Faiz tekelleştirir ve servet dağılımında piramit modeli oluşturur. Zekât ise mülkiyeti tabana yayar ve servette de camideki gibi saf düzenini meydana getirir.
1. İslam kazanç/kâr amaçlı kredi sistemini ortadan kaldırmayı emreder. Servet artırma, gelir elde etme yolu olarak krediyi yasaklar. Bu anlamda faiz; hırsızlık, gasp ve kumar gibi haksız kazanç yolları ile aynı kategoride yer alır. Bu tip, zararlı yollarla zenginleşenlerin arttığı bir ülke ise her geçen gün fakirleşir, kağıt üzerinde büyüyor gibi gözükse de…
2. Bankaların, o ülkenin en büyük sanayi, otomotiv, inşaat, havayolu şirketlerinden daha fazla kâr etmesi hayra alamet etmez. Mesela Türkiye'deki durum şöyle: Akbank’ın 2022 net kârı 60,3 milyar, Türkiye’nin en büyük sanayi şirketi Tüpraş’ın ise 41,3 milyar lira. Garanti’nin 58,5 milyar, sadece Türkiye’nin değil dünyanın en saygın havayolu şirketlerinden olan THY’nin ise 47,4 milyar lira. İş Bankası 61,5 milyarken, en büyük otomotiv şirketi Ford Otosan ise bu miktarın üçte birinden bile az, 18,6 milyar.
3. Bugün hala faizci sistemin ağlarından kendini kurtaramamış Türkiye’de birçokları için ev satın almak bir kenara, ev kiralamak bile çok zor hale geldi. Kavvamlık vazifesi olan, asgari maaşlı bir erkeğin tek başına ailesini geçindirmesini geçtik, kiraların ortalama yirmi binlerde olduğu büyük şehirlerde evin reisi tek başına kirayı bile ödeyemez durumda. Bu ise aile dengesinin bozulması anlamına geliyor. Faizin gün be gün ekonomiyi daralttığının ve toplumu nasıl parçaladığının bir örneği. Halbuki birkaç kuşak önce memur maaşıyla para biriktirilerek veya emekli ikramiyesiyle rahatlıkla ev, araba alınabiliyordu.
4. Elbette tek başına faiz yasağını getirmek çare değil. Hele de şirk dünya görüşüne dayalı bir sistem içerisinde kalınmaya devam ediliyorsa. İslam bütün ve mutlak bir fikirdir. Dolayısıyla tevhidi dünya görüşüne dayalı bir sistemde faiz yasağını sistemin bütünü içinde değerlendirmek ve uygulamak gerekir.
5. Aile, miras, ceza hukukundan namaz, oruç, zekât gibi ibadetlere, Hz. Resul’ün tamamladığı güzel ahlakın tüm unsurlarına kadar, bunların hepsi bir bütündür, ayrılamaz. Faiz yasağı işte o bütünün içinde anlamlı ve etkili olur.
6. Dolayısıyla İslam ahlakının yani ahlakın en güzel, en estetik halinin yaygın olmadığı bir topluluğun faizden de kurtulması mümkün değil. Bu da siyasilerin neden çoğu zaman faize mecbur olup onu tek kalemde ortadan kaldıramamasını açıklar. Kamu yararına faizciliğin ortadan kaldırılamaması esasen toplumun ahlaken düşüklüğünü yansıtır. Nasılsak öyle yönetiliriz.
7. Faizsiz bir ekonomi idealine ulaşmak için toplumun da bu yasağın şuurunda ve ciddiyetinde olması gerekir. İnsanlar parasını koruma yolunun mevduat faizlerinden geçtiğini düşünür, borsa, girişim sermayesi, melek yatırımcılık, kitle fonlaması gibi ticari ortaklıklara, Türib platformu aracılığıyla tarım emtialarına yatırım yapmayı bilmez, bilse de risk almak yerine faizin sabit getirisini tercih eder, kredi kartı ile alışverişten rahatsızlık duymazsa böyle bir toplumda elbette faizsiz bir ekonomi de hayal olur.
8. Faizin sadece anaparanın üzerindeki bir fazlalık değil, aynı zamanda işlem olarak bir tür sözleşme olduğu unutulmamalı. Mesela kredi kartı borcumu zamanında ödüyorum, faize girmiyorum demek yetmiyor. Zira kredi kartı sözleşmesinde, ödemenin gecikmesi durumunda yüksek oranda faizin işleneceği yazılıdır ve bu maddeyle sözleşme bir faiz sözleşmesine dönüşür. Dolayısıyla borç zamanında ödense bile bu sözleşmeye imza atılmasıyla faize girilir. Bu anlamda illa ki bir karta ihtiyaç varsa sadece eldeki avuçtakinin harcandığı banka kartını kullanmak daha evla olsa gerektir.
9. Faiz yasağı aslında son derece basit bir yasak. Nasıl ki eroin satışından para kazanmaya izin verilmiyorsa bunun gibi krediden gelir elde etmeye çalışanlara da göz açtırılmamalı. Ne faizin açıktan kendisine ne de gizliden hilesine.
10. Faiz iktisadi şirk, şirk itikadi faizdir demiştik. Şirkte ibadet, tapınma, aşırı saygı, aşırı övgü ‘aynı’ varlık kategorileri (mahluk-mahluk) arasında (ki genelde ölü atalarla diriler arasında) gerçekleşir, böylece nemalanma da faizdeki gibi aynı cinsler arası ilişkiyle olur. Tevhidde ise ibadet ‘farklı’ varlık kategorileri arasındadır. (Halik-mahluk) Muvahhid hem maddi hem de manevi olarak büyümek/artmak için yüzünü sadece ve tamamıyla O’na dönen, kalbini O’nun dini üzerinde sabit kılmaya gayret eden kişidir.
11. Şirkte de faizde de borç sonsuza doğru haddini aşarak arttırılır. Şirkte sonsuza doğru arttırılan borçluluk, ata(lar)a olan minnettarlıktır (sen olmasaydın biz olmazdık gibi bir anlayışla). Mütref bir azınlık, putları kendi menfaatleri doğrultusunda yontar (mesela tarihi çarpıtır), endoktrinasyon, uydurulmuş bayramlar-seyranlar, saygı duruşları, anma ve yas günleri, dağa taşa adını vererek aşırı övgü yoluyla put atalara aşırı bir sevgi oluşturulur. Toplum Allah’ı severmiş gibi bu put ata(ları) da sever, aşırı sevgi, saygı duyar, her fırsatta över. İşte bu aşırı sevgi ve övgüyle ata, sonsuz ve ödenmesi imkânsız bir borç olarak toplumun sırtına bindirilir. Sonsuz borcun karşılığında ise ataya atfedilen ve aynı zamanda şeytani mütref elitlerin statükosunu, menfaatlerini de koruyan kurallara, kanunlara, bilgi sistemine, felsefeye, dünya görüşüne tam, sorgusuz sualsiz itaat beklenir. Bir grup mütref işte bu bindirilen haksız borç karşılığı elde edilen itaat sayesinde semirttikçe semirtir. Mütreflerin gayesi hep servetlerini bir şekilde vergiden korumak, servetlerinden yoksulların haklarını almasını -bu bir bağış değil, hakkın alınmasıdır yani adaletin gereğidir- engellemek olmuştur. Bunu engellemek içinse en verimli yol, şirk dünya görüşüne dayalı bir sistemi, put adamları, put kelimeleri halka musallat etmektir.
12. Diğer taraftan haram-helal demeden, mesela faizle servetlerini sonsuza doğru artırıp mal yığanların asıl gayesi rububiyettir. İmam Gazzâli’de bahsi geçen, Sabri Orman’ın da ondan iktibas ettiği üzere rububiyet eğilimi olan bu kişiler, tüm insanlığın kendi iradelerine boyun eğmesini gaye edinir. Bütün varlıklara hâkim olma, onları kendi iradesine tabi kılma, şahsi arzularına göre değişikliğe uğratma ve dilediği gibi onları yönetmeyi ister. İnsanın zihin dünyasını ele geçirerek onu menfaatleri uğruna kumanda edebileceği bir robota dönüştürmeye ve dünyayı da bu robot ordusuyla ele geçirmeye çalışır. Kendi menfaatleri doğrultusunda iyi, güzel olanı yasaklar, yasak, çirkin ve kötü olanı serbest bırakır. Sevgiyle, nefsindeki bir olgunlukla kendisine döndüremediği kalpleri, zorla veya hileyle (mesela hayırsevermiş gibi gözüküp aslında vakıfları yoluyla vergiden kaçırdıkları servetleriyle şirketlerini ve insanlık üzerindeki otoritelerini daha da güçlendirmeleri gibi) üstünlük kurmaya çalışır herkesin üzerinde ve bundan ayrıca bir domine etme hazzı alır. (Aşı olmaya, laboratuvarlarında ürettikleri yapay eti yemeye zorlar, helal kesimi ve eti yasaklar mesela) İnsanlığa açılan bu savaşta da her savaşta olduğu gibi hilelere başvurur. Bu hilelerden biri de II. bölümde ele aldığımız faiz hilesidir.
13. Bunun karşısında ise tevhid ve bunun şiarı sadaka-zekât sistemi vardır. Tevhidde itaat Allah ve Resulünedir. Teslim olunan irade O’nun iradesidir. O’nun insan için dilediği kuralları, hukuku, ekonomiyi, ahlakı insan da kendisi için diler. Yani millet iradesinin asıl manası şudur: O’nun millet için irade ettiğini milletin de kendisi için irade etmesi. O inkâr edilirse bu sefer de tercih edilen irade şeytanın ve onun avaneleri olan kavi ve kurnaz mütref azınlığın iradesi olmuş olur. Milletin bu ikisinden bağımsız bir iradesi olamaz. Şirk sisteminde farkında bile olmadan, özgür iradeymiş gibi gösterilip kibirli ve azgın mütreflerin, iktisadi ensest ve homoseksüel ilişki kuran ribahorların çirkin ahlakları, yamuk dünya görüşleri, iğrenç beğenileri taklit edilir. Faizle beslenen halkın da devletin de bünyesi bu yediği habis gıdayla hastalanır, zayıf düşer. Tevhidi sistemde ise milletin benzemek, taklit etmek istediği örnek insan Hz. Resul’dür. Ve burada faiz pisliğinden arındırılan bünyeler, nefsler zekâtla, sadakayla tertemiz hale gelir.
14. Zekât nedir? Cürcânî’ye (ö. 816/1413) göre “Belirli bir malın belirli bir miktarını belirli kişiye vermektir”.
15. Her ne kadar son zamanlarda servet vergisi konusunda dünya çapında çağrılar olsa da burada ölçüdür mühim olan. Hangi mallardan, kimlerden, hangi miktarlarda alınacak ve kimlere dağıtılacak. İşte bu ölçü bir grup insanın keyfine terkedildiğinde büyük adaletsizlikler, zulümler ortaya çıkabilir. Dolayısıyla bunun tam ölçüsü için yine Mutlak Fikre dönmek gerekir. Yani mesele sadece zenginlerden servet vergisi almak değil, bunu O’nun ve Resulünün gösterdiği, öğrettiği, uyguladığı üzere, İslami bir dünya görüşüne göre şekillenmiş bir sistemin tüm şubeleriyle birlikte tatbik etmektir.
16. Zekât faizin tam zıt yönünde işler. Faiz borçluluğu artırır, zekât ise azaltır. Zekât fonlarının bir bölümü yoksullara ait olduğu gibi bir bölümü de borçlulara ayrılır.
17. Çağımızda devletler yoksullar dahil olmak üzere halktan vergileri toplar, elinde bono, tahvil tutan zenginlere faiz ödeyerek yoksuldan zengine servet transferine aracı olur. Zekât ise bu akışı tersine çevirir, zenginden alarak yoksula dağıtır ve böylece tüketim gücünü artırır. Zira yoksul biri zengine göre elindeki parayı tüketime daha hızlı yönlendirir ve ekonomiyi canlandırır. Öte yandan mevcut sosyal sigorta sistemi de sorunludur bu açıdan. Yoksula verebilmek için yoksullardan da toplar. Doldurmaya çalıştığı havuzu bir yandan boşaltır.
18. Faiz tekelleştirir ve servet dağılımında piramit modeli oluşturur. Zekât ise mülkiyeti tabana yayar ve servette de camideki gibi saf düzenini meydana getirir.
19. Mülk Allah’ındır demek mülksüzlük çağrısı değil, tam tersi tüm kulların yeryüzünde O’nun mülkünden istifade etmesi, (özel) mülk sahibi olarak mülkiyetin tadını alıp şükretmesi, Malik-i Mutlak’ın tecelligahı olmasıdır. Mesela sevginin de mülkü Allah’ındır ve insan bu duyguyu layıkıyla ancak kendisine özel olup başka kimsenin bu açıdan faydalanamadığı eşinde tadar. Özel mülkiyet karşıtlığı sonunda aile, evlilik karşıtlığına da dönüşür.
20. Sorun özel mülkiyetin kendisi değil, o mülk üzerinde yapılan faiz gibi çirkin ve pis tasarruflardır. Yani asıl mesele arsanın, evin, üretim araçlarının özel mülk edinilmesi değildir. Mesele; mülkiyeti sadece Allah’a ait olan ‘din’i, birilerinin kendi özel mülkü ilan edip O’nun ortaklarıymış gibi yaparak hevasına, çıkarına, hazzına, kafasına göre ahkam kesmesidir genelde hayatın nasıl yaşanması gerektiği, özelde ise ekonominin kuralları hakkında.
21. Faiz borçlunun yükünü artırırken zekât sistemi yükü hafifletir. Krediyi samimi bir şekilde ödeyemeyenlerin borcu kısmen veya tamamen silinir ve bu, mukrizin zekâtına-sadakasına sayılır. İdeal, sağlam bir ekonominin yolu borçların kısmen veya tamamen silinmesinden geçer.
22. Zekât bir nevi kredi sigorta kurumu gibi işler. Zekât fonunun borçları ödemesi sayesinde mukrizler anaparalarını geri alıp bunu yeniden kredi olarak verebilirler. Kredi sistemi böylece güçlenir. Zaten en kötü ihtimalle mukrizler zekât fonundan anaparalarını alamasalar bile alacaklarını zekâta sayabilir, bunu bir sonraki zekât ödemelerinden/vergilerinden düşebilirler. Böylelikle zekât sayesinde borç enerjisi ekonominin fay hatlarını şiddetle kırıp büyük iktisadi depremler oluşturacak kadar da birikmez. Zekâtla arınan, sürekli salınan borç enerjilerinin azalmasıyla ekonomi şiddetli krizlerden korunur.
23. Faiz tekelleştirir, piyasadaki rekabeti dolayısıyla da ürünlerdeki çeşitliliği, renkliliği yok eder. Kazanç sağlamak için faizcilik yapanlar kredileri muhtaç olanlara değil, malı, mülkü, teminat gösterebileceği serveti olanlara yönlendirirler. Böylece servet sürekli zenginler arasında dönen bir devlete, tekele dönüşür. Tekelin veya oligopolün -birkaç şirketin hâkim olduğu ekonominin- farklı isimlerle piyasaya sürdüğü birçok marka pazarda çeşitlilik ilüzyonu yaratır, halbuki hepsi hemen hemen aynı ürünün farklı paketlerle ve isimlerle sunulmasıdır.
24. Faizle geometrik büyüyen kredi hacmi yine bu büyük kredileri alabilecek büyük şirketlere yönelirken özellikle kriz dönemlerinde kısılan kredilere erişemeyen borç bağımlısı küçük-orta şirketlerin piyasadan çekilmesiyle veya büyükler tarafından yutulmasıyla birlikte tekelleşme de hızlanır. Ayrıca büyük şirketlerin lobi gücü daha fazla olduğundan devletin gücünü de arkalarına alarak daha da büyürler.
25. Zekât ise bir tür girişim sermayesi vazifesini üstlenerek yetenekli ama iş kurabilmek için yeterli sermayesi olmayan kişilere kaynak, sermaye sağlar, onların hünerlerini sergileyebilmeleri ve bu sayede gelir elde edebilmeleri için piyasaya girmelerine yardımcı olur. Böylece zekâtla piyasadaki ürün çeşitliliği artar, insanlar çok daha kaliteli ve yaratıcı tasarımlı ürünlere ulaşabilme fırsatı bulur, (vahşileşmek zorunda olmayan) rekabetçi bir ortam oluşur. Aynı zamanda bu yetenekli kişilerin de müteşebbis olarak kendilerini geliştirebilmelerini ve şahsiyetlerini, karakterlerini ürettiklerine yansıtarak varoluşlarının tadını alabilmelerini sağlar. Böylece toplumdaki genel olarak insan kalitesi arttığı gibi O’nun tekvin sıfatı da farklı farklı güzellikte, şekillerde tecelli eder. Faiz O’nun sayısız tecellisini örterken, zekât sistemi bunları açığa çıkarır, toplumdaki herkesi gözetir, tüm insanların kendisini geliştirmesini sağlayacak mali imkanları var eder.
26. Dolayısıyla zekâttaki amaç zekât alan kişiyi zenginleştirmek, zekât verecek konuma getirmek, ekonominin birkaç şirketin oyuncağı olmaktan kurtarıp çok sayıda lider vasıflı, cesur, öngörü sahibi, hünerli ve güzel ahlak sahibi üretici, girişimci ve tüccarı piyasaya dahil etmektir.
27. Elbette piyasa düşmanı tekelci faizci zihniyet faizi yasaklayan, zekâtı emreden ve böylece kendisinin tekelleşme arzusunun önüne taş koyan şeriata, Hz. Resul’ün sünnetine de düşman olur, robotlaştırdıkları insanları da bu düşmanlığı taklit edip kendilerinin statükolarını savunma uğruna Allah ve Resulüne karşı savaşmaları için programlar.
28. Zekât fonu sadece yoksullar, miskinler ve borçlulara yönelik de değildir. Devletin toplayıp dağıtımını yaptığı zekât aynı zamanda İslam dininin yani hakikatin yeryüzünde yayılması, hâkim olması için de kullanılan bir fondur. Müslümanların devletinin görevi sadece yol, köprü yapmak değil, benimsediği dünya görüşünü yaymak, bunu yeryüzünde hâkim kılmak, bu uğurda mücadele etmek, savaşmak, Allah’ın adını yüceltmektir. Bu anlamda zekâtın hakikatinin nuru, devletin mutlak anlamda laik olamayacağını da açığa çıkartır.
29. Muhlis kişilerin servet edinmedeki en yüce gayeleri zekât verebilmektir. Onlar bu ideal uğruna zengin olmayı arzularlar. Zira zekât sadece yoksula yardım değil, aynı zamanda Allah’ın indindeki tek geçerli dinin yani İslam’ın yeryüzünde hâkim olmasına da yardımdır. Dolayısıyla servetin, paranın hakiki vazifesi, sahibinin dünya görüşüne, ideolojisine, inancına uygun bir dünyanın kurulmasıdır.
30. Mevcut dünyanın kirliliği, çirkinliği ise esasen servetlere hâkim olanların kalblerinin kirliliğinden, karanlığından, pasından, işlevsizliğinden kaynaklanır. Mesela bu akılsız pislikler servetlerini, güçlerini ahlakı bozmak, insan nüfusunu azaltmak, homoseksüelliği yaymak, aileyi yok etmek, yaratılışı bozmak, kültürleri, farklılıkları, lisanları yok etmek için kullanırlar. Mao’nun zamanında tarımdaki verimi artırmak adına serçeleri katledip yıllar boyu süren bir kıtlığa neden olmasına benzer bir ahmaklık çağımızda da sığırları öldürerek tekerrür etmek üzere. Dolayısıyla kalbini sürekli istiğfar ile temizleyen, kalbi O’nun dini üzerinde sabit kılınmış bir topluluk servetlere hâkim olduğu zaman ancak dünya temizlenip dengeye kavuşabilir.
31. Bu arada zekâtı toplama ve dağıtma görevi devletindir demişken şunun da altını çizmekte fayda var: Devlet eğer bundan elini çekerse zekâtı toplayan gruplar, cemaatler devletleşir. Elbette devletin topladığı asgari zekât miktarının ötesinde şahıslar servetlerinin geri kalanını dilediği vakfa, derneğe infak etmekte özgürdürler.
32. Zekât nemalandırılabilir mallardan alınır. Mesela paranın zekâtı olur çünkü ticaret sayesinde kişiler paralarını artırabilirler. İşte bu argüman Batı’da ters düz edilerek faize dayanak yapılır. Madem ki paramla ticaretten kâr elde edebiliyorum, o halde borç verdiğim zaman mahrum olduğum ticaretteki kârdan bir miktar alma yani faiz hakkım vardır, argümanı geliştirilir.
33. Bu argümanın da yine kökenleri muharref Tevrat’a kadar sürülebilir. Orada faiz yasağında yoksulluğa olan vurgu, sonraki yüzyıllardaki kutsal kitap yorumcularını, tüketim kredisindeki faiz haram, ama üretim-ticari amaçlı kredilerde meşrudur, yasak olan sadece yoksullara verilen tüketim kredisidir gibi bir argümanı savunmaya yönlendirir. Batı’da faizin yaygınlaşmasını sağlayan bir damar da bu olur, faizin ticaretle nemalanabilen sermayeden mahrumiyetin bedeli olarak görülmesi onun meşrulaşma sürecini hızlandırır. Halbuki bu argümandan hareketle zekâta varmaları gerekir. Sonunda ise iktisat teorisinde üretim faktör geliri olarak faiz yerini alır. Borçla üretime katılınmış olunmaz, üretime katılım ortaklıkla, kâr-zarar paylaşımıyla olur.
34. Çağımızdaki iktisadi politikalar da aldatıcıdır. İktisatçılar odaklarına yoksulluğu, yoksulları alırlar. Ve bazen de hatta yoksulların yoksul kalması kendi suçlarıymış gibi gösterilir. Afrika gelince akla öncelikle kıtlık, kuraklık getirilir ama bu büyük kıtanın doğal kaynaklar açısından aşırı zengin olduğu, özellikle yeraltındaki sular açısından aşırı bereketli olduğu gizlenir.
35. Öncelikle odaklanılması gereken zenginliktir, zenginlerdir. Dünyada öncelikle yoksulluk değil zenginlik sorunu vardır. Zekât emri ve faiz yasağı işte bu zenginlik sorununun çözülmesi içindir.
36. Zekât basit bir mal transferi değil, aynı zamanda kişiyi ruhen de şekillendiren, geliştiren, olgunlaştıran bir uygulama, ibadet. Malını gönüllü olarak veren kişi ile malının arasındaki muhabbet zayıflar, böylelikle kişi nefsinin cimriliğinden korunmuş olur. Bu anlamda zekât sadece yoksula değil zengine de yardım eder. Hatta belki de denilebilir ki öncelikle amaç zenginin nefsinin, malının esaretinden kurtulmasıdır. Kendisini iyilikten men eden, gaddar bir efendi olan paradan azat etmesi. Açı doyurmak kolaydır belki ama açlık korkusu duyanı ne doyurur ki? İşte zekâtla fertler mal kaybının korkusundan da arınırlar. Zekâtın ibadet olması bu anlamda kişinin olgunlaşması, kemale doğru yürümesi, cömertlik, yiğitlik, şefkat ve merhamet gibi hasletlerini ortaya çıkarması, yani kişiyi terbiye etmesi açısından önemli.
37. Nasıl ki gönülden verilen zekât öncelikle zenginin nefsini arındırıyorsa tam tersi olarak faizli işlemde zenginin arınmayan ve hatta daha da azgınlaşan nefsi diğer insanlara da sirayet ederek tüm toplumu faizci zenginin ahlâkına, dünya görüşüne göre şekillendirir.
38. İnsan yediğine benzer denir. Kur’an’da da faiz yemek fiiliyle geçer. (Bakara:275) Dolayısıyla faiz yemek sadece iktisadi bir eylem değil aynı zamanda insanın ahlakını, psikolojisini hatta dünya görüşünü, dinini değiştiren, bozan bir eylemdir.
39. Faiz ile kalbin hastalıkları olan açgözlülük, korkaklık, cimrilik, tembellik, acelecilik, cahillik, şehvetperestlik gibi nefsin zekât, sadaka ile arındırılması umulan özellikleri daha da azgınlaşır, artar. Bu ise toplumu temellerinden sarsarak birbirini sevmeye, kendisi için istediğini kardeşi için de istemeye dayalı kardeşlik düzeninin yıkımına sebep olur.
40. Faizci korkaktır, ölümden, geleceğin belirsizliğinden korkar. Ölüm benliğin bedenden ayrılmasıdır. Faizci de malının ölümünden korkan kişidir, yani korkusu canının yongası, maddi hazlarının yegâne kaynağı olarak gördüğü malının kendisinden ayrılmasıdır. O yüzden riskli, belirsiz ticaret yerine garanti getirisi olan önceden belirlenmiş faizi tercih eder, ticaretteki rekabeti de faizli borç verdiği ülkelerin ekonomi politikasına müdahale ederek kendi lehine bertaraf eder. Serbest piyasa çığırtkanlığı yaparlar ancak faiz merkezli iktisadi sistemin köşe başlarını tutarak serbest piyasa şartlarının oluşmasına engel olan tekelci tipler kendileridir. Kadın hakları çığırtkanlığı yapan bazılarının gerçekte kadının en büyük düşmanı olduğu gibi.
41. Ve sadece bir kez ölüneceğini unutur, ölüme yüz çevirir de sadece bir kez yaşadığını zanneder. Halbuki dünyadaki en büyük sıkıntıdan bile insan ölümle kurtulabilir. Peki ya ölümden sonra ölümün de öldüğü bir sonsuz hayatta sıkıntıya düçar olursa insan? Elemden kurtulabileceği bir ölüm olmayınca ne yapar? Bunun bilincinde olan akıllı insanın yapacağı tek şey vardır dünyada: Ölümden sonraki ölümün öldüğü yaşamda elemin kendisine nasıl isabet etmeyeceğinin yollarını aramak. İşte biz bu yola İslam diyoruz. Ki İslam’ın güzelliği, bu yolu insana gösterirken dünyadan da nasibini en optimal seviyede almasını sağlamaktır.
42. Ölümden sonrasını inkâr eden veya yokmuş gibi davranan insan aceleyle, sabırsızlıkla kısacık hayatta ne pahasına olursa olsun hazları ençoklaştırmaya ve bu hazlara vesile olacak malları toplamaya, artırmaya çalışır. Önceki bölümlerde bahsettiğimiz kaldıraçlı işlemler, aşırı borçla (faizli) girilen yüksek riskli ancak getirisi de fazla işlemlere bu yüzden gözü kara bir şekilde girer. Bu kısacık dünya hayatında aceleyle, bir an önce o serveti artırmalıdır. Ne de olsa ölüm sonrası yokluktur. Dünya yıkılsın yeter ki malı çoğalsındır felsefesi. Faizi yiyen işte bu şirke dayalı, ahireti, son saati reddeden, dünyevi dünya görüşünü, bencil, cimri, korkak ve gaddar bir ahlakı da bünyesine yedirmiş olur. O şöyle der: Edite, bibite, post mortem nulla voluptas (yiyin, için, ölümden sonra hiçbir zevk kalmayacak çünkü)
43. Faiz işlemi ölüm karşıtı, ölüm sonrasını göz ardı eden yok sayan bir eylemdir. Ölüm karşıtlığı ilk bakışta sanki hayatın olumlanması gibi gözükse de aslında hayatın kendisine açılmış bir savaştır. Zira cennetteki sonsuz bolluk imkânı görmezden gelinerek fani, sonlu dünyaya sıkıştırılmaya çalışılan, esasen Likaullah’tan başka tam olarak tatmin olması imkansız sonsuz arzuların pusulasının bozulmasının, sınır tanımayan mal sevgisinin, O’nun en tepede olması gereken sevgi hiyerarşindeki dağılmanın insanı götüreceği yer şudur: o mallara ulaşmak için milyarlarca insanı bile gözünü kırpmadan, dünya nüfusu çok fazla diyerek yok edebilir, onların acıları, feryatlarına kör ve sağır kalabilir.
44. Ancak, ölüme sırtını dönüp dünyevileşince bu sefer ölüm artık bir yerden değil bin yerden kuşatır. Bizzat o kişinin kendisini. Zira tüm hayatın amacı, varlığının dayanağı haline getirdiği mallar sayısız tehlike ve riske maruzdur, her an tüm malı serveti elinden gidebilir. Ayrıca hakkını yediği insanların sayısı onu ürkütür, gece uykularını kaçırır, her an onların, boğazına yapışacağı endişesiyle rahat edemez, insanlar kendilerine yapılan kötülüklerin -ki internet çağında bu çok daha hızlı yayılır- farkına vardıkça da çember iyice daralır. Daraldıkça da bu tip mahluklar mallarını korumak adına daha da çılgın ve dehşetli eylemlere geçer.
45. Onların sonsuzluğu, hazda sürekliliği, arzularda tam tatmini bu fani, süreksiz dünyada bulması imkansızdır. Ve malla sonsuzluğa, mutluluğa, tüm arzularına ulaşma umutları gün geçtikçe erir. Tükettikleri her bir mal makbul olmayan Kabil kurbanı gibidir. O haram yollarla, cimrileşerek mutluluğa, tatmine ulaşmaya çalıştıkça her seferinde bundan daha da uzaklaşır. Umutsuzluk arttıkça öfkeleri, zalimlikleri, şiddetleri, aşırılıkları da artar.
46. Susuzluğun elemi olmadan suyun hazzı olmaz, açlığın elemi olmadan yemeğin hazzı tam alınmaz. Zararın imkânı olmadan kâr olmaz. Zarardır (daman) kârı var eden. Faizde ise zarar dışlanıp kâr elde etmeye çalışılır. Halbuki belirsizlik ortadan kalktığı anda kâr da yok olur. Ama bu aşırı tok karnına yemeye benzer, pek bir zevk vermez, lezzet alınmaz. İşte faizcilerin içine düştükleri bereketsizliğin, umutsuzluğun misali budur, gün geçtikçe hayattan zevk alamaz olurlar, bu ise onları zevk alabilmek için sürekli daha sapkın eylemlere iter.
47. Finansta ise bu sapkınlık kendisini özellikle türev piyasasında gösterir. Umutsuzluğun içinde kendilerini kumarla avutur, kumarın baş döndürücülüğü, sarhoşluğuyla can sıkıntılarının, umutsuzluklarının üstesinden gelmeye çalışırlar. 1 lira anaparaları olmasına rağmen 99 lira faizli borçla işlem yaparak en hızlı yoldan bu mala ve bunun aracılığıyla sonsuz arzularına ulaşmaya çalışırlar. Her geçen gün de kumarın dozunu artırır, leri yükseltirler. Cehennem gibi ‘daha yok mu, daha yok mu’ derler. Burada hem mal hırsı vardır hem de en içlerindeki umutsuzluğu, hüsranı kumarın, alkolün baş döndürücülüğüyle bastırma güdüsü vardır.
48. Zekât ise ölümle barıştırır insanı. Ölümü tecrübe ettirir. Malıyla kişinin arasını ayırır ve hatta bu ayrılıştan bir haz duymasını sağlar. Ölüm vaktinin sarhoşluğunda bile hayatı boyunca zekât, sadaka, karz-ı hasen, Allah yolunda infak ile kendinden vermeyi alışkanlık haline getirmiş olan vermeyi refleksleştirmiş kişiler canlarını ‘verirken’ de yine zorlanmazlar. Öte yandan hayatını haram helal demeden ‘alma’ modunda israf etmiş, mala fazlasıyla yapışmış, karşılıksız vermek yerine karşılıksız alan faizciler ise böyle bir refleksi geliştiremez. Dolayısıyla o canı teslim alacak meleğe bedenle etle tırnak gibi olmuş canı ‘verme’ anı da çok ama çok zor, dehşet elemli olur.
49. Esasen zekâtlar, sadakalar aşı gibidir. İnsanın malının ölümüne, kaybına karşı bağışıklığını yükseltirler. Nihayetinde hayatın türlü renkleri var. Malların, ürünlerin kaybı, iflaslar da bu bu renklere dahil. Malların kaybına karşı korkusuz olanlar, kaybetmesine rağmen ayağa kalkıp tekrar direnenler ancak başarılı olabilirler.
50. Mesela rızkın, zenginliğin onda dokuzu ticaretten gelir. Girişimcilik ve ticaret cesaret gerektiren işler, malum. Risk alınması gerekir yani rızkın azalma tehlikesine göğüs gerilebilmelidir. İşte zekât, sadaka bir bakıma insanı vermeye, malın ölümüne alıştırır ve ticaretteki sallantılarda sakin kalabilir, ani şoklar karşısında aceleyle yanlış kararlar almazlar. Yeniden dirilişe iman ettiklerinden dolayı da malları tamamen ellerinden gitse yani ölse bile bu malların daha fazlasıyla tekrardan ellerinde dirilebileceğine inanır ve yeniden çalışmaya odaklanır, gayret gösterirler. İşte ancak bu sakinlik, dirayet, sabır ve cesaret içindeki insan ticarette, girişimcilikte başarılı olabilir.
51. Zekât, sadakanın insana kazandırdığı önemli vasıflardır bunlar. Ama sürekli bir kayıp korkusu içinde olan insanın ise herhangi bir risk alıp bir iş başarmasının ise oldukça güç olduğu açıktır. Bu korkaklar ancak türlü yağmalamalar, sömürgeleştirmeler, entrikalar, hileler, manipülasyonlar, faizli ve kumarvari işlemler, şantajlar, rüşvetler, cinayetler yoluyla ticaret yapabilir ya da ticaret yapıyormuş gibi gözükürler.
52. Yeniden dirilişi inkâr edenler için ölüm mutlak yokluk olduğundan malların ölümü, malların kendilerinden ayrılması da korkunç işlerdir. Dolayısıyla da aşırı cimri olurlar ve mallarının kendilerinden ayrılmasına karşı çok şiddetli tepkiler verebilir, malları ayrılmasın diye de her türlü hileye, aldatmaya, şiddete başvurabilir, her türlü mazereti öne sürerler. ‘Allah’ın doyuracağı kimseleri ben mi doyuracağım’, ‘insan nüfusu çok fazla’ derler mesela cimriliklerini ve cinayetlerini meşrulaştırmak için.
53. ‘Varlığı sekiz üzerine kuruldu, Bunun için taksimde, istiva Arş’ını taşıdı’ der İbn Arabi zekât bahsinde. O’dur kıyamet gününde sekiz meleğin taşıdığı arşa istiva eden. Bu O’nun kainatta, tüm varlıklar üzerinde mutlak hakimiyet kurmasını, hükümranlığını ifade eder. Sekiz meleğin arş tahtını taşıdığı gibi zekât tahtı da sekiz sınıf üzerinde yükselir. Gerçek anlamda tüm muhaliflerin, düşmanların kahredilerek tamamen etkisiz hale getirildiği tam bir yeryüzü hakimiyet, güç, kudret ve iktidarı işte bu tahta oturmaktan geçer.
54. Müminlerin yeniden ayağa kaldırmak için mücadele etmekle sorumlu olduğu İslami sistemin iktisat binasının çatısıdır zekât. Sekiz sütun üzerine kurulu bu binanın çatısı, altına sığınanları her türlü dış etkenlerden, fırtınalardan, kasırgalardan korur. Ancak bugün faize dayalı sistemde insanlık çıplak, evsiz barksızdır, derme çatma çatısı uçmuş bir binada yaşar ve o yüzden de sürekli iktisadi kasırgalardan ağır yaralar alıp her geçen gün bu dış etkenlerden dolayı zayıf düşer.
55. Ayrıca her şeyin yaratıldığı suyun üzerindedir O’nun arşı ve tüm yaratılışın hakimiyeti O’ndadır. Bir anlamda O’nun hakimiyeti zorunluluk kanunlarından bağımsız cereyan eder, O kanunlarının mahkûmu değil, hakimidir. Bir kanununu başka, daha iyi bir kanunla iptal edebilir. Veya önceden bilinmeyen veya çok nadir devreye giren özel bir kanununu işletebilir. İşte bir iman hamlesiyle iktisadi hayatın arşı olan zekâtı kurup takva elbisesini kuşanan müminlerin vesilesiyle de benzer şekilde özel rızık, bolluk kanunları devreye girer, yerin altından üstünden göklerden belki de o güne kadar hiç kapıları açılmamış bereketler zuhur eder. Yeni keşifler, madenler, teknikler, ilimler, teknolojiler, kaynaklar, vs…
56. İktisadi alemin arşı, dünya evinin çatısı olan zekât sistemi kurulduğunda altındaki suya (yeryüzünün, insanın çoğu sudur) yani hayatın, yaratılışın kaynağına etki eder, yeryüzü yeniden hayat bulur, yaratılır. İnsanlığın üzerine öngöremediği, ummadığı yerlerden rızıklar, lütuflar yağar. Dünyadaki insanlara yetecek kadar gıda yok, et yok diyip insanları çekirge, böcek, yapay et yemeye mahkûm etmek isteyenlerden halen yüzleri olanları mahçup edecek şekilde. İktisadın genel kanunlarının yanında özel kanunları da devreye girer, tabii ki kitaplar yeniden yazılır bu yeni keşiflerle.
57. Zekât suyuyla abdest alıp faiz kirinden arınan paralar, servetler bereketlenir, o temiz servetlerin istihdam edildiği temiz projeler, işlerle dünya kirli ürünlerden, fabrikalardan, şirketlerden arınır. Mimariden sanata, gıdalardan ilaçlara, tarımdan hayvancılığa, siyasetten eğitime, bilimden hukuka kadar her şey tertemiz bir şekilde yeniden hayat bulur, yeryüzü yeniden şekillenip imar edilir. Nasıl ki kainatta, özellikle de göklerdeki muazzam ahenk, uyum, düzen O’nun arşa istiva edip yönetmesiyle oluyorsa insan da göklerdeki bu düzeni, O’na ve Resulüne itaat ederek, mesela iktisat aleminin arşı zekâtı tatbik ederek yeryüzüne taşıyınca benzer bir ahenk, düzen ve güzellik arzı da kaplar. Gökte ne varsa yerde de o olur.
58. Kur’an’da dikkat çeken unsurlardan biri de namaz ile zekâtın birlikte gelmesi. İnsan yapışan bir varlık. Aşırı yapışma ise çok tehlikeli zira nefsin, benliğin beden kıyafetinden ayrılma vakti yani ölüm geldiğinde eğer beden bu dünyaya ve içindekilerine aşırı yapışmışsa et ile tırnak haline gelmiş insanın benliği ve bedeninin ayrılmakta tarifi imkânsız acılar çekeceği muhakkak. Bu anlamda zekât insanı malına yapışmaktan korur. Öte yandan diğer ibadetler de aynı şekilde; hac insanı memleketine, toprağına, ulusuna, ırkına, kabilesine yapışmaktan, oruç yemeye, içmeye, cinselliğe yapışmaktan korur. Namaz ise bu yapışmayı önleme ibadetleri arasında en şümullu olanıdır denilebilir. Gözü, kulağı, zihni, bedeni, kalbi kısacası tüm benliği dünyaya yapışmaktan alıkoyar. Namazla insan en değerli şeyini, zamanını vermeyi öğrenir. Zamanını vermeyi öğrenen insan malını da verebilir artık. Yani namaz en şümullü ibadet olarak topluluğu kendinden vermeye, gerektiğinde dünyadan kopmaya alıştırır, dinin direği olması bundan olsa gerektir. Ezanın okunmasıyla birlikte adeta sura üflenmiş gibi en favori filminden, en heyecanlı maçından, en karlı ticaretinden, en sevgili ailesinden, en tatlı uykusundan, en eğlenceli aktivitesinden uzaklaşabilen, tüm bunların kendi iradesiyle kıyametini kopartan insan artık malını, canını vermeye, toplum için, insanlık için de fedakârlık yapmaya hazır hale gelir. O yüzden der büyüklerimiz hep; namaz, namaz, illa namaz. Kamet getirilmesiyle birlikte ise sanki ikinci kez sura üflenir, insan ayağa kalkıp (kıyam edip) namaza durarak yeniden hayat bulur. Bundan sonra tüm hareketleri, eylemleri, yaşamı ve ölümü O’nun adına, O’nun rızasına uygun olacağına, sürekli O’nu zikredeceğine, sürekli O’nun ‘Elestü bi-Rabbiküm’ sorusuna kulak verip her işin, eyleminin de adeta ‘Bela’ cevabı olacağına dair kulluk sözleşmesinin tazelenmesiyle yeni bir hayat başlar adeta. Bu anlamda namaz bir zaman, bir hayat devrimidir. Ve her bir vakitte bu yeniden doğuş imkânı sağlanır insana. Bir toplumun yeniden doğuşunun sırrı da buradadır. Namaz, namaz, illa namaz. Resulün gözünün nuru olan, insanlıkla yaşıt o namaz. Namazla vermeye alıştırılan insan zekâtla da malını kolayca verebilir hale gelir.
59. Nasıl ki faiz şirk dünya görüşünün ekonomi alanındaki şiarıysa, zekât-sadaka da tevhidin, İslam’ın, bütün fikrin ekonomi alanındaki şiarlarından biri. Ancak çözüm elbette sadece zekâtta değil hayatın her alanında O’na ve Resulüne imanda ve itaatte. Dolayısıyla bütünüyle teslim olup her şeyiyle - buna faiz yasağı ve zekât emri de dahil- İslam’a dahil olmakta, O’nun Kelâm’ının hayatın her alanına tatbikinde, hakim olmasında. Gerçek adalet ancak böyle sağlanabilir. Zekâtla belki yoksulların hakkı alınır ama miras hukuku da İslam’a göre olmak suretiyle mesela ana-babanın miras hakkı da geri alınmalı, malları korunmalıdır. Mevcut hukuk sisteminde ana-babanın hakkı yenir, çocukları vefat ettiğinde hiçbir hak elde edemezler. Dolayısıyla şirk dünya görüşünün dayandığı bir miras hukukunda insanlar çıplaktır. Çıplaktır yani malı koruma altında değildir. Anası babası sağ olup her ölen çocukla birlikte yeni bir haksızlık, adaletsizlik de doğar. Malı koruma altında olmadığı gibi canı, nesli, aklı ve dini de korumasızdır. Ama şeytani sihirbazlar miras hukukunda kadın-erkek neden aynı miktarda almıyorlar tartışmasına sokarak çocukların, gelinlerin, damatların midelerine indirdikleri ana-baba hakkını gözden kaçırtırlar. Benzer hileyi, sihirbazlığı kadının çalışması mevzusu için de yaparlar. Asıl mesele erkeğin kavvami gelir elde etmesi, ailesine tek başına bakabilmesi iken sorunun odağını, ne fıtri ne de toplumsal açıdan aileyi geçindirme gibi bir sorumluluğu olmayan kadının çalışıp çalışmamasına kaydırırlar.
60. Bir toplumun kıblesi, yönü önemlidir, önceliklidir. Yanlış bir yöne en hızlı şekilde gidilmesi ancak yanlış yere daha çabuk varılmasını sağlar. Bu anlamda ekonomik büyüme, teknolojik gelişmeler, bilimsel ilerlemelerin, altyapıdaki iyileştirmelerin, yolların, köprülerin, hepsinin kıymeti dönülen kıbleye göre değişir. İşte Türkiye’nin mümin topluluğu namazlarında döndüğü kıbleye hukukunda, ekonomisinde, eğitiminde, ahlakında, yaşamının her alanında da dönerse tüm kalkınmanın da bir anlamı olur.
61. Şirk dünya görüşüyle çıplaklaşmış, savunmasız hale gelmiş insanlığın, tekrardan canının, malının, aklının, neslinin ve dininin korunma altına alınması için tek yol tevhidi dünya görüşünün, ruhunun üflendiği Hz. Resulün sünnetine uygun bir sisteme, bir şeriata, bir hukuka tabi olmaktır. Bunun dışındaki yollarda ise insanlık çıplak ve şeytani elitlerin şahsi menfaatleri uğruna yapabileceği her türlü aşırılığa, zulme, haksızlığa açık bir haldedir. Kovid krizi sırasında yaşananlar, korku elbisesi giydirilen insanlığın başına gelenler, Allah ve Resulüne tabi olmadıkça ne gibi zulümlere maruz kalınacağının sadece bir önizlemesiydi. Bundan sonraki süreçte ise takva elbisesinden soyundurulmuş toplumların yeni giydirilecek korku ve açlık elbiseleriyle ne gibi yeni zulümler, haksızlıklara maruz kalacağını da tahmin etmek çok zor değildir. İşte insanlığın bu çıkmazdan, bu gayya kuyusundan ancak Allah ve Resulüne itaat eden müminlerin birleşmesi ve liderliği kurtarabilir. Müminler tüm güçleri, malları ve canlarıyla bu uğurda, Allah’ın dininin hâkim olması, Din’in tamamen O’na ait olması (dinde özel mülkiyetin tamamen ortadan kaldırılması,) hakimiyetin kayıtsız şartsız Hakkın olması için mücadele etmelidir. Aksi halde yeryüzünde büyük bir zulüm, kargaşa, fesad olmaya devam eder.
62. Son olarak Salih Mirzabeyoğlu’nun Necip Fazıl’la Başbaşa adlı eserindeki şu satırlarına kulak verelim: ‘Siyasi, iktisadi, mali ve tabii ki ahlaki şartlar topyekun değişmeden, bunun ‘sistem’ halinde teklifi olmadan, bu sisteme göre iktisadi, mali, teknik şartlar sistemleştirilmeden, programlaştırılmadan, ‘faizi kaldırılım’ demekle faiz kalkar mı?… İşler sana kalsa, faizsiz bir gün bile idare edemezsin de, ikinci gün kendin getirirsin!…Fikir, efendim, fikir; önce kafada hal!…’
Aylık Baran Dergisi 22. Sayı Aralık 2023