokulda meyvasını vermiş bulunmaktadır. Şüphe yok ki, her gün ilerleyen pedegoji görüşleri ile bu eser, bu bina daima tamamlanacaktır.

Ancak çocuğun ahlâk eğitimi hususunda henüz oldukça geri durumda bulunuyoruz. Çocuk üzerinde ahlâk eğitimi, hiçbir zaman tükenmeyen, aşınmayan enerji istemektedir. Bu adeta kendi hayatı varlığını başkasına nakletmek gibi bir olaydır. Bilineni, öğrenileni, başka bir elden alınanı yine başka birine nakletmek gibi bir araçlık rolü ile yapılmaz. Bizzat kendi şahsiyetini, cömertlikle, verme ve bağışlama sevgisi ile bir nevi fedakârlıkla yapılacak iştir. Eğitimci, tohum olmak için toprağa girmenin zevkini yaşamalıdır.

Biliyoruz ki şahsiyetin üç unsuru vardır: Maddi unsur, Ruhi unsur, İctimai unsur. Şahsiyetin maddi unsuru, biyolojik varlık olan vücudumuzdur. Ruhi unsur, duygular, tasavvurlar, istek ve ideallerle örülen iç varlığınızdır. İctimai unsur, aile ve cemiyetteki yerimiz, şöhretimiz, başkalarının bize bağışladığı vasıflarımızdır.

Önceden sırf bedenden ibaret maddi şahsiyete sahip olan insan, kendi iç dünyasının yaptığı hamlelerle kendi kendini yoğurarak ruhî şahsiyetini elde ediyor. Duygular, tasavvurlar, ideallerle istekler, insana insan olan şahsiyetini kazandırıyorlar. Ruhi şahsiyet gelişerek kuvvetlendikçe, maddi şahsiyet zayıflıyor, eriyor, bazen adeta yok oluyor. Vücut var olduğu halde, şahsiyet unsuru olmaktan çıkıyor. Bu olgunlaşma, insanın insanlaşmasıdır. Bu hal insanın yükselişidir. Maddi şahsiyetini, mikroplardan kurtulan bir salgı bezi gibi küçülten genç, ideallerinin dünyasında yaşamaktan zevk ahyor. Bütün yüksek duygular onda, başkalarına çevrilen ahlâk iradesi oluyorlar. Eğer ruhi şahsiyet işlenmez de maddi şahsiyet değerlendirilirse, bundan hoyratlık doğuyor. O zaman midelerin selâmeti için yaşanıyor, bedenler kutsallaşıyor, şiir ve sanat zevkinin yerine otomobil sevdası ve maddi saadet sevgisi geçiyor, muvaffalıyetin mânası maddileşiyor, ruha ait olan aşkın yerini bedenden fışkıran kin ve haset tutmaya başlıyor, stadyumda kardeş kardeşi boğazlıyor.

Şahsiyetin üçüncü unsuru, içtimai unsurdur. Her birimiz babaevlåt, amirmemuri, patronişçi veya ustaçırak durumundayız. Bulunduğumuz durumda dışardan bize çevrilen görüşlerin hakemliğini kabul ediyoruz. Ya hürmet veya istihfaf görüyoruz. Şerefsiz veya şerefli bir insanız. İşte varlığımızın bu tarafı, şahsiyetimizin içtimai unsurunu meydana getirmektedir. Şahsiyetimizin bu unsuru dışardan sardan bize sunulan elbise gibidir. Ruhi şahsiyetimizin bizde aşk ve ilham ile yükseltilerek zenginleştirilmesi, bizi samimi ve kendimize yeter hale koyar. Ruhi şahsiyetin ağır bastığı fertte içtimai şahsiyet mühim rol oynamaz. Ruhî şahsiyetin ona tabiî ve samimi olarak kazandırdığı içtimaî şahsiyeti benimser, ona minnet etmez, ona ihtirasla bağlanmaz. Zira iç âlemi ona yeter, onu doyurur. Lakin ruhî şahsiyet zayıf ise, işlenmemiş ve beslenmemişse, o insan cemiyetin kendisine bağışlayabileceği şöhretlere, unvanlara, sahte şereflere minnet edecektir ve bunun için kendi olduğundan başka türlü görünecek, riya ile müdâhaneye teslim olacaktır. Kendisine şöhret ve ikbal tedariki yolunda, kula kul olmak için ne lâzımsa yapacaktır. Haksıza yaranmak için Hakkı çiğneyecek, kendi iradesini inkâr ederek her sahada, ailede, örfte, ahlâkta ve millet hayatında bile taklitciliğe bağlanacaktır.

Bütün bunlar, aşağılık duygusunun sonuçlarıdır. Ferdi ve cemiyeti kendinden uzaklaştırır, varlığını kendi dışında arar hale getirir. İşte bu şahsiyetin iflâsı demektir.

Zaman zaman ortaya çıkarak varlığımızı şimşek gibi aydınlatan hadiseler, cemiyetteki yeri ne olursa olsun bu sonuncu tipi yaşatanlara "Şahsiyetsiz insan" dedirttiği gibi, ruhî şahsiyetini, her ne pahasına olursa olsun içtimaî şahsiyetine üstün tutanlara da "şahsiyet sahibi insan" dedirtir.

İlkokulda elimize gelen çocuk, bazı kalıtımlara kabiliyet halinde sahip olmakla beraber henüz uzviyetinden ibaret maddi şahsiyetini yaşamaktadır. Biz onu şahsiyet sahibi olmaya hazırlayacağız. Bunun için ruhi şahsiyetini işleyeceğiz. Ruhi şahsiyetin, insanın insan olan yapısını, Jan J. Rusonun deyimi ile kalbine uygun olarak işlenmesine "ahlâk eğitimi" diyoruz. Ahlâk eğitiminin başında hürmet duygusu gelmektedir. Çocuğa ilk sunulacak olan hürmet duygusudur. Hürmet, alelâde alçalma ve kendini inkâr veya eksiltme değildir. O, insanlık cevheri karşısında yaşanan sevgi ile karışık bir hayranlıktır. Bir nevi ibadet halidir. Aşkın, adeta bütün varlıklara çevrilen şeklidir. Hürmet halinde insan, hürmet konusu olan varlığın huzurunda küçülmek istedikçe kendini yükselmiş, yükselmiş ve bizzat kendisinin üstüne yükselmiş hisseder. Küçülmek istedikçe yükseltilir. Terbiyede ilk işimiz çocuğa, hürmet denemesi yaptırmak olmalıdır. Önce tarihin ve ecdadın ruhlarından olaylara akseden büyüklükler anlatılmah, ibadet böylece onlara öğretilmelidir. Zira hürmet, ibadetin temelidir, ruhudur. Hürmetsiz ve ibadetsiz insan birbirine saldırır, hürmetsiz gençlik mitinglerde yumruk yarışması yapar. Her sokak köşesinde dalaşan, birbirini tekmeleyen çocuklar uzvi yaşayışlarına terk edilmiş, ihmal edilmiş çocuklardır. Bunlardan yarın zalimler ve katiller çıkacaktır. Sokak, yarınki hayat bahçemizin fidanlığıdır.

Hürmeti, insanlara, fikirlere, hislere, hayata hatta eşyaya ve bütün kâinata hürmeti öğrenen çocuğun kalbi ister istemez ve kendiliğinden hemcinsi hakkında merhamet duygusuna açılacaktır. Hürmet ettiği varlığın sefâletine razı olamayan gönlü kurtarıcı bir iråde ile dolduğu anda, merhametin ilâhi eseri meydana çıkacaktır. Başkalarına yardım etmek isteği, ancak kendinde biriken ve merhamet denen yaratıcı ızdırap sayesinde hareket haline gelir. Bundan hizmet irådesi doğar. Hizmet sevgisi, insanın kendinden taşarak âleme yayılması gibi bir şeydir. Hizmet ve fedakârlık duyguları taşımayan insan, önceki hürmet ve merhamet basamaklarından geçmemiş demektir. O, kısır ve hoyrat varlıktır. Bir uzviyetin üstüne giydirilmiş elbiseden fazla bir şey değildir.

Çocuğa merhamet, telkin yoluyla aşılanarak ruhi varlığındaki hayvanî ve hoyrat unsurlar ayıklandıktan sonra, ona hizmet ve fedakârlık denemeleri yaptırılmalıdır. Çocuğa, her yaşa uygun ölçüde, arkadaşlarına ve başkalarına yardım vazifesi yüklemelidir. Bu ödev, onda sevgi oluncaya kadar, usanmadan yapılacak telkinlerin önemi pek büyüktür. Psikoloji ilmi, zamarımızda telkinin her sahada pek büyük tesirlerini ortaya koymuş bulunuyor.

Çocuğa sadece daha iyi metodlarla daha kolay öğrenmeyi öğretmek, ilkokulun ilk ve asıl hedefi değildir. İlkokul çocuğu bilgin adayı olarak değil, olgun insan, ahlâklı insan adayı olarak ele alınmalıdır. Devrimiz, insanı hoyratlaştırmaya, zalim ve insafsız, gaddar ve sevgisiz yapmaya kabiliyetli bir devirdir. Zira daima ilerleme yolunda yürüyen insanlığın kılavuzu, kalpsiz, vicdansız bir varlık olan makinedir. Birbirlerini ezerek, hayat sahnesinden dışarı atma yarışında olan iki büyük cemiyet, dünyamızın bütün insanlarını tahakkümü altına aldıktan sonra bu insanlık hem üretim hem tüketim sahasında, hem kuvvet hem de kültür meydanında, bu iki büyüğün birbirini ezerek mahvetme emellerine hizmetten başka bir yolu tutamayacak hale geliyor. Bâhusus geri kalmış memleketlerde bu hadise aşikâr görülmektedir.

Kültür hayatımız, bugün fen yani teknik bilgi ihtirası içinde kıvranmaktadır. Maarif dâvası, makineye daha büyük saltanat sağlamak ve farkında olmadan ona daha kuvvetle esir olmak davası haline geliyor. Bu dâvanın samimi müdafaası, ruhları imha yolunda yarışan iki büyüğün müdafaa vekilliğini üzerine almadan yapılamaz.

Bu durum karşısında, ahlâki yapı, çocukta âdeta yok olup dumura uğrama tehlikesindedir. Makineye şahsiyet verilemez. Biz şahsiyet sahibi insanlar yetiştirme yolundayız. İlkokulun ilk ve asıl işi bu olmalıdır. Çocuğu hem aşağılık duygusundan hem de hoyratlık ve saldırganlıktan koruyucu ruhi telkine, onun bütün ruh yapısı açık bulundurulmalıdır. Çocuğa aşağılık duygusu aşılayıcı hareketlerden kaçınırken, meselá ona rozet dağıtıcılık yaptırmamalıyız. Saldırganlık örnekleri devrimizde ondan daha yaygındır.

Bir tasarım olarak çaresizlik Bir tasarım olarak çaresizlik

Bugünün cemiyeti maalesef bütün menfi telkinleri ile, gazete tesinin menfaatçi samimiyetsizliği ile, radyonun duygusuzluğu, sokaktaki şoförün insafsızlığı ile, hatta ağabeylerinin kendilerine çok kere kötü örnek olan hürmetsiz hareketleriyle, seçim nutuklarının saldırıcılığı, spor meydanlarının bazen arenaları düşündüren vahşet sahneleri ile, çocuğun ruh yapısını harap etmektedir.

Hürmetsizlik hayat mücadelesi sayılırken, çocuk hürmeti nasıl anlasın? Küçüğün büyüğe olduğu kadar büyüğün de küçüğe karşı sevgi ile yüklü hürmet vazifesi olduğunu çocuk, hangi hayat denemesinden çıkarsın? Büyükleri tarihe, dine ve Allaha saldırırlarken bütün büyüklükleri, gayeleri olan ideal büyüğe bağlayarak bu büyüklükler mertebelenmesi içinde kendi dileklerinin ve ideallerinin yerine hangi ruh kuvvetiyle, hangi içsel kılavuzu seçip insanoğlunun ezmek ve devirmekten başka sahada iradesini denemediği devrimizde, merhametin âleme taşan sonsuz lezzetini nasıl tatsın? Nerede arasın?

Bütün bunları ilk öğretimden beklemek durumundayız. Bir bakıma bugün ilk öğretim, hayatla mücadele yeri olmak zorundadır. Çok kere etrafında iyi örnek bulamayan çocuk, öğretmenini örnek insan olarak alacaktır. Öğretmen en büyük gücü ile çocuğun ahlâki yapısına yönelecek, telkinin bütün vasıtalarını bu yapıyı yoğurmak için kullanacaktır. Din dersinin bu hususta büyük önemi vardır. Ancak din bütünüyle insanın varlığına çevrildiği için din kültürü, yalnız bir ders içinde verilemez. Belki Kur’an’ın insan anlayışına uygun telkin ve davranışlarla dini ruhun tam ve gerçek şekilde aşılanması kâbil olur.

Eğer azar azar, adım adım teknik hırsı, bizi efendiler hesabına feth eder de çocuğun ahlâk yapısını bir gün tamamen ihmal edersek, o zaman makine kadar gaddar ve merhametsiz, kindar ve hürmetsiz olarak yetişecek gençliğin karşısında, büyük din ve ahlâk dâhimiz Mehmet Akif’in şu acıklı hitabı, ister istemez dudaklarımızdan fışkıracaktır.

"Bırak tahsili evlâdım, sen ilkin bir haya öğren!"

Biz, tahsilden önce hayâyı pek iyi bilen, kendini bilen, cesur, fedakâr, vatansever, imanı bir nesle ilk öğretimin kutsal kapısını açmak zorundayız.

İslam Medeniyeti, 1/4, Kasım 1967.

Nurettin Topçu, Türkiye'nin Maarif Davası, s. 122-128